54Forum Sakarya'lıların Forumu... Sakaryalı Olmak Ayrıcalıklıdır... |
|
| İlim konusunda en geniş Tefsir'ler..1 | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
кa¡η Admin
Mesaj Sayısı : 850 Puan : 1941 Itibar : 6 Kayıt tarihi : 23/10/09 Yaş : 33 Nerden : Sakarya
| Konu: İlim konusunda en geniş Tefsir'ler..1 Ptsi Ocak 04, 2010 7:38 pm | |
| Bismillahirrahmanirrahim......Allah'cc Hz'lerine hamd RASUL'üne onun yolundan gidenlere selam olsun
İlim sudur o var hayat var o yok hayat yok (Şehit Bayram Ali Öztürk Hocaefendi
Allah, adaleti ayakta tutarak (delilleriyle) su hususu açiklamistir ki, kendisinden baska ilâh yoktur. Melekler ve ilim sahipleri de (bunu ikrar etmislerdir). Mutlak güç ve hikmet sahibi Allah'tan baska ilâh yoktur... Ali.İmran...18
Bu âyet-i kerimede ilmin faziletine, ilim adamlarının şeref ve üstünlüğü*ne delil vardır. Çünkü şayet ilim adamlarından daha şerefli bir kimse bulun*saydı yüce Allah ilim adamlarını birlikte sözkonusu ettiği gibi; onları da el*bette kendi ismiyle, meleklerinin ismiyle birlikte burada zikrederdi. Yüce Al*lah ilmin şerefi ile ilgili olarak
Peygamberine (sav) şunu buyurmuştur:"De ki.Rabbim, ilmimi artır." (Ta-Hâ, 20/114)
Eğer ilimden daha şerefli birşey olsaydı elbette ki yüce Allah peygambe*rine ilmini artırmasını istemesini emretmiş olduğu gibi; onun da artırılması*nı istemesini emrederdi..(Kurtubi Tefsiri..)
İkra' bismi rabbikellezi halak* Halekal'insane min 'alak* Ikra' ve rabbükel'ekram* Ellezi 'alleme bilkalem* Allemel'insane ma lem ya'lem
Yaratan Rabbin adıyla oku. O, insanı bir alak'tan yarattı. Oku, Rabbin en büyük kerem sahibidir;Ki O, kalemle (yazmayı) öğretendir.. İnsana bilmediğini öğretti.(Alak..1..5
İbni Kesir Tefsir'ine göre
İmâm Ahmed İbn Hanbel der ki: Bize Abdürrezzâk... Hz. Aişe'nin şöyle dediğini nakletti: Rasûlullah'a gelen ilk vahiy uyku halinde görülen sâdık rü'yâ şeklinde idi. Hangi rü'yâyı görürse mutlaka gün aydınlığı gibi çıkardı. Sonra ona yalnızlık hoş gösterildi. Hirâ dağına gelip orada pek çok gece ibâdete koyulurdu. Bunun için de azık alırdı. Sonra Hz. Hadîce'nin yanına gelir ve yine azığım alır giderdi. Nihayet Hirâ mağarasında iken gerçek anîden ona geliverdi. Melek orada iken gelip dedi ki: Oku. Rasûlullah (s.a.) der ki: Ben; okuyamam ki, dedim.
Rasûlullah (s.a.) dedi ki: Melek beni aldı takatim kesilinceye kadar sıktı. Sonra bıraktı ve; oku, dedi. Ben; okuyamam ki, dedim. Sonra ikinci kez beni sıktı ve takatten kesildim. Sonra bırakıp; oku, dedi. Ben; okuyamam ki, dedim. Bunun üzerine üçüncü kez tutup sıktı takatimi kesti. Ve bırakıp dedi ki: «Yaratan Rabbının adıyla oku.» Bu âyeti «insana bilmediğini öğretmiştir.» kavline kadar okudu. Nihayet Rasûlullah (s.a.) boyun ile omuz arasındaki etleri titreyerek dönüp Hadîce'nin yanına geldi ve; beni örtün, beni örtün, dedi.
Korkusu ve titremesi gidinceye kadar onu örttüler. Sonra dedi ki: Ey Hadîce bana ne oluyor? Ve olanları Hz. Hadîce'ye anlattı,- kendimden endişeleniyorum, dedi. Hz. Hadîce ona dedi ki: Hayır, .asla, Seni muştulanın. Allah'a andolsun ki Allah seni hiç bir zaman için mahcûb etmez. Çünkü sen akrabalarına gider gelirsin. Sözün doğrudur, sıkıntıya katlanır, müsâfire ikram eder, haktan gelen musibetlere dayanırsın. Sonra Hadîce onu Varaka İbn Nevfel İbn Esed İbn Abd'ül-Uzzâ İbn Kusayy'm yanma getirdi.
Varaka, Hz. Hadîce'nin amcasımn oğluydu. Câhiliyet devrinde Hıristiyan olmuş ve arap-ça yazı yazabilen bir kişiydi. Arapça İncil'den Allah'ın dilediği kadarını yazmış ve sonra gözü görmez bir ihtiyar olmuştu. Hz. Hadîce dedi ki: Amcazadem, kardeşinin oğlunun başına gelenleri -dinle.
Varaka: Yeğenim ne gördün? deyince, Rasûlullah (s.a.) gördüğü şeyleri ona bildirdi. Varaka dedi ki: Bu, Mûsâ (a.s.)ya inen Nâmûs-u Ekber (Cebrail) dir. Ne olurdu keşke ben genç bir delikanlı olsaydım da, Allah seni kavminin arasından çıkarırken yaşasaydım. Rasûlullah (s.a.) dedi ki: O, beni kavmime karşı mı çıkaracak? Varaka dedi ki: Evet. Sana gelen gibi kime gelmişse mutlaka o, kavmine karşı çıkarılmıştır.
Eğer ben, senin günlerine erişirsem sana kuvvetlice destek sağlar ve yardım ederim. Ne var ki Varaka fazla durmadan vefat etti. Bir süre vahiy kesildi. Nihayet Rasûlullah (s.a.) —bize ulaştığına göre derin üzüntüye düştü ve pekçok kerre sabahleyin kalkıp kendisini dağların tepesinden fırlatmak istedi. Ne zaman kendini atmak üzere dağın tepesine çıktıysa, Cibril (a.s.) ona görünüp dedi kj;
Ey Muhammed; muhakkak ki sen, Allah'ın gerçek Ra-sûlüsün. Bu haber onun ızdırâbıru dindiriyor, gönlü huzur buluyor ye geri dönüyordu. Bir seferinde vahiy uzun süre kesilince, aynı şekilde sabahleyin evinden çıktı. Dağın zirvesine ulaşınca Cebrail görünerek ona aynı şekilde söyledi.
Bu hadîs, Buhârî ve Müslim'in Sahîh'lerinde, Züh-rî kanalıyla tahrîc,edilmiştir. Biz, bu hadîsin senedini, metnini ve muhtelif anlamlarını Buhârî şerhimizin baş taraflarında uzun uzadıya açıkladık. İsteyen oraya başvurabilir. Hamd ve minnet Allah'a mahsûstur. Kur'ân'dan ilk olarak inen mübarek ve değerli âyetler, aynı zamanda Allah'ın kullarına merhamet ettiği ilk rahmet ve onlara ihsan ettiği ilk nimeti de dile getirmektedir. Bu âyetlerde insanın pıhtılaşmış kandan yaratıldığına,
Hak Teâlâ'nm ikramıyla bilmediği şeyleri öğrendiğine ve böylece ilim, şeref ve keramete nail olduğuna dikkat çekilmektedir, Bu şeref öyle bir şereftir ki; insanların atası Âdem bu şerefle meleklerden üstün kılınmıştır. İlim; bazan zihinlerde, bazan dilde/ bazan da parmak ucuyla yazılan yazıda olur. Yani zihnî bilgi, lafzı bilgi ve resmî bilgi. Resmî bilgi, ister istemez ilk ikisini gerektirir ama onlar bunu gerektirmezler.
Bu sebeple Allah Teâlâ: «Oku, Rabbm nihayetsiz kerem sahibidir. Ki O kalemle öğretti. İnsana bilmediğini öğretmiştir.» buyuruyor. Haberde vârid olur ki; bilgiyi yazıyla kaydedin, denilmiştir. Yine vârid olan bir hadîste bildiğiyle amel eden kimseye Allah Teâlâ bilmediği şeylerin bilgisini de ihsan eder, Duyuruluyor.
Tefsir'ül Münir'e göre
"Bildiği ile amel edene Allah bilmediklerini de verir." denmiştir. Daha sonra ise, zenginliği durumunda azan insanı kınayarak şöyle buyurdu:
"Sakın! Çünkü insan muhakkak azar. Kendini ihtiyaçtan uzak gördüğü için." Ey insan! Kendini mal, güç ve çevren ile müstağni görüp de, Allah'ın sana olan nimetlerini inkârı ve isyanda haddi aşmayı bırak, kendine gel.
İnsanın durumu hayret vericidir. Fakir ise güçsüzlüğünü hisseder, ezilir. Eli genişler, gücü ve kudreti artarsa kibirlenir, isyan eder. Müfessir-lerin ekseriyetine göre ise, burada insan ile kastedilen Ebu Cehil ve em*salidir. Sonra ahiretteki ceza ile uyarmıştır:
"Dönüş muhakkak Rabbinedir." dönüş ve varılacak yer, başkasına değil yalnız Allah'adır. O, her insanı malını nereden toplayıp nereye har*cadığı konusunda hesaba çekecektir. Bu cümlenin, tehdit ve azmasının akı*beti konusunda uyarmak için insana hitaba dönüşen üslubuna dikkat edil*melidir.
İbni Ebi Hatim, Abdullah b. Mesud'dan rivayet etti: İki tamahkâr doy*maz: Biri ilim sahibi, diğeri dünya sahibi. Bunlar denk de olmazlar. İlim sahibi Rahman'ın rızasını artırır. Dünya sahibi ise, azgınlıkta devam eder. Abdullah sonra: "Sakın! Çünkü insan muhakkak azar. Kendini ihtiyaçtan uzak gördüğü için." ayetini okudu. Diğeri için de: "Allah'tan ancak alim kulları korkar." ayetini okudu.
Bu söz, Rasulullah (s.a.)'dan merfu olarak da rivayet edilmiştir: "İki tamahkâr doymaz: İlim isteklisi ve dünya isteklisi."
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler: Ayetler aşağıdaki hususlara işaret etmiştir:
1- Allah Tealâ'nın yaratmadaki kudretinin beyanı: O yaratıcıdır. İn-sanın bir kan pıhtısından yaratılmaya başlanmasına dikkat çekilen bu ayet-i kerimeler, Kur'an'ın ilk inen bölümüdür. Onlar Allah'tan kullarına lütfettiği ilk rahmet ve nimettir.
2- Allah Tealâ Rasulullah'a (s.a.) Kur'an'ı yaratan Rabbinin adıyla ve insana bilmediklerini öğretenin adıyla okumasını emretti.
3- Allah Tealâ okuma ve yazmanın öğrenilmesini de emretti. Çünkü on*lar din ve vahiy ilimlerini bilmede, sosyal bilimlerin ispatı ve insanlar arasında yayılmasında alettirler. Bilimlerin, kültürlerin, edebiyat ve sanat*larının ilerlemesinde, uygarlık ve medeniyetlerin gelişmesinde esastırlar.
4- Allah Tealâ'nın cehalet karanlığından ilim aydınlığına çıkarmak için insana bilmediğini öğretmesi, O'nun keremi ve fazlındandır. Onu ilim*le şerefli ve onurlu yapmıştır. İnsanlığın babası Âdem de meleklere onunla üstün gelmiştir. İlmin kaydedilmesi, daha sonraki nesillere intikali yazı-ve kalem iledir. Katade: "Kalem Allah Tealâ'dan büyük bir nimettir. O ol*masaydı din olmazdı, hayat sürmezdi." demiştir.
Yazının faziletleri çoktur. Öyle ki Allah, yazı ve talimi insana ihsan ederken zatını nihayetsiz kerem sahibi olmakla methetmiştir. "Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir. Ki O, kalemi (yıza yazmayı) öğretendir." Yani in*sana kalem vasıtası ile bilmediklerini, ilimleri öğretti. Ya da, kalemle ona yazıyı öğretti.
Sahih bir hadiste şöyle rivayet edildi: "Allah'ın ilk yarattığı kalemdir. Ona: "Yaz." dedi. Kıyamete kadar olacakları yazdı. O Arş'ının üstünde, Zikirde kendi katındadır."
Savfetü't Tefasir' göre
Ây]etlerin Tefsiri
1. Bu, Hz. Peygamber (a.s.)'e yöneltilmiş ilk ilâhî hitaptır. Bu hitapta okuma, yazma ve ilme, çağrı vardır. Çünkü ilim, İslam dininin simgesi ve sembolüdür. Yani Ey Peygamber! Bütün mahlûkâtı yara*tan ve bütün âlemleri meydana getiren Yüce Rabbinin adıyla başlıyarak ve ondan yardım dileyerek Kur'ân'ı oku. Bundan sonra Yüce Allah, insanın şanının yüce olduğunu göstermek için bu yaratma olayım şöyle buyurarak açıkladı:
2. Allah, Mahrukatın en şereflisi ve güzel şekilli bu insanı alakadan yarattı. Alaka, küçük kurt (embriyon) demektir. Modern tıp isbat etmiştir ki, insanın yaratılmış olduğu meni, gözle görülmeyen, ancak mikroskopla görülebilen, başı ve kuyruğu olan küçücük spermleri ihtiva et*mektedir. En güzel yaratıcı olan Allah yücedir.Kurtubî şöyle der: Yüce Allah, insanın şerefini göstermek için burada özellikle onu zikretti. Alaka, sıvı kan parçasıdır. Rutubetli olduğu için, üzerinden geçtiği şeye yapıştı*ğından dolayı ona bu isim verilmiştir.
3. Ey Peygamber! Oku, Rabbin yüce ve kerem sahibidir. Hiçbir kerem sahibi O'na denk olamaz ve denklikte O'na yaklaşamaz. Kul*lara, bilmedikleri şeyleri öğretmesi, O'nun kereminin sonsuzluğunu göste*rir.
4, 5. O, kalemle yazıp çizmeyi öğretendir. İnsanlara, bilmedikleri ilim ve bilgileri O öğretmiştir. Onları cehalet karanlıklarından ilim aydınlığına çıkaran O'dur. Yüce Allah kalem*le yani bir vasıtayla öğrettiği gibi, her ne kadar okuma-yazma bilmeyen bir ümmî olsan da, vasıtasız olarak da sana öğretecektir. Kurtubî şöyle der: Yüce Allah, yazmayı öğrenmenin fayda ve faziletine dikkat çekti. Çünkü onda, insanın kavrayamayacağı kadar büyük faydalar vardır.
Yazmakla an*cak ilimler tedvin edilmiş, hikmetler kayda geçirilmiş, öncekilerle ilgili haberler ve onların sözleri zaptedilmiş ve Allah tarafından indirilmiş olan kitaplar yazılmıştır. Yazı olmasaydı ne dünya ne de din işleri düzelirdi.
Şifa Tefsir'ine göre
Yaratan Rabbinin adıyla oku.
Hatipler konferanslarında ilk cümlelerine çok önem verirler. İyi bir hatip binlerce veya onlarca insana çok önemli bir konuşma yapacağında kürsiye gelip, mikrofona yaklaşıp ilk söyleyeceği söze çok dikkat eder. Niye? O cümle bütün konuşmasının bir nevi özeti sayılır da ondan.
Allah (c.c) Hz. İsa'dan sonra aradan geçen 600 küsur senelik bir aradan sonra bir Peygamber gönderiyor. Bu Peygamber en son Peygamber olacaktır. Kıyamete kadar insanların ufkunu bu peygambe*rin getirdiği mesaj aydınlatacak. Efendimiz vasıtasıyla insanların uf*kunu aydınlatacak bir kelam indirecek.
Bu kelamın ilk cümlesinin ilk kelimesinin ilk harfi çok önemli. Hepimizin bildiği "ikra" emri ile başlıyor ayet-i kerime. Şöyle düşünün; bir gün siz Yunanistan'da İslâmî tebliğ etmek üzere görevlendirildiniz. İslâm'ı tebliğ etmeye ne ile başlarsınız? Nasıl bir metod takip edersiniz? Allah (c.c) bize bunu öğretiyor. "Oku" diyerek başlıyor. Ve bizim de ilk kelimemizin bu olmasını istiyor.
Yani kurtuluşumuz okumaktan geçiyor. Çünkü ilim, hayatın bir şakülüdür. Yani eğrilmeyi doğrultacak alettir derler. Ona göre kendimizi ayarlayacağız.
Kur'ân bizim şa'külümüzdür. O bizi düzeltecektir. Kur'ân'ın bizi dü*zeltebilmesi için bizim onu bilmemiz gerekmektedir. Onun için Rabbim; "Yaratan Rabbinin adıyla oku" diyor. Buradan ilk olarak şunu anlıya-cağız. Bir kere her Kur'ân okumaya başladığımızda besmele çekeceğiz.
Kur'ân okurken şeytan size nasıl musallat olur? Şöyle olur. "Yahu şu önemli işi yapta ondan sonra Kur'ân'ı oku" dedirtiverir. Onun için dikkatli olacağız, şeytanın her türlü vesvesesine karşı Allah'a sığına*cağız. Okumaya ve hayatımızı Kur'ân'a göre düzenlemeye dikkat edeceğiz.
Kur'ân bir eczahane gibidir. Nasıl ki, eczahanede eczacı raflarına binlerce ilacı koymuştur ve her hastalığın ilacı ayrıdır. Aynı şekilde Allah (c.c) de 114 surede (yani rafda) 6 bin küsur ilaç koymuştur. Biz de bir eczacı gibi hangi surede, hangi ayetlerin olduğunu, hangi ayetle*rin hangi hastalığın devası olduğunu bilmemiz gerekiyor. İnsanlar bunu bizden bekliyor.
Yeni dünya düzeninde insanlar arayış içerisinde. Bazıları art niyetle hareketler ediyorlar, ama herkes art niyetli değil. Batıda ve Doğuda inanan ve inanmayan insanlar arasında çok iyi niyetlerle, insanlığa hu*zur getirecek bir sistemin arayışı içindeler.
Onların bu isteklerine bizim cevap vermemiz gerekiyor. Cevabımızda aklımıza göre olmasın. Çünkü insan aklı bütün insanları idare edecek kadar kapasiteli yaratılmamıştır. Bu sebeble bizim Kur'ân'ı çok iyi bilmemiz gerekir. Yaratan Rabbinin adıyla oku! okuduğumuz ve okuttuğumuz bütün ilimlerde Allah'ın adı hatırlanmalı ve hatırlatılmalıdır.
Onun için Mazhar Osman; "bir ilim adamı, bir doktor Allah'a inanmıyorum" diyorsa "onun diploması sahtedir." demiştir. O adam eğer tıbbı okumuş olsaydı Allah'a iman etmiş olması gerekirdi demiştir. Öyleyse bütün yaratıl*mışları yaratan Allah'ın adıyla okuyacağız.
Başta Kur'ân okuyacağız. Çünkü okunacak tabiatı yaratan Allah, aynı okunacak kitabı da indiren Allah (c.c)'tır. Zaten insanların tabiatı kirletmeleri ve tabiata zarar vermeleri Kur'ân'a göre hareket etmeme-lerindendir...
Celal Yıldırım Tefsir'ine göre
«Yaratan Rabbının adıyla oku!»
Âdem'i (A.S.) topraktan yaratıp kendi kudret ruhundan ona üfleyen Cenâb-ı Hak, yarattığı bu seçkin canlıyı akıl, idrâk, hafıza, duygu ve düşünce gibi yeteneklerle donatmakla kalmamış,muhtaç bulunduğu eşya ve nesnelerin ismini, dolayısıyla faydalarını da ona öğretmiş ve böylece insan oğlunun mevcut yeteneklerini kullanarak her şey ve olayda Yüce Yaratanın varlığına ve birliğine dalalet eden belgeleri görmesini ve her işe Allah adıyla başlamasını emretmiştir.
O bakımdan rahatlıkla diyebiliriz ki, ilk insan vahşi, şuursuz, idraksiz değildi. Aynı zamanda ne yapacağını bilmeyen ibtidai bir hayat süren bir canlı hiç değildi.Adem(A.S),hazırlanıp döşenen yeryüzüne indirildiği gün kendisine,insanlığına ve Peygamberliğine yakışır şekilde yaşaması için gerekli bilgiler de verilmişti.Nitekim Bakara Suresi 31-33. ayetlerle bu gerçeğin ana çizgileri belirtilmekte ve bu konuda bilgi edinmek isteyenlere ana fikir verilmektedir.
Böylece insanın menşei hakkında araştırma yapan ilim adamlarının bir takım tahminler ve varsayımlar ileri sürmelerinin anlamsız olduğu ortaya çıkıyor.Kur’an bu konuda da onlara hareket noktası belirleyerek sonuç çıkarmalarını ilham ediyor.
Gerçek bu olunca Allah adıyla okumanın buradaki anlamı nedir?Cenab’ı Hak ilk indirdiği ayette kullarına neden böyle bir emir vermektedir?Konuyu dikkatle incelediğimizde karşımıza dört yorum çıkmaktadır.Şöyle ki;
1- Okuyup öğrenmek;yazıp bilgi vermek ve bilgi toplamak insan hayatının kopmaz parçasıdır;buna(lazım-i gayr-i müfarik)de diyebiliriz.Zira dünya da ,ahiret de ancak okuyup bilgi sahibi olmamızla gerçek mutluluğa dönüşebilir. O bakımdan okuyup yazanla okumayanlar arasındaki fark,ölülerle diriler arasındaki fark gibidir. Okuma,tutkuların en soylusudur.Bir ülkede okumaya karşı istek artmadıkça,gaflet ve bu gafletten doğacak felaket azalamaz. Kainat,okuyanlar için yaratılmıştır.Okuma zevkini öğrenip içine sindiren kişi,mutlu bir insandır.
Okuma hiçbir hazineyle değiştirilemeyecek kadar kıymetlidir.Okumak,yetenekleri;deneyler de okumayı geliştirir. Şüphesiz okumakla ilgili buna benzer birçok vecizeler söylenmiştir.Biz çeşni olsun diye sadece birkaç tanesini yazdık.Ancak okunacak şey Allah’ı hatırlattığı,O’nun üstün kudretini yansıttığı ve insanı doğruya,güzele,iyiye Yönelttiği;aklı ,zekayı ve irfanı artırdığı nisbette fayda ve hikmetine uygundur.
Bunun için Resulüllah(A.S.) okuyup bilgi sahibi olmayı teşvik edip, ilmin vatanı olmadığına işarette bulunurken şu dört şeyden Allah'a sığınmşıtır: «Allahıml Korkmayan kalpten, doymak bilme*yen nefisten, fayda vermeyen ilimden ve kabul olunmayan duadan sana sığınırım.» (Müslim, Zikir: 73; Ebu Davud, Vitr: 32; Tirmizi, Deavat: 68
2- Okumaya, kitap yazmaya, öğrenmeye ve öğretmeye Allah'ın adı*nı anarak başlamamız, hem insan, hem de Müslüman olmamızın gereğidir. Zira Allah'ı anmaktan uzak ve kopuk bir okuma, aklı, zekâyı geliştirebilir) ama kalbi ve ruhu cılız bırakır, vicdanı silik hale sokabilir.
Böylece insanın iç yapısında meydana gelen dengesizlik, onun günlük,hayatına da sirayet eder. Unutmamak gerekir ki, en faydalı insan, en dengeli yetişendir. Den*geli beslenmeye muhtaç olduğumuz kadar, dengeli eğitim ve öğretime de muhtacız. Resûlüllah (A.S.) Efendimiz bu hususu şöyle belirtmiştir: «Anlamlı ve yararlı olan her söz ve ise Bismillah i'r- Rahman i'r-Rahîm ile başlanmazsa, o noksandır, bereketsizdir.»(Suyuti, Camiu’s-sağir: 2/92)
3- Her şey ve olayda Allah'ın kudretinin izini görüp satırlarını oku*mak; yaratılıp istifademize bırakılan şeylerden yararlanırken Cenâb-ı Hakk'ın yegâne nzık veren ve tek yaratan olduğuna inanmak, kul ile Rab-bısı arasındaki engelleri kaldırır ve böylece kulu Allah'a yaklaştırıp onu faziletli bir düzeye getirir.
4- Hilkatin bütün safha ve kademelerinde Cenâb-ı Hakk'ın plân ve programını okumak suretiyle O'nun yegâne yaratan olduğunu idrâk etmek de «oku!» emrinin kapsamına girmektedir | |
| | | кa¡η Admin
Mesaj Sayısı : 850 Puan : 1941 Itibar : 6 Kayıt tarihi : 23/10/09 Yaş : 33 Nerden : Sakarya
| Konu: Geri: İlim konusunda en geniş Tefsir'ler..1 Ptsi Ocak 04, 2010 7:39 pm | |
| İlim konusunda en geniş Tefsir'ler..2
Bismillahirrahmanirrahim......Allah'cc Hz'lerine hamd RASUL'üne onun yolundan gidenlere selam olsun..
Evvela yapılan bu çalışmanın verimli,istifadesi bol ve hayırlı bi çalışma olmasını niyaz ediyorum. Yapılan bu çalışma yaklaşık 14 tefsir kitab'ından istifade edilerek hazırlanmıştır.
İbni Kesir,Taberi, Kurtubi ,Elmalılı, Mevdudi, mefatihü-l gayb,Belagat,Tefsirül Münir, Ettevsir'ül hadis ,Şifa Tefsir'i, El Veciz, Ahkam Tefsir'i, Safvetü-t Tefasir, Muhammed,Gazali tefsir'lerinden ve degişik Tefsir Kitapların 'dan istifade edilerek hazırlanmıştır.Bir mevzuyu yaklaşık 14 Tefsir sahibine yani Müfessir'e göre yazmaya gayret edilmiştir.
Degişik yorumlar ve görüşlerinde oldugu bu İlim le alakalı mevzuları içine alan yazımız İnternet ortamında degil günümüzde ortamında bile bu kadar geniş bi şekilde değerlendirilmemiştir.Çok tefsir kitaplarından baktım ama bu kadar derin oldugunu görmedim İNŞAALLAH bu yazımız cok detaylı olacak ve Tefsir alanında büyük bi eser olarak bu mevzuda internet ortamında istifadenize sunulacaktır.Yapılan tefsir'ler Müfessir'leri belirtilerek hangi Tefsir kime aitse bildirilecektir.
Ayet ve Hadis şerif'lerde kaynaklarıyla beraber verilecek bu vesile ile bütün şüphe edilecek şeylerin İNŞAALLAH önü kesilecektir.Allah'ın izni ilede Sahabe,Tabiin, Fakif,Ulema,Alim'lerinde sözlerine yer verilecektir.Allah'tan başarı sizlerden dua beklerim..
İlim sudur o var hayat var o yok hayat yok (Şehit Bayram Ali Öztürk Hocaefendi)
Hadis-i Şerif'ler
***Kim ilim ögrenmek için yola çikarsa, Cenâb-i Hak onun için cennet yolunu kolaylastirir. (Et-Tergib ve’t-Terhib 1/68..
***Evinden ilim talebi için çikan hiç kimse yoktur ki, melekler yaptigi isten râzi olduklari için kanatlarini onun yoluna sermis olmasinlar. (Et-Tergib ve’t-Terhib 1/68..
***(Hakîkî) âlim için, denizdeki baliklara varincaya kadar gökte, yerde ne varsa hepsi Allah’tan magfiret diler. (Ibn-i Mace 1/87 ***"Hikmetli söz mü'minin yitiğidir. Onu nerede bulursa, hemen almaya ehaktır."(Tirmizi ilim..).
***İLİM***
İnnema yahşellahe min ibadihil ulema' innellahe azızün ğafur Allahtan, kulları içinde, ancak âlimler korkar (S. Fâtır, 28..
İbn-i Abbas radıyallâhü anhümâya göre,âyet-i kerimesinin mânâsı şudur Allahtan, kullarının içinden, ancak onun ceberûtunu, izzetini, saltanâtını bilenler korkar. Burada âlimlerden murad, Cenâb-ı Hakkı sıfatlarıyla bilip de, onu tâzim edenlerdir. Kimin ilmi artarsa, o nisbette Allah korkusu da artar.
. İmâm-ı Azam Ebû Hanîfe ve İbn-i Sîrîn rahımehümallâh hazerâtına göre, âyet-i celîlede geçen haşyetten murad tazimdir, büyük saygıdır. Haşyetin şartı ise, mârifetullahtır, Cenâb-ı Hakkın sıfat ve fiillerini bilmektir
İbni kesir Tefsir'ine göre
«Allah'tan ancak bilgin kulları korkar.» Allah'tan ancak bilgin ve âlim kullan gerektiği gibi korkarlar. Çünkü güzel isimlerle ve mükemmel sıfatlarla nitelenen Alîm, Kadîr ve Azîm olan Allah'ın azameti ne kadar daha mükemmel bir bilgiyle bilinirse, ondan korkup ürpermek de daha muazzam ve daha fazla olur.
Nitekim Ali İbn Ebu Talha, Abdullah İbn Abbâs'ın bu âyet-i kerîme hakkında şöyle dediğini bildirir: Allah'ın her şeye gücünün yettiğini bilen âlim kulları ancak Allah'tan korkarlar.
îbn Lehîa da... İbn Abbâs'tan şöyle dediğini nakleder: O'na hiç bir şeyi ortak koşmayan, helâlim helâl sayan, haramını haram kabul eden, buyruğunu koruyan ve bir gün mutlaka O'na ulaşacağını kesinkes bilip, yaptıklarından hesaba çekileceğini kabul edenler Rah-mân'ı bilendir.
Saîd İbn Cübeyr der ki: Haşyet, seninle Allah Azze ve Celle'ye isyanının arasına giren şeydir. Hasan el-Basrî der ki: îmân; görmeyerek Rahmân'dan haşyet edenin îmânıdır. Allah'ın teşvik ettiği şeye rağbet eden ve hoşlanmadığı şeyden kaçmanın îmânıdır. Sonra Hasan el-Basrî, «Allah'tan ancak bilgin kulları korkar.» âyetini okumuştur.
Abdullah îbn Mes'ûd (r.a.) der ki: Bilgi, çok sözden ibaret değildir. Ancak bilgi, çok haşyetten ibarettir.
Mısır'h Ahmed İbn Salih, İbn Vehb kanalıyla Mâlik'in şöyle dediğini bildirdi: İlim, çok rivayetten ibaret değildir. İlim, ancak Allah'ın kişinin kalbine koyduğu bir nurdur. Mısır'lı Ahmed İbn Salih der ki: Bunun anlamı şudur: Çok rivayetle haşyete ulaşılamaz. Allah Azze ve Celle'nin uyulmasını emrettiği ve farz kıldığı bilgi, Kitâb ve Sünnet'-in bilgisidir.
Sonra da sahâbe'nin Allah onlardan razı olsun getirdikleriyle onları ta'kîb eden müslüman imamların getirdikleri şeylerin bilgisidir. Bu bilgi, ancak rivayetle elde edilir. Bu takdirde İmâm Mâ-lik'in sözünün te'vîli şöyle olur: İlim; bilginin anlaşılıp bunların anlamlarının bilinmesi için istenen bir nurdur.
Süfyân es-Sevrî, Ebu Hayyân kanalıyla bir adamın şöyle dediğini nakletti: Üç tür bilgin olduğu söylenirdi: Biri Allah'ı ve Allah'ın emirlerini bilen. Diğeri Allah'ı bilip Allah'ın emirlerini bilmeyen, üçüncüsü de Allah'ın emirlerini bilip Allah'ı bilmeyen bilgin.
Allah'ı ve emirlerini bilen, Allah'tan korkup Allah'ın hududunu ve farzlarım bilen bilgindir. Allah'ı bilip Allah'ın emirlerini bilmeyen bilgin ise, Allah'tan korkup Allah'ın hududunu ve farzlarını bilmeyen kimsedir. Allah'ın emirlerini bilip Allah'ı bilmeyen bilgin ise, Allah'ın hududunu ve farzlarını bilip te Allah Azze ve Celle'den korkmayan bilgindir.
Kurtubi Tefsir'ine göre
Kulları arasında Allah´tan ancak alimler korkar. Şüphesiz Allah, Aziz*dir, Gafurdur." Bu buyruk ile, Allah´ın kudretinden korkan ilim adamları kas*tedilmektedir. Yüce Allah´ın herşeye kadir olduğunu bilen bir kimse günah dolayısıyla cezalandıracağına da kesinlikle inanır.
Nitekim Ali b. Ebi Talha, İbn Abbas´tan yüce Allah´ın: "Kulları arasında Allah´tan ancak alimler korkar" buyruğu hakkında şöyle dediğini rivayet etmektedir: Bunlar yüce Al*lah´ın herşeye kadir olduğunu bilen kimselerdir.
er-Rabî´ b. Enes dedi ki: Allah´tan korkmayan bir kimse alim değildir. Mü-cahid de şöyle demiştir: Alim ancak Allah´tan korkan kimsedir. İbn Mes´ud´dan da şöyle dediği nakledilmiştir: İlim olarak yüce Allah´tan korkmak, cahillik olarak da gurura kapılmak yeterlidir.
Sa´d b. İbrahim´e: Medinelilerin en fakihi kimdir? diye sorulmuş, o da: Ara*larından Rabblerine karşı en çok takvalı olanlarıdır, diye cevab vermiştir. Yine Mücahid´den şöyle dediği nakledilmiştir: Fakih (dinde derin bilgi sa*hibi) ancak yüce Allah´tan korkan kimsedir.
Ali (r.a)´dan da şöyle dediği nakledilmiştir: Gerçek anlamıyla fakih, insan*lara Allah´ın rahmetinden ümit kestirtmeyen, Allah´a isyan etmeleri için on*lara ruhsatlar bulmayan, Allah´ın azabından emin olmalarına sebep teşkil et*meyen, başkasına duyduğu arzu sebebiyle Kur´ân´dan yüz çevirmeyen kim*sedir. Çünkü ilimsiz ibadette hayır olmadığı gibi, fıkhı bulunmayan ilimde hayır yoktur, tedebbürü (iyiden iyiye düşünmeyi) olmadan da kıraat (Kur´ân okumak) olmaz.
Darimî Ebu Muhammed, senedini kaydederek Mekhul´den şöyle dediği*ni nakletmektedir: Rasûlullah (sav) buyurdu ki: "Alimin, abide olan üstün*lüğü benim sizden en alt mertebede olanınıza göre üstünlüğüm gibidir." Da*ha sonra şu: "Kulları arasında Allah´tan ancak alimler korkar" âyetini oku*du.
Bize Hammad b. Zeyd anlattı: O Yezid b. Hazim´den dedi ki: Bana amcam Cerir b. Zeyd anlattı: O Tubey´i, Ka´b´tan rivayetle şöyle derken dinlemiş: Ben amelden başka maksatla ilim öğrenen, ibadetten başka maksatla fıkıh öğre*nen, âhiret ameliyle dünya isteyen, kalbleri Ebu Cehil karpuzundan daha acı olmakla birlikte koyun postları giyinen kimseleri, niteliklerini biliyorum.
(Yü*ce Allah, haklarında şöyle buyurmaktadır): Onlar Benim rahmetime mi alda*nıyorlar? Beni mi kandırmaya çalışıyorlar? Kendi zatıma yemin ederek söy*lüyorum ki; onlar için aralarında bulunan aklı başındaki kimseleri dahi şaş*kın bırakacak bir fitnenin zamanını bekliyorum.[49](Darimi I 102..
Tefsir'ül Münir Veybe Zühayli'ye göre
"Kulları arasında Allah'tan gerçekten korkanlar ancak âlimlerdir." ifa*desi sıfatın mevsufa tahsis edilmesi, Allah korkusunun âlimlere tahsis edilmesi (kasr) sanatı yapılmıştır..
Kulları arasında Allah'tan gerçekten korkanlar, ancak âlimlerdir." Mekke halkı gibi cahil olanlar bunun hılafmadır. Zira korkunun şartı korkulanın bilinmesi, onun sıfatlarının ve fiillerinin bilinmesidir. Kim onu daha çok tanıyorsa, ondan daha çok korkacaktır.
Bunun için Buhari, Müslim ve Neseî'nin Enes'ten rivayet ettikleri ha-dis-i şerifte Peygamberimiz (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Allah'tan en çok ür*pereniniz ve O'ndan en çok korkanınız benim." "Azız" en üstün olan ve ezici güce sahip olandır. "Gafur" tevbe eden mümin kullarının günahlarını çok bağışlayandır. "Şüphesiz ki Allah Azizdir, Gafur'dur.
" ifadesi Allah korku*sunun vacip ve şart olduğunun sebebini beyan etmektedir. "Allah'ın kitabını okuyanlar," Kur'an-ı Kerim okumaya devam edenler, "namazı dosdoğru kılanlar," namazı vakitlerinde bütün erkânı ve zikirle-riyle eda etmeye devam edenler, "kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve açık infak edenler" ki bu ifadeyle nasıl mümkün olursa olsun infak etmeye teşvik edilmektedir.
Ancak gizlice yapılan infak, açık yapılan infaktan da*ha üstündür. Bu kimseler "tükenmeyecek", kesada uğramayacak ve hüsran*la yok olmayacak "bir kazanç" taatin sevabının elde edilmesi kazancını "umarlar."
Allah'ın birliği ve kudretine delâlet eden kâinattaki değişik cins ve renklerdeki manzaraların anlatıldığı bir başka delildir. Bunun gereği olarak kâinat ilimlerini iyi bilen âlimler kâinatın azametini en iyi idrak eden insanlar olup dolayısıyla Allah'tan en çok korkan kimseler olmuşlar*dır.
Bunun ardından Allah'ın kitabıyla amel eden âlimlerin durumu beyan edilmiştir. Bunlar itaatlerinden dolayı Allah'ın sevabını uman kimselerdir. "Allah'ın gökten su indirdiğini görmez misin?" takriri istifhamdır (cevap alma maksadı ile değil, kabul ettirme maksadı ile sorulan sorudur). Ayrıca burada hayret etme anlamı bulunmaktadır"Allah'ın gökten su indirdiğini görmez misin?" Bilmez misin, demek*tir. Buradaki görmek kalbin görmesi, yani bilmek anlamındadır.
"Biz bu su ile değişik renklerde meyveler çıkarmışızdır." Cinsleri, sınıfları, durumları ve sarı, kırmızı, yeşil, beyaz ve siyah gibi renkleri değişik meyveler çıkar*mışızdır..Fatır 27
Yeryü*zünde birbirine komşu birçok toprak parçaları vardır. Bu topraklarda üzüm bağları, ekinler, toplu ve ayrı hurma ağaçları yer alırlar. Aynı suyla sulanmalarına rağmen, onları tat ve şekil yönünden birbirinden farklı kıl-mışızdır. Şüphesiz ki bunda aklını kullanan bir kavim için nice ibretler vardır." (Ra'd, 13/4..
Allah Tealâ bu varlıkîardaki renk bakımından farklılığı zikretmek*tedir. Zira bu farklılık Allah'ın kudretinin ve Onun eşsiz sanatının en büyük delillerinden biridir. Allah Tealâ, önce meyvelerdeki renklerin çeşit*liliğini, sonra da cansız varlıkîardaki, daha sonra insanlardaki ve hayvan*lardaki renk çeşitliliğini zikretti.
Hafız Ebubekir el-Bezzar, İbni Abbas (r.a.)'den naklediyor: Bir adam, Peygamberimiz (s.a.)'e geldi. - Rabbin (varlıklara) boya vurur mu? diye sordu. Peygamberimiz (s.a.): - Evet, silinmeyen bir boya; kırmızı, sarı, beyaz, diye buyurdu. Cenab-ı Hak daha sonra bunun güzelliğini ve inceliklerini bilen kim*seleri -yani âlimleri- zikretmektedir..
Kulları arasında Allah'tan gerçekten korkanlar ancak âlimlerdir. Şüphesiz ki Allah Azizdir, Gafur'dur." Ancak Allah'ı tanıyan ve O'na lâyık yüce sıfatları ve güzel fiillerini bilen, dilediğini yapma hususunda muaz*zam kudretini bilen âlimler Allah'tan korkarlar. Allah'ı kim daha iyi bilir*se, Ondan daha çok korkar. Kim de Allah'tan korkmuyorsa; o kimse âlim değildir. "Alim'den murad tabiat ve hayat ilimlerini ve kâinatın esrarını bilen kimsedir.
Alimlerin Allah'tan korkmalarının sebebi, Allah'ın kâfirlerden in*tikam almakta gayet güçlü olması, kendisine iman edenlerin ve kendisine yönelenlerin günahlarını çok bağışlayıcı olmasıdır. Cezalandıran ve sevap verenin hakkı, kendisinden korkulmasıdır. Bu ise korku ve ümidi gerekli kılar. Cenab-ı Hakk'm "intikam sahibi ve Azîz" olması tam korkuyu gerek*tirir. Onun "Gafur" olması mükemmel ümidi gerektirir.
İbni Abbas diyor ki: Rahman'ı bilen "âlim" kendisine hiçbir şeyi şirk koşmayan, O'nun helâllerini helâl kılan, haramlarını da haram kılan, Onun vasiyetini tutan, Onun huzuruna çıkacağını ve ameli sebebiyle he*saba çekileceğini yakînen bilen kimsedir.
Hasan-ı Basrî diyor ki: "Âlim" Rahman'dan O'nu görmediği halde kor*kan, Allah'ın teşvik ettiği şeyleri teşvik eden, Allah'ın buğzettiği şeylerden uzaklaşan kimsedir. Daha sonra da şu ayeti okudu: "Kulları arasında Al-lah'tan gerçekten korkanlar ancak âlimlerdir. Şüphesiz ki Allah Azizdir, Gafur'dur." Said b. Cübeyr diyor ki: "Haşyet", seninle Allah'a isyan arasında perde olan ürperti, Allah korkusudur.
Abdullah b. Mes'ud (r.a.)'m şu sözü naklediliyor: Alim çok hadis-i şerif bilen kimse değil, Allah'tan çok ürperen kimsedir. İmam Malik diyor ki: İlim çok rivayette bulunmakta değildir. İlim an*cak Allah'ın kalbe koyduğu bir nurdur. Cenab-ı Hak daha sonra Allah'ın kitabını bilen ve onunla amel eden*lerin durumunu haber vererek şöyle buyurdu:
"Allah'ın kitabını okuyanlar, namazı dosdoğru kılanlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve açık infak edenler, tükenmeyecek bir kazanç umarlar." Yani Kur'an-ı Kerim okumaya devam edenler, Kur'an-ı Kerim'de-ki farz kılınan namazları vakitlerinde bütün erkânı ve şartlarıyla huşu içerisinde kılmak ve Allah'ın kendilerine verdiği lütuf ve rızıklardan gece-gündüz gizli-açık infakta bulunmak gibi farzları işleyen kimseler taat-lerine karşılık Allah'tan mutlaka meydana gelecek sevabı talep ederler. Bunun için Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır
"Böylece Allah, onların mükafatını eksiksiz verir ve lutfuyla da artırır. Şüphesiz O, çok affedicidir ve şükrün karşılığını bol bol verendir." Böylece Allah onlara yaptıklarının sevabını tam olarak verir ve onlara akıllarına hiç gelmeyen ziyadelerle kat kat lütufta bulunur. O şüphesiz on*ların günahlarını çok affeden, onların az olan taatleri ve amelleri ile şükre karşılığı bol bol verendir.
"Allah iman edip salih amel işleyen*lerin mükâfatlarını eksiksiz verecek ve lutfundan daha da artıracaktır." (Nisa, 4/173.. "Böylece Allah'ın kendilerini işlediklerinin en güzeliyle mükâfatlandıracak ve lutfundan kendilerine daha da fazlasını ihsan edecektir." (Nur, 24/38..
Fahruddin Er-Râzi, Mefâtihu’l-Gayb,a göre
İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan, yine böyle renkleri çeşit çeşit olanlar vardır. Allah'tan, ancak âlim kullan korkar. Şüphesiz Allah azfz ve gafurdur" (Fâtır. 28..
Bu ayet, Allah Tealâ'nın kudret ve irâdesine getirilen bir başka delildir. Binâenaleyh Cenâb-ı Hak sanki, içinde bulunduğumuz bu alemdeki, yani terkibler (bileşikler) alemindeki mahlukâtta bulunan delilleri ikiye ayırmıştır: Canlılarda olan, cansızlarda olan... Cansızlar da, ya bitkiler, ya madenlerdir. Bitkiler, cansızların (hareketsizlerin) en kıymetlisi olup, Hak Teâlâ buna, "O (yağmurla) çeşit çeşit meyveler çıkardı" buyurarak işaret etmiştir.
Daha sonra madenlerden de, "Dağlardan da..." ifadesiyle bahsetmiş, bunun peşisıra da canlılardan bahsederek, işe onların en şereflisi olan insanla başlayıp, "insanlardan..." demiş, sonra hayvanları zikretmiştir.
Çünkü hayvanların insana faydası, bu hayvanların canlı olmaları haline Dağlıdır. Davarların faydası ise, onlardan yeme ile ilgilidir. Yahut söyle de diyebiliriz: "dâbbe" denilince Örfen at akla gelir. At ise, insanlardan sonra canlıların en Kıymetlisidir.
Ayetteki, "renkleri çeşit çeşit" ifadesiyle ilgili olarak şunu deriz: Bu varlıkların bizzat kendileri Allah'ın kudretine ve iradesine delil oldukları gibi, renklerinin farklı farklı oluşu da buna delildir. Ayetteki ifadesindeki zamirin müzekker getirilişi, sanın bunlar cümlesinden olarak zikredilmesinden ve zamiri müzekker getirmenin daha evla ve üstün oluşundan dolayıdır.
Cenâb-ı Hak sonra "Allah'tan ancak âlim kullan korkar. Şüphesiz Allah, aziz ve gafurdur" buyurmuştur. Çekinme ve saygı, saygı duyulan varlığın tanınmasına - bilinmesine göredir. Âlim olan, Allah'ı bilir ve O'ndan hem korkar, hem de O'na ümid bağlar. Bu, âlimin derece bakımından, âbid'den daha üstün oluşunun delilidir.
"Sizin Allah katında en şerefliniz, en müttakî olanınız, (Allah'dan en çok korkanınızdır)"'(Hucurat, 13)
buyurarak, şerefin ve kıymetin, takvaya göre; takvanın da İlme göre olacağını beyan etmiştir. O halde, Allah katında şeref ve kıymet, amele göre değil, ilme göredir, Evet, âlim, ameli bıraktığında (ilmiyle amel etmediğinde), bu onun ilmini zedeler.
Çünkü onu gören kimse, "Eğer bilseydi, gereğini yapardı" der. Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Şüphesiz Allah azız ve gafurdur" buyurmuş, böylece korku ve ümidi gerektiren sıfatlarından bahsetmiştir.
Çünkü Allah'ın intikam alan, cezalandıran bir aziz olması, tam bir korkuyu; şirkin dışındaki günahlar için bağışlayıcı (gafur) olması da, ileri derecede bir ümidi gerektirir. Buradaki "ulemâ" kelimesini mansub, "Allah" kelimesini merfû okuyanlara göre, ayetin manası, "Allah, âlim kullarını tebcîl eder ve yüceltir" şeklinde olur
Elmalılı Tefsir'in Hamdi Yazır'a göre
İnsanlardan, hayvanlardan, davarlardan da böyle değişik değişik renklileri vardır. Bunlar da öyle şeklî ve manevî görüntülere ayrılarak seçilmişlerdir. Öyle ki insanlar içinde ilmi olanlar, olmayanlar vardır. Fakat Allah haşyetini, Allah korkusunu, Allah saygısını kulları içinden ancak bilginler duyar, ancak Allah'ı bilenler o saygıyı hissederler. Yani
"Sen ancak görmeden Rabbinden korkmakta olanları sakındıracaksın." (Fâtır, 35/18..
buyurulduğu üzere, Allah saygısını sürekli duyup da Peygamberin uyarmasından yararlanacak ve dolayısıyla temizlenip korunacak olanlar, Allah'ı celal ve cemaliyle, kemal sıfatıyla bilen ilim sahibleridir. Çünkü bir şey hakkında saygı, onun şanına olan bilgi ve bilginin dercesiyle uyumlu olur.
Bir kulun da Allah'a dair ilmi ne kadar mükemmel ise, korkusu da o oranda mükemmel olur. Onun için Resulullah (s.a.v.) "Ben sizin Allah'tan en çok korkanınız ve en çok müttaki olanınızım" demiştir.
Niçin Allah'ı bilmek korkmaya sebeb oluyor? Çünkü Allah çok güçlüdür, bağışlayıcıdır. Yalnız bağışlayıcı değil güçlü bağışlayıcıdır. Sadece bir bağışlayıcı olsaydı, O'nu bilmek belki nazlanmaya, mağrur olmaya, hiç korkusuz ümit bağlamaya sebeb olabilirdi.
Fakat Allah yalnız bağışlayan, merhamet eden değil, aziz, hiç bir sebebe boyun eğmeyen, yenilmeyen, hiçbir kanun altına alınma ihtimali bulunmayan, dilediği anda kahredip yerle bir eden, çok kuvvetli, çok azametli, galib ve kahredici bir bağışlayıcıdır.
Mağfireti çok olduğu gibi cezası, intikamı da çok şiddetlidir. Onun için Allah'ı bilmeyenler her haltı ederler. O'nu bir kul ne kadar iyi bilirse, o kadar çok saygılı, o kadar çok hürmetli olur. Bununla birlikte bilginlerin saygısı, korkusu, haşyeti ne kadar yüksek olursa, ümidi de o oranda çok olacağı unutulmamalıdır.
Muhammed gazali Tefsir'ine göre
Adeta dinler tarihini bilenler arasında, İslâm'ın evreni düşünme, hayatı görme, hararetle dünyayı, dünyadaki âyetleri, güçlen, sırlan ve kanunları kafa yorup düşün*meye davet etme üzerine kurulduğu noktasında görüş birliği sağlanmıştır.
Allah'ın zâtını düşünme mümkün değildir. O'nun büyüklüğünü tanıma yolu, an*cak yaratı ki arı ndakî âyetleri araştırma ile mümkündür. Bu, Allah'ın ilminin, kudreti*nin, celâlinin ve cemâlinin yalanlanamayacağına bir delildir. Yeryüzünün belli alan*larında, hepsi aynı yerden çıkan tatları, renkleri ve kokulan farklı olan meyveler gör*mektesiniz.
Başınızı göğe kaldırıp baktığınızda büyük ve geniş bir âleme işaret eden parlayan bir güneş, aydınlatan bir ay ve ufuklara saçılmış yıldızlar görürsünüz. Bütün bunlar büyük yaratıcının eseridir. Bu bağlamda Yüce Allah'ın şu buyruğu*nu bir okuyunuz:
"Görmedin mi Allah gökten su indirdi. Onunla renkleri çeşit çeşit meyveler çı*kardık. Dağlardan (geçen) beyaz, kırmızı, değişik renklerde ve simsiyah yollar (yaptık). İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da yine böyle türlü renkte olanlar var. Kullan içinde ancak âlimler, Allah'tan (gereğince) korkar. Şüphe*siz Allah, dâima üstündür, çok bağışlayandır." (Fâtır: 27-28.
Âyetin siyakından, âyette geçen âlimlerden kast edilenler içinde , tıp, mühendislik, astronomi bilimadamlarına ilâveten botanik, zooloji, jeoloji, fizik, kimya bilginleri olduğuda anla*şılmaktadır.
Bu bilim adamlarının, Yüce Allah hakkında yaptıkları açıklamaları dinle*diğimizde ve sözlerini araştırdığımızda, Allah'ı, övülen ve saygı duyulan büyük ve kulluğa layık olarak zikrettiklerini görmekteyiz.
Her şeyde O'nun İçin âyet vardır, O'nun tek olduğuna işaret eden... Kur'ân kavramları, bu eksen üzerinde dönüp dolaşmaktadır. îman, zekî ve araş*tırmacı aklın bir sonucudur.
Din, ancak inanmış bir akıl ve Allah'a yönelerek yaşayan bir kalbin sonucudur. İslâm ümmeti, din gerçeklerini bu kavram çerçevesinde yüklen*miş ve insanlar arasında böyle temsil etmeyi istemiştir.
Et-Tefsir'ül Hadis'e göre
insanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da yine böyle türlü renkte olanlar var, kulları içinden ancak âlim*ler, Allah'tan (gereğince) korkar. Şüphesiz Allah daima üs*tündür, çok bağışlayandır..Fatır 27/28..
Ayette, Allah'ın yarattıklarından bazı görünümlere ve evrenin kanunlarına dikkat çekilmektedir. Gökten suyu indirip, onunla binbir renk, tür ve şekildeki bitkileri çıka*ran Allah'tır.
Dağlardaki kırmızı, beyaz ve siyahıyla yollan o yaratmıştır. Yaratılanlar-daki bu çeşitlilik insanlarda, ehil ve yaban hayvanlarda da gözlemlenir. Tüm bunlarda O'nun kudretine, yüceliğine ve yaratılışındaki eşsizliğine, kalplerde özellikle de başka*larına nisbetle bunları daha derinden idrak edebilecek olan alimlerin kalplerinde, huşu doğuracak nitelikte deliller vardır.
Daha sonra da Allah'ın izzet ve bağışlayıcılığma işaret eden iki sıfat gelmiştir. O hiçbir şeyin kendisini aciz duruma düşüremeyeceği ve hiçbir kötülüğün kendisine ulaşamayacağı, güçlü ve aziz olandır ve o pişman olup tevbe etmeleri durumunda insanları da çok bağışlayıcıdır.
Bu iki ayet ait oldukları bağlamdan bir kopukluk arzetmemektedir. Önceki, Allah'ın kudreti, evrenin büyüklüğüne gözlemi ile ilgili belirlemeler içeren, davet, nasihat ve desteğin ifade edildiği önceki bölümlere benzeyen bir bölümü teşkil etmektedirler.
Söylediklerimize ilaveten ayetler, Hz. Peygamberi teselli ediyor. Allah'ın yarattığı herşey farklılık arzetmektedir. İnsanlarda bunlara dahildir. İnsanlar arasında bilgisiz, ah*mak, inatçı, kibirli, bilinçli, hakka boyun eğen, hidayete kulak veren kişilerin bulunması garipsenecek birşey değildir.
"Allah'tan sadece kullarından alimler korkar" ifadesi, âlimlerin üstünlüğünü, onların örnek ve seçkinliğini vurguluyor. Buna ek olarak onlara başka sınıfların üstlenmediği sorumluluklar yükleyerek onların özel görevlerinin bulunduğuna dikkat çekiyor. Alim*ler kelimesi ayette genel olarak geçmektedir.
Buna Al*lah'ın kâinattaki ve yarattığı bütün varlıklardaki gerçekleri kavratan bilimleri bilen alim*ler dahildir. Alimlere seçkinler, akıllılar, bilinçliler tabakası da girebilir. Her ne kadar bunlar ilimde derinleşmemiş olsalar da böyledir.
Bütün bu bilginler ister akılları ve yetenekleri sebebiyle, ister araştırma ve inceleme sebebiyle, ister gerçeklere ve nefsi haki*katlere mukayese yoluyla ulaşsınlar fark etmez. İşte burada üzerine dikkat çektiğimiz sorumluluk ve üstünlüğün anlamı bulunmaktadır. Bu kelimeyi yalnızca din alimlerine indirgemek keyfilik olur.
Bütün bunlar, ayetlerde ve özellikle de üstün anlamlar içeren cümlede alimlere, seç*kinlere ve bilinçlilere hüccet teşkil etmektedir. Her koşul ve oranda onların ilimleri fark*lılık arzetmektedir
TEFHİMU'L KUR'AN Mevdudi'ye göre
Burada, Allah'ın kâinat içerisinde ne kadar muhtelif ve çeşitli varlıklar yarattığına işaret olunmaktadır. Aynı toprak ve sudan, farklı vasıflarda bitkiler yaratılırken, aynı tip ağaçlardan farklı tad ve büyüklükte meyveler meydana getirilmiştir. Şayet bir dağa bakarsanız, onun değişik renklerde bezenmiş olduğunu ve değişik kısımlarında birbirinden çok farklı özelliklere sahip madenler bulunduğunu görürsünüz. Mizaç, tabiat ve zihniyetlerin bu kadar farklı olmasını (bu konuya 19. ayetten 22. ayete kadar olan bölümlerde işaret edilmiştir) insanın havsalasının alması mümkün değildir.
Çünkü tüm insanların huyları, istekleri, duyguları, zihniyetleri, düşünce biçimleri aynı olsaydı eğer, yeni bir mahluk yaratmak gerekmezdi. Hâlik olan Allah, yeryüzünde sorumluluk taşıyacak olan varlığın irade sahibi olması gerektiğinden, onu farklı özelliklerde ve zihniyetlerde yaratmıştır.
Tüm bunlar, bu hikmetin arkasında Hakîm ve Azim bir planlayıcının olduğunu göstermektedir. Bu muazzam nizamın ardında, bir planlayıcının olduğunu ancak bir akılsız düşünemez.
Yani, insan Allah'ın sıfatlarını yeterince kavrayamadığı zaman Allah'dan korkmaz, fakat Allah'ın gücüne, O'nun İlim, Hikmet, Kahhar, Cabbar gibi sıfatlarına ne kadar vakıfsa Allah'dan o derece korkar.
Dolayısıyla burada ilimden, matematik, felsefe, tarih ve diğer pozitif bilimler kastolunmuyor, buradaki söz konusu ilim, Allah'ın sıfatlarını bilmektir. Bir kimse tahsil görmüş olsa da, olmasa da Allah'ın sıfatlarından habersizse eğer, o kimse cahildir. Öyleki pozitif bilimlerde "allame-i cihan" olsa bile bu böyledir.
Fakat bir kimse hiçbir tahsil görmemiş olduğu halde Allah'ın sıfatlarını biliyor ve O'nun içinde Allah korkusu bulunuyor ise, o kimse ilim ehlidir. Bu ayetteki "alim" ifadesi ile, Kur'an, Hadis, Kelam ilimlerini bilenler kastedilmektedir. Ancak bir şahıs dini bilgiye sahip olduğu ölçüde, içinde Allah korkusu taşıyorsa, o zaman ayetin bahsettiği "alim" sınıfına girer.
Nitekim Abdullah bin Mes'ud'dan (r.a) nakledilen bir söz bu hususu doğrulamaktadır. "İlim sadece çok sayıda hadis bilmek değildir. İlim Allah'dan çok korkmaktır." Hasan Basri (r.a) , "alim, Allah'ı görmediği halde korkan, Allah'ın sevdiğini seven ve Allah'ın sevmediğinden uzak kalan kimsedir" diye buyurmuştur. Bu ayet böyle kimselere işaret etmektedir.
Yani, O kuvvet sahibidir, dilediği zaman mücrimleri yakalar ve hiçkimse O'ndan kaçamaz. Fakat O, aynı zamanda affedicidir. Bu yüzden, zalimlere fırsat tanıyarak onları hemen yakalamaz..
Şifa Tefsir'i Mahmut Toptaş'a göre
İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da böyle çeşitli renklerden olanlar vardır. Kullarından ancak alim olanlar, Altah'dan korkar. Şüphesiz Allah herşeye gücü yetendir,bağışlayandır.
Allah (c.c.) şimdi bu ayetlerde gökten su indirdiğini ve yeryüzünde rengarenk çiçekler ve meyvalar yarattığını bildiriyor. Dağlarda yollar verdiğini hayvanlardan yiyecek içecek temin ettiğimizi ve o hayvanla*rında rengarenk olduğu konusunda bilgi verdikten sonra bize "Allah'tan ancak alimler korkar" . İmansızlar zannedersinizki korkmazlar. Hatta derlerki; "Allah varsa beni dövsün, bana vursun." diyor..
Şunu unutmamak gerekirki aslandan ceylanlar korkar, sinekler hiç korkmazlar, hatta sinek, aslanın sırtına gözüne v.s. konar. Ceylan kor*kar, çünkü ceylanlar aslanın ne olduğunu, nasıl güçlü olduğunu bilmek*tedir.Kafirlerin korkmaması ise, sinek tabiatlı oluşlarındandır..
Alim der*ken burada sadece hoca dediğimiz insanlar kastedilmiyor. Tüm mü'minler kastediliyor, çünkü herkes bildiğinin alimidir, hocasıdır. Allah (c.c.) "Rahman" ve "Kahhar'dır.".....Allah'tan korkuyoruz derken; hani çocuk annenin tokadından korkar da yinede Annenin kucağına gelir ya, işte o korkmayı kastediyoruz. Sevdiğimizin sevgisini yitirme korkusu gibi bir korku
Kur'an Yolu Tefsir'ine göre
Ayette "haşyet" kökünden gelen ve "büyüklüğü karşısında heyecan duyarlar" diye çevirdiğimiz kelime burada, "büyüklük karşısında duyulan heyecan ve korku, zarar görmekten değil, hakkını verememekten kaynaklanan endişe" mânasına gelmektedir. Muhataplarını doğadaki muhteşem görünümlerden hareketle akıllara durgunluk verecek incelikleri keşfetmeye yönlendiren Kur'an'ın, bu bağlamda bilmenin değerine vurgu yapması oldukça ilginçtir.
Fakat burada kullanılan ve "bilenler" şeklinde çevrilen ulemâ kelimesinin kök anlamları arasında, bir şeyi derinlemesine tanıyıp mahiyetini idrak etme, bir konuda kesin bilgiye ulaşma, bir işin hakikatine nüfuz etme mânalarının bulunduğu göz önüne alınırsa, kendilerine gönderme yapılan ve Allah saygısı duyma hususunda ön plana çıkarılan kişilerin, meslek olarak bilimsel faaliyet icra edenler veya bir takım bilgileri öğrenip belleklerine yerleştirmiş olanlar değil, zihnî çabalarını Allah'ın evrendeki kudret delillerinden sonuçlar çıkarabilme düzeyine yükseltebilmiş kişiler olduğu anlaşılır.
Zaten sahabe ve tabiîn büyüklerinden bir çoğundan yapılan rivayetlerde ne kadar bilgili olurlarsa olsunlar Allah'a saygı yolunda mesafe alamamış kimselerin âlim olarak nitelenemeyecekleri belirtilmiştir. (meselâ bk. Zemahşerî, III, 274; Şevkânî, IV, 398)
Gerek insanı ve toplumları gerekse evrendeki diğer varlıkları inceleyen değişik bilim dallarına mensup bilim adamlarından pek çoğunun -başlangıçta ateist veya Allah inancı konusunda mütereddit olsalar bile- bu araştırmalar sonucunda kâinattaki şaşmaz dengeyi, akıllan zorlayan ince hesaplan ve hayranlık uyandıran ahengi müşahede ederek ya doğrudan ilâhî kudret ve azamete atıf yapan veya bu güç karşısındaki aczin itirafı anlamına gelen ifadeler kullanmaları bu âyetlerde ilime yapılan göndermenin anlaşılmasını daha bir kolaylaştırmaktadır.
Yine, sosyal çevrenin etkisiyle dine karşı kayıtsız kalmış ve metafizik konularıyla ilgilenme fırsatı bulamamış birçok insanın az önce sözü edilen araştırmaların sonuçlarını izleyince düşünce dünyalarında önemli değişikliklerin hatta sarsılmaların meydana gelmesi, varlıklar alemindeki bu düzenin kör bir tesadüfün eseri olamayacağı üzerinde düşünmeye başlamaları, bu sayede kendilerini sorgulama ve hayatı anlamlandırma çabası içine girmeleri de, Kur'an'a gönül vermiş kişilere önemli bir görevi yani İlim yolunda öncülük etmenin de müslümanlığm gereklerinden olduğunu hatırlatmış olmaktadır
Risale-i Nur'dan
Bir şeyi bilmemek, cehildir(cahilliktir). Bilmediğini bilmemek yani bilmediğinin farkına varmamak ise, cehl-i mürekkeb(Bilmemekle beraber, bilmediğini de bilmemek) İçinde yaşadığımız şu harika âlemde, güneşin her gün doğup batması, her sene bahar olması, kış olması gibi olaylar,devamlılık arzettiğinden, pek çok insanda harikalığı örten bir perde olmuştur.
Ülfet perdesini yırtabilenler, kainata adeta başka boyuttan bakarlar. Başkalarının görmediğini görürler. İlmî keşiflerde bulunan kişilerin en seçkin bir meziyetleri, bu boyutu yakalamış olmalarıdır ..
Bütün bu nefsin engellerine rağmen, bir hakikat aşığı ve bir gerçek arayıcısı olarak insan, hakikata ulaşmaya, gerçeği bulmaya gayret eder ve etmelidir. Zaman zaman ayağı engellere takılsa da, hemen doğrulup yolunda yürümelidir. Zira, engeler takılmak için değil, aşılmak için vardır.
Ebu’l-Hasan Ali b. Ahmet el-Vahidi....El-Veciz Fi Tefsir’il Kitab’il Aziz e göre
Dağlardan beyaz, kırmızı ve değişik renklerde simsiyah yollar yarattı” Yani dağlarda olan ve damarlar gibi beyaz ve kırmızı yollar yarattı. Yine siyah kayalarla dolu dağlar yarattı.
İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan muhtelif renkte olanlar vardır” Dağların ve meyvelerin renkleri gibi onların da renkleri farklı farklıdır. Kullar içinden ancak alimler Allah'tan korkarlar” Yani kim alim olursa onun Allah korkusu daha fazladır
Savfetü-t Tefasir Muhammed Sabuni' ye göre
Allah, insanlardan hayvan*lardan ve davarlardan, meyve ve dağların farklılığı gibi, renkleri farklı varlıklar yarattı. Bir kısmı beyaz, bir kısmı kırmızı, bir kısmı siyah. Bun*ların hepsi Allah'ın yarattıklarıdır. Yaratanların en güzeli olan Allah mübarektir.
Yüce Allah, âyetlerini, kudretinin alâmetlerini, sanatının eser*lerini ve farklı cinslerde yarattıklarını saydıktan sonra ardından şöyle bu*yurdu. Allah'tan ancak âlimler korkar. Çünkü âlimler Allah'ı hakkıyle bilirler. İbn Kesîr şöyle der: Allah'tan ancak Onu tanıyan âlimler hakkıyle korkar.
Çünkü Yüce Allah tam olarak tanınıp mükemmel bir şekilde bilinince, O'ııdan korkmak da daha çok ve büyük olur.Allah, büyüklüğü ile herşeyden üstündür. Kullarından tevbe edip Ona dönenleri çokça bağışlayıcıdır.
Taberi Tefsir'ine göre
İnsanlardan, diğer canlı varlıklar ve büyük baş hayvanlardan da çeşitli renkte olanlar vardır. Kullan içinde Allahtan hakkıyla korkanlar ancak âlimlerdir. Şüphesiz ki Allah, herşeye galiptir, çok affedendir.
Allah teala bu âyet-i kerimelerde, gökten yağmur yağdırarak çeşitli renklerde meyveler var ettiğini, dağlan da beyaz kırmızı, siyah gibi çeşitli renk*lerde yarattığını, ayrıca insanları, canlıları ve büyük baş hayvanları da çeşitli renklerde yarattığını bildirmekte ve kudretinin büyüklüğünü bizlere göstermek*tedir.
Aynca yüce Mevlanın bu kudretinin büyüklüğünü ancak âlim kullarının idrak ederek rablerinden hakkıyla korkabileceklerini de beyan etmektedir. Bu da ilmin ve âlimlerin faziletini göstermekte ve bizleri ilme teşvik etmektedir
En son KaRa_CoCuK tarafından Ptsi Ocak 04, 2010 8:36 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | кa¡η Admin
Mesaj Sayısı : 850 Puan : 1941 Itibar : 6 Kayıt tarihi : 23/10/09 Yaş : 33 Nerden : Sakarya
| Konu: Geri: İlim konusunda en geniş Tefsir'ler..1 Ptsi Ocak 04, 2010 8:33 pm | |
| İlim konusunda en geniş Tefsir'ler..3
EMMEN HÜVE GANİTÜN ENE ELLEYLİ SECİDEV VE GA İMEY YEHZARÜL EHIRATE VE YERCÜ RAHMETE RABBİHİ. GUL HEL YESTE VİLLEZİNE YE' LEMÜNE VELLEZİNE LA YE' LEMÜNE İNNEME YETEZEKKERUL ULÜL ELBEB..
****Yoksa geceleyin secde ederek ve kıyamda durarak ibadet eden, ahiretten çekinen ve Rabbinin rahmetini dileyen kimse (o inkarcı gibi) midir? (Resûlüm!) De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür.zümer 9 Habîbim! De ki: Hiç bilenler ile bilmeyenler bir olur mu?, (Sûre-i Zümer 9) ..
Buyurarak ilmin ve âlimin mutlak üstünlügünü beyan buyurmustur.
Kurtubi Tefsir'ine göre
Hayır ita*atte bulunan kimse, sözü edilen kimseden daha üstündür.!!! Kanit: İtaat eden" dört türlü açıklanmıştır:
1- Bundan kasıt itaatkâr kimsedir. Bu açıklamayı İbn Mesud yapmıştır. 2- Namazında huşu duyan kimsedir. Bu açıklamayı İbn Şihab yapmıştır. 3- Namazında kıyamda duran kimse demektir. Bu açıklamayı Yahya b. Sel-lam yapmıştır. 4- Rabbine dua eden kimsedir
Peygamber (sav)´dan şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kur´ân´da ge*çen bütün "kunut" lafızları aziz ve celil olan Allah´a itaat anlamındadır.Taberani, Evsat, II, 224.
Cabir´den rivayete göre Peygamber (sav)´a hangi namaz daha faziletlidir diye sorulmuş, o da: "Kunutu uzun olan" diye cevab vermiştir.11] Müslim, I, 520; Tirmizi, II, 229
İlim ehlinden bir takım kimseler bunu kıyamın uzun olması diye yorum*lamışlardır. Abdullah´ın, Nafî´den, onun İbn Ömer´den rivayetine göre İbn Ömer´e ku-nutun ne demek olduğu sorulmuş, o da: Benim bildiğim kunut namazda kı*yamı uzun tutmak ve Kur´ân okumaktan başka bir şey değildir, demiştir.
Mücahid dedi ki: Rüku´un uzunca yapılması ve gözün başka yerlere bak*maktan alıkonulması kunutun kapsamı içerisindedir.
İlim adamları namaza durdular mı gözlerini sağa sola bakmaktan alıkoyar ve hu´du´ ile hareket eder (boyun bükerek durur), namazlarında etrafa ba-kınmazlar. Bir yerleriyle oynamaz ve unutmaları hali dışında- dünya ile il*gili bir şeyi hatırlarına getirmezlerdi.
Gece saatlerinde" buyruğu ile ilgili olarak el-Hasen şöyle demiştir: Ge*cenin saatleri başı, ortası ve sonudur. İbn Abbas´tan ise "gece saatleri" ge*cenin ortası, yarısı demektir, dediği nakledilmiştir. İbn Abbas da şöyle de*miştir:
Kıyamet gününde mevkıfte beklemenin Allah tarafından kendisine ha*fifletilmesini, kolaylaştırılmasını isteyen kimseyi Allah gece karanlığında secde ederken, ayakta durup namaz kılarken, âhiretten korkarak ve Rabbi-nin rahmetini umarak görsün.
Gece saatlerinin akşam ile yatsı arası olduğu da söylenmiştir. Bununla bir*likte el-Hasen´in açıklaması umumi bir açıklamadırÂhiretten korkarak" buyruğunu Said b. Cübeyr âhiret azabından kor*karak diye açıklamıştır.
Rabbinin rahmetini umarak" cennet nimetlerini umarak... demektir.ez-Zeccac dedi ki: Yani nasıl bilenlerle bilmeyenler bir değil ise aynı şe*kilde itaat eden ile isyankâr kimse de eşit değildir.
Başkası ise şöyle demektedir: Bilenler, bildiklerinden istifade edenler ve gereğince amel edenlerdir. Bildiğinden faydalanmayan ve gereğince amel et*meyen bir kimse, bilmeyen kişi konumundadır. "Ancak özlü akıl sahipleri" yani mü´minlerden akıl sahibi olan kimseler ",öğüt alır."
Fahruddin Er-Râzi, Mefâtihu’l-Gayb,a göre
Allah Teâlâ, müşrikler ile sapıkların sıfatlarını ve onların, Allah'dan başkalarına tutunmalarını anlatınca, bunun peşinden, ancak Allah'a rücû eden, Allah'ın lütfundan başkasına itimat etmeyen hak ehli, mü'mınlerın durumunu anlatmak üzere "Yoksa, o, "... gecenin saatlerinde secdeye kapanır, kıyamda durur bir halde taat ve ibâdet eden kimsenin durumu böyle midir?" buyurmuştur.
Peki niçin gece dersek..Bu lafızda, gece ibadete durmanın faziletine ve onun, gündüz ibadete durmaktan daha üstün olduğuna bir dikkat çekme bulunur. Bazı açıklamalar da bunu teyit eder:
1) Gece ibâdeti, gözlerden daha saklıdır. Bu sebeple, riyadan da çok uzak olur?
2) Karanlık, görmeyi engellerken, insanların uykuda olmaları da, duyulmaya mani olur. Kalb, haricî hallerle meşgûliyyetten uzak olunca, esas arzu edilmesi gereken (aslî matluba) döner ki bu da, Marifetullâh ve O'na kulluk hizmetidir.
3) Gece, uyku zamanıdır. Uykuyu terketmekte, ağır ve zor olur. Bu vakitte yapılan ibadetin sevabı da, daha çok olur.
4) Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz, gece kalkışı (kalb ile uzuvlar arasında) tam bir uyuma ve sağlam bir kıraata daha elverişlidir"
1. Bu ayete, amel'in zikredilmesine başlanmış, ilmin zikredilmesiyte de bitirilmiştir. Amel'e gelince, bu, kişinin itaatkâr, sâcid ve kâim olmasıdır. İlme gelince, bu da, Cenâb-ı Hakk'ın, "Hiç, bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?*' buyruğudur. Bu ifade, İnsanın kemâlinin bu iki maksûdun gerçekleşmesine bağlı olduğunu gösterir. Çünkü amel, başlangıç; ilim ve mükaşefe ise, nihayet ve sonuçtur.
2) Allah Teâlâ, amelden yararlanmanın, ancak insan, ona devam ettiği sürece meydana geleceğine dikkat çekmiştir. Çünkü kunût, kişinin, kendisine vâcib olan tâatleri yapmasını ifade eder. Bu da, amelin ancak, insan ona devam ettiği sürece faydalı olacağını gösterir.
Ayetteki, kelimeleri amellerin çeşidine; "ahiret (azabın)dan korkarak, Rabbinin rahmetini umarak (...)" ifadesi de, insan amellere devam ettiğinde ona önce, kahr ve korku makamının tecellî ettiğine işarettir. "Ahiret (azabı)ndan korkarak.." ifadesi, bunu gösterir. Bundan sonra ise rahmet makamı gelir ki, "Rabbinin rahmetini umarak" ifadesi de bunu gösterir. Sonra da, mükaşefe nevileri meydana gelir ki, "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" ayeti de bunu gösterir.
Reca'nın Havf'a Galibiyeti 3) Cenâb-t Hak, korku makamından da, "ahiret azabından korkarak..." diyerek bu korkuyu kendisine nisbet etmemiştir. Ümit makamında ise, "Rabbinin rahmetini umarak" buyurmuş ve bu ümidi kendisine nisbet etmiştir ki Allah'ın huzurunda olmaya, recâ (ümid) tarafının daha uygun olduğuna delâlet eder.
"Gecenin saatlerinde secdeye kapanan... kimse (gibi)midir?" ayeti ile, Hz. Osman (r.a)'ın kastedildiği, çünkü onun tek bir rekâtla bütün geceyi ihya ettiği ve tek rekâtta bütün Kur'ân'ı okuduğu söylenmiştir. Ama doğru olan, bu ifade ile, böyle olan herkesin kastedilmiş olmasıdır. Buna böyle mana verilmesi halinde, içine hem Hz. Osman (r.a), hem de başkaları girmiş olur. Çünkü ayet, Hz. Osman (r.a)'a hasredilmemiştir..
Allah Teâlâ'nın, "De ki: "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" hitabı ilmin fazileti ile ilgili önemli bir dikkat çekiştir. Bu hususu, "Âdem'e bütün isimleri Öğretti" (Bakara, 3i> ayetini tefsir ederken, alabildiğine anlattık. Keşşaf sahibi şöyle der: "Hak Teâlâ, "bilenler" İfadesiyle, bahsi geçenleri, yani "taat ve ibadet eden" kimseleri; "bilmeyenler" ifadesiyle de, böyle olmayan kimseleri kastetmiştir.
Böylece, kânitu (yani taat ve ibadet edenleri) "âlimler" saymıştır ki bu, ameli olmayanın, gerçek âlim olamayacağına dikkat çekmedir." Keşşaf sahibi sözüne şöyle devam eder: "İşte bu ayette, ilimleri az olup, sonra da itaat ve ibadette bulunmayıp, hem o ilimlerinde aldanan, hem de dünya hususunda fitneye düşen kimseler için büyük bir ayıp vardır.
O halde bunlar, Allah katında câhil kimselerdir." Daha sonra Allah Teâlâ, "Ancak temiz akıl sahipleridir ki, hakkıyla düşünür" buyurmuştur ki bu, "Alimler ile cahiller arasındaki büyük farkı, yine ancak temiz akıl sahipleri anlar" demektir. Alimlerden birisine "Sizler, ilmin maldan daha üstün olduğunu söylüyorsunuz. Ama ilim adamlarını, kralların ve zenginlerin kapılarında görüyoruz.
Bunların, âlimlerin kapılarına gittiklerini görmüyoruz" denilmiş. Buna o âlim, "Bu da ilmin üstün olduğuna delâlet eder. Çünkü âlimler, maldaki-zenginlikteki menfaati anlamış ve dolayısıyla bunun peşine düşmüştür. Cahiller ise, ilmin faydasını anlamadıkları için, ilmin peşine düşmemişlerdir" diye cevap vermiştir..
Tefsir'ül münir'e göre
Yoksa o, gece saatlerinde secde ederek, ayakta durarak ibadet eden, ahiretten korkan ve Rabbinin rah*metini uman gibi midir? De ki: "Bi*lenlerle bilmeyenler bir olur mu?" Doğrusu ancak akl-ı selim sahipleri öğüt alır..
Nüzul Sebebi:
"Yoksa o, gece saatlerinde..." şekilde başlayan 9. ayetin nüzul sebebiyle ilgili olarak İbni Ebî Hatim, İbni Ömer (r.a.)'den, şöyle dediğini rivayet et*miştir: "Bu ayet Osman b. Affân hakkında nazil oldu." İbni Sa'd da İbni Abbâs (r.a.)'m şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bu ayet Ammâr b. Yâsir (r.a.) hakkında inmiştir." Cüveybir ise İbni Abbâs (r.a.)'dan, "Bu ayet, İbni Mesud, Ammâr b. Yâsir ve Ebû Huzeyfe'nin azatlısı Salim hakkında indi."dediğini rivayet etmiştir
Yoksa o gece saatlerinde" geceye tekabül eden saatlerde namaz için "ayakta durarak ibadet eden" Allah'a itaat eden ve Ondan korkan, "ahiret-ten korkan" ahiret azabından çekinen "ve Rabbinin rahmetini uman gibi midir?" Yani Rabbinin cennetini uman. Burada hazfedilmiş bir cümle var*dır. Takdirî ifade şöyledir: Bu kimse, küfür ve başka sebeplerle Rabbine asi olan gibi midir? Bunun bir benzeri de şu ayettir:
"De ki: Bilenlerle bil*meyenler bir olur mu?"
Bu ifade, anılan iki sınıfın eşit olmadığını bildir*mektedir. Yani bu iki zümrf birbirine eşit değildir. Tıpkı alimlerle cahil*lerin bir olmadığı gibi, Allah'a ibadet edenlerle isyan edenler de bir değil*dir. "Ancak akl-ı selim sahipleri." doğru düşünebilen akıl iz'an sahibi "öğüt alır" ders çıkarır
İnsana bir zarar dokundu mu, hemen içtenlikle Rabb'ine yönelerek Ona dua eder. Sonra Allah ona kendisinden bir nimet verdi mi, önceden O'na yalvarmakta olduğunu unutur da, O'nun yolundan saptırmak için Al*lah'a eşler koşmaya başlar." Bu, kâfirlerin ortaya koyduğu çelişkili bir tutumdur.
Kâfir, hastalık, fakirlik, korku gibi bir sıkıntıya maruz kaldığı zaman Rabbine dönererek ve Ona tevbe ederek yakarışlarda bulunur. Üzerine çöken musibetin kalkması için O'na sığınır. Derken ona musallat olan sıkıntı kalkar. Sonra Allah Tealâ ona bir nimet verdiği veya onu bir mülkün sahibi yaptığı ve o kimse bolluk ve refah haline ulaştığı zaman bu dua ve tazarruyu, daha önce kendisine dua ettiği Rabbini unutur.
Rahata eriştiği zaman putları veya başka şeyleri Allah'a ortak koş*maya başlar ve onlara kulluk eder; hem kendi dalâlete düşer, hem de bu ameliyle diğer insanları dalâlete düşürür ve onların İslâm'a girmesine ve Allah'ı birlemelerine mani olur. Buradaki "Allah'ın yolu" ifadesi, İslâm ve tevhidtir.
Dolayısıyla bu ayetin ille anlamı şöyle olmaktadır: "Bu kimse, muhtaç olduğu zaman Allah'a tazarru eder ve O'na sığınır." Nitekim Yüce Allah'ın şu kavl-i ilâhisi de buna benzemektedir:
"Denizde size bir sıkıntı dokun*duğu zaman, O'ndan başka bütün yalvardıklarınız kaybolur. Fakat sizi kurtarıp karaya çıkarınca yine yüzçevirirsiniz. Gerçekten insan nankördür." (İsrâ, 17/67)
(Burada çok ince mesajlar verilmekte,o kafir ki,kendisine bi sıkıntı vurdugunda yada zorlukla karşılaştığında.Allah 'a dua eder deniyor.Peki bi kafir nasıl olurda dua eder.?
İşte buna İsra süresi 67.ayeti kerimesinin tefsirden güzel bi cevap geliyor.Cevap'a geçmeden önce yahudilerin bi kıssasını anlatalım.Onlar iman etmiyorlarda Cebrail a.s Allah ım bunlar iman etmiyorlar demişti.Allah cc ben onlara ettiririm buyurdu..Daha sonra bir Meleğe emir verdi Tur dağ'ını Melek onların üstüne kaldırdı.(Bakara Süresi 93.) Baktıklarki dağ üstlerine geliyor.
Tamda başlarının üstüne geldi ve onlar baktılarki durum ciddi sıkıştılar.Öyleki Tur dagi üzerlerine kadar kondu ve eğildiler.Yanakları toprağa değdi.Ozaman söz verdiler Allah'ım tamam iman ettik secde edecegiz dediler.Ne zmaanki dağ üstlerinden kalktı gene isyanlarına devam ettiler.Ayet-i kerime'de şimdi yazılacak olan Hz İkrime olayıylada daha net bişekilde bu kafirlerin nasıl dua edip sonradan sapıttıklarını daha güzel anlıyacağız .**
Ebu Cehil oğlu İkrime Hz. Peygamberden kaçıp kurtulmak istemiş ve Habeşistan'a geçmek üzere deniz yolculuğuna çıkmış, bu sırada korkunç bir fırtına belirmiş. Bunun üzerine gemidekiler birbirlerine demişler ki: Bu fırtınanın geçmesi için yalnız ve yalnız bir tek Allah'a duâ edip yalvarmanız gerekir. Bunun üzerine İkrime kendi içinden şöyle demiş :
Allah'a andolsun ki eğer Allah'tan başkası denizde fayda vermiyorsa, elbette ki karada da fayda vermeyecektir. Allah'ım Sana ahdim olsun, eğer beni bu fırtınadan kurtarırsan, gider elimi eline koyar ve onu Rauf ve Rahîm olarak bulurum muhakkak. Denizden kurtulmuşlar ve İkrime Rasûlullah'a dönüp gelerek müslümanlığı kabul etmiş ve iyi bir müslüman olmuş. Allah ondan razı olsun ve onu hoşnûd etsin.
«Ama O, sizi karaya çıkarıp kurtarınca yüz çevirirsiniz.» Denizde Allah'ın birliğini hatırlamanızı unutur ve eşsiz olarak yalnız ve yalnız Allah'a duâ etmekten vazgeçersiniz.«Ve insan zâten pek nankör olandır..
**Bakınız Hz İkrime sözünde durdu ama bazıları ise caydı tıpkı Selman'ı Farisi r.a ın PEYGAMBER imizi görüp hemen ona biat etmesi ve diğerlerinin yani yahudi alimlerinin yüz cevirmesi gibi halbuki Allah cc o hahamların EFENDİMİZ sav ı kendi ana babalarını tanıdıklarından daha fazlası ile onu tanıdığını beyan etmekteydi
.Selman'ı Farisi r.a Hz Ömer r.a ile konuşurken Hz Ömer kendisine ey Selman sen RASULULLAH'ı görünce hemen tanıdınmı diye sordu oda evet ya Ömer anamdan babamdan daha iyi tanıdım çünki o tam tarif üzre Tevrat'ta anlatılmıştı halbuki ben anamı babamı onu tanıdıgım gibi tanıyamam(zira annemi ve babamı dogarken görmüş degilim ve onlara
RAB 'bim bunlar senin annen babanda demedi)oysa EFENDİMİZ'e Allah cc kefil oldu deyince hz Ömer alnından öptü onu bu kabulünden dolayı oysa diger hahamlar kıskançlık ve kibirlerinden dolayı inkar ettiler.Bu konu ile alakalı Bakara Süresi 101 ve 174 tefsir'lerinde geniş ölçüde anlatımlar mevcuddur.Ehli kitap'ız diyenler neler yapmışlar orda yazılıdır.**
“Allah tarafından kendilerine, yanlarında bulunanı tasdik edici bir elçi gelince ehl-i kitaptan bir gurup, sanki Allah'ın kitabını bilmiyormuş gibi onu arkalarına atıp terk ettiler.”(Bakara, 2/101)
“Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi (âhir zaman Peygamberinin vasıflarını) gizleyip onu az bir paha ile değişenler yok mu, işte onların yeyip de karınlarına doldurdukları, ateşten başka bir şey değildir. Kıyamet günü Allah ne kendileriyle konuşur ve ne de onları temize çıkarır. Orada onlar için can yakıcı bir azap vardır.”(Bakar, 2/174)
Bunlar gibi isyankarlar. Allah'a isyanlarında haddi aştıkları alani bişekilde ortada.İşte bunlar gibi kafir kefereler,zalimler,sıkıştıklarında Allah diye inlerler.Rahat olunca inkar ederler.İsyan ederler.İkinci anlam ise şöyledir: "Bu kimse, refaha ulaştığı zaman önceden yaptığı dua ve tazarruyu unutur." Şu ayet de bu anlamı desteklemektedir:
"İnsana bir darlık dokunduğu zaman yanı üzere yatarken, otururken, yahut ayakta bize yalvarır; ama biz onun darlığını kaldırınca, sanki ken*disine dokunan bir darlıktan ötürü bize hiç yalvarmamış gibi hareket eder. " (Yûnus, 10/12).
Yoksa o, gece saatlerinde secde ederek, ayakta durarak ibadet eden, ahiretten korkan ve Rabbinin nimetini uman gibi midir?" Yani hal ve kazanç itibariyle bu kâfir mi daha güzeldir, yoksa Allah'a iman eden, itaat ve huşu ehli olan, gece saatlerinde Allah için namaz kılan kimse mi? Onun huşuu, secde ve kıyam hali boyunca devam eder. O kimse ahiretten korkar ve Rabbinin rahmetini umar. Bu kimse bu haliyle korku ve ümit hallerini birlikte yaşar. İşte sahibini kazanca erdiren kâmil kulluk budur.
Bu ayetin sorduğu sorunun cevabı ise açıktır. Ebû Hayyân şöyle der: "Bu ayette gece namazının gündüz namazına üstün olduğuna ve gece namazının gündüz namazına tercih olunacağına delil vardır "De ki: "Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akl-ı selim sahipleri öğüt alır."
Yani alimlerle cahiller bir midir? Allah'ın ayetlerinden gerekli öğüdü alan ve onlar hakkında gereği gibi düşünenler ancak akl-ı selim sahipleridir, cahiller değil! Bu iki sınıf arasındaki farkı da cahiller değil, ancak akıl sahibi kims'eler bilir. Bu iki fırka bir değildir. Hakk'ı idrak eden ve dosdoğru yöntemi bilip uygulayarak gereğince amel eden alim kişi, karanlıkta önünü görmeden yürüyen ve batakta ve dalâlette yürüyen kişi ile bir değildir.
Bu ayette, anılan iki fırkanın bir olmadığı gerçeğinin soru tarzında gelmesinin sebebi şudur: Böyle bir ifade, önce zikredilen iki grubun bir ol*madığı konusunda tekit bildirir. Bu iki grup, kendi içinde çelişkili olan kâfir ile, Allah'a itaat eden ve huşu ehli olan mümindir.
Tıpkı alim ile cahilin bir olmadığı gibi, mümin ile insanları Allah'ın yolundan çıkarıp dalâlete sürüklemek için Allah'a ortaklar koşan müşrik de bir değildir. Bunlardan ilki hayır ve ilmin zirvesinde, diğeri ise şer ve cehaletin en aşağı mertebelerindedir.
Ebû Hayyân şöyle der: "Bu ayet, insanın kemâle ulaşmasının, ancak şu iki amacı gerçekleştirmekle mümkün olur: ilim ve amel. Tıpkı bilenlerle bilmeyenlerin bir olmadığı gibi, itaat edenle isyan eden de bir değildir. Buradaki "ilim"den maksat, Allah'ı bilmeye götüren ve kulu, Allah'ın gazabından kurtaran şey'dir
Et-tefsir'ül hadis'e göre
Yoksa o, gece saatlerinde boyun eğerek, secde ede*rek, ayakta durarak ibadet eden, ahiretten korkan ve Rab-bi'inin rahmetini uman gibi midir? De ki; "Bilenlerle bil*meyenler bir olur mu?" Doğrusu ancak akıl sahipleri öğüt alır.
Ayetlerde, sadece Allah'a boyun eğen ve O'na kul olanın, gece yarılarında, gündü*zün belli saatlerinde, zorluk ve refah vakitlerinde O'nu zikr eden, ahiret hesabını ve ah*valini hesaplayan,
Rabbi'nden rahmetine kendisini de katmasını dileyenden daha efdal (üstün) birinin olup olamayacağı sorgulanıyor. Peygamber (s)'e ikinci soru Rabbani emirle geliyor; bilen kimselerle bilmeyenler arasını eşitlemek ya da her iki grubu bir makama koymak doğru mudur? Sağlam ve ileri görüşlü akıl sahipleri, sadece işlerin ha*kikatini zikreder ve idrak ederler.
İlk sorunun, geçen ayette işaret edilen kafir müşrik ile salih mü'min arasında karşı*laştırma yolu ile sorulduğu akla gelebilir. Allah'ı zorluk anında hatırlayan, refah anında O'nun yolundan sapan müşrik, kafirdir. İkinci soru birinci soruyu tamamlamaktadır. Sa*lih toplumun sadece bilenler ve idrak edenler olduğunu uyarmaktadır.
Bu ayet ile geçen ayet arasında üslup yönünden bir münazara vardır. Her ikisinde de konu geneldir. Her ikisi de Pcygamber(s)'c inkar ile idrak ve itaatin neticelerini ilan et*mesi için emrolunur. Bu nedenle, bu ayetin ilkin önceki ayette bağlantılı olduğu söyle*nebilir. Her ikisi de siyak ile bağlantılıdır. Uyarma ve açıklama babında gelmiştir.
"Hiç Bilenlerle Bilmeyenler Bir Olur Mu?" Ayetin ikinci yarısı, sosyal konumuna bakmaksızın sapık ve delalette olan müşrik*ten, salih mü'minin daha üstün olduğunu olumlu bir isbatla açıklıyor. Bilmeyenler ile bilenler arasında eşitlemeyi inkar ediyor. Burada, salih mü'minin üstünlüğünün ispatı Kıyamete kadar açıkça belirtiyor.
"Bilen kimselerle, bilmeyenler" ibaresiyle kastedilenler, müminler ve kafirlerdir.Her nekadar müminlerin alim'leri övülsede burdaki mevzu mümin,kafir mevzusudur. İlk kesim işlerin hakikatini idrak ederek hidayet yoluna tabi oldular, diğerleri ise bunu gör*meyerek kör oldular. Bununla beraber bu İbareyi şu şekle koyarak söylemek mümkün:
İkİ durum yada iki adam yada iki grub arasında kıyas konusu olacak her şeyi içine alır. Biri görüş yada tavrını apaçık bir hüccetle ilme ve düşünceye dayandırıyor, diğerleri ise hakikati anlamıyor, hakkın konumunu bilmiyor, tavrını da ilim ve delile dayandırmıyor. Bu nedenle bu ibare, hakkı, doğruyu ve hikmeti içermesi nedeniyle Kur'an'ın meselle*rinden bir meseli oluşturuyor.
Bazı müfessirlcr.ayetin, Ammar bin Yasir ile müşriklerin zengin ve liderlerinden Huzeyfe el-Mahzumi arasında kıyas için indiğini rivayet ederler. Birincisi gece gündüz Allah'a ibadet eder, hududlarına uyar, rahmetini temenni eder. O bu davranışlarıyla sa*pıtan, müstekbir müşrikten Allah katında daha üstündür, Ammar.yerine Ebu Bekir ya*da Osman veya İbn Mesud'un adlarını zikreden rivayetler vardır.
Bununla beraber bir*den lazla müfcssirler, bu ayetin müminler ile müşrikler arasında tercih yapmak için ge*neli kapsamaktadır demektedirler Bu ayetin özel münasebetten ayrı düşünüyoruz. Ayclin Allah Rasulü'nün ashabından çok namaz kılan, Allah için ibadet eden bir şahıs ile bu şahsa karşı tercih ve teselli babında buğzedici bir tavır koyan, müstekbir, asi ve zengin bir şahsı kınamak ve uyarmak amacını içermesi ihtimal dahilindedir.
Şifa Tefsir'ine göre
(Ateşde yanacak olan kafirler mi hayırlı?) yoksa ahiretten sakı*narak, Rabbinin rahmetini umarak geceleri secde ederek, kıyamda du*rarak gönülden ibadet eden mi? (daha hayırlı) Deki; "hiç bilenlerle bil*meyenler bir olur mu?" Ancak akıl sahipleri öğüt alırlar. Kul darda kaldığında insanlardan ümidini kesdiğinde Allah'a yalvarır yakarır. Ama Allah ona bol nimetler verdiğinde ise verenin Allah olduğunıi unutur ve sebebleri il ahi aştırır.
"Bana filan verdi" der. Halbuki o filan bir perdedir, o perdeyi ilahlaştırır. Onu ve kurallarını Allah'ın yerine koyar. Yoldan çıkar. Bir müddet dünyadan faydalanabilir. Ama sonu cehennemdir.
Allah'a inanan kıyam, rüku ve secdede bulunan ve ahiret azabından sakınan, Rabbin rahmetini isteyenler daha hayırlıdır. "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" Tabiatta yüzün üzerinde elementi bulup da; "bunları tabiat yarattı, ta*biat kendiliğinden oluştu" diyen bir bilim adamı ile, "bu elementleri de, tabiatı da yaratan Allah'tır" diyen bir mü'min eşit değildir.
Asıl bilen mü'mindir. Çünkü o işin aslını bilmektedir. Allah'a inanma*yan binlerce bilim adamıyla, iman eden bir mümini hiçbir zaman, gönül te*razininiz kefelerine koyarak tartı bile yapmayın..
**Yukarıda mavi yazı ile yazılmış olan bu yazı daha doğrusu Tefsir gerçekten çok bariz bi şekilde mümin olmanın şerefini ortaya koyuyor.Bazı Müslüman kardeşler Mümin'ler neden bişey bulamıyor.Hep başkalari buluyor bizler geri kaldık diyorlar.Ve batılı bilimcilerin bizimle alay ettigini diyorlar.Evet bende günlerdir bunun izah ını yapmaya çalışıyorum ilim bu ilim Allah ını bilen herşeyi bilir.
Bunlara sayısız örnekler var biakçından bahs edeceğiz İNŞAALLAH.. Hadi bakalım konuşsun batılı bilimciler. Tıp,Matematik,Astroloji,Fen,Coğrafya,Kimya,Teknik İlimler,Jeoloji,(Jeoloji Dünyamızla ilgili problemleri araştıran bir ilim dalı)ki Müslüman bilim adamları bu konuda çığırlar açmışlardır.Ve sayamıyacağım kadar çok Bilim dallarında Müslümanlar'ın açtıgı çığırlar..
Tıp diyorlar Lokman Hekim'in Tıp'pını kullanıyorlar Yunan Tıp pı onun öncülügünde bulgular yaptı inkar edebiliyorlarmı bunu? Matematik diyorlar. Ebul Vefa'yı ve Harezmi'yi unuttularmı? hint rakamlarına 0 ı ekleyen ve bugünki kullanılan rakamları bulan Harezmi Degilmi?
Astroloji diyorlar. Alın 300 sene önce yazılan ve yüksek bi ilim ile donatılmış İbrahim Hakkı Efendi'nin Marifatnamesi ki,bu Marifetname'yi İngiliz'ler araştırmışlar.Diyorlarki Dünya ile yıldızlar arasındaki mesafeyi 300 sene önce bi hesapla (tabi bilmiyorlar nasıl hesapla buldugunu)bulmuş büyük bi başarı gerçekten ayakta alkışlarız demişler.
Ama neymiş 6 saat yanılmış 6 saat fark etmiş tabi daha sonra daha yüksek bi teknoloji ile yanılmıyorsam 98 de olsa gerek tekrar araştırma yapılmış bakmışlar gene aynı hesap en son 2002 de yapmışlar daha yüksek teknolojı ile bakmışlar gene aynı hesap ama bu sefer bişeyi fark etmişler.
Hani 6 saat yanıldı demişlerdiya işte o 6 saat senede bi uzaklık ve yakınlık mesafesinde oynama sonucu ortaya çıkmış yani senede 6 saat fark edermiş al işte teknolojileri daha 300 sene öncesi gibi ölçemiyor.Ayıp ayıp biraz daha modernleşin tekniginiz külüstür çalışmıyor
Daha sonra Fen diyorlar.Ahmet Fergani'yi unutuyorlarmı? enlemler arasındaki mesafeyi hesapladığı gibi, Dünya'nın eksenindeki eğimi en doğru şekilde hesaplıyor ve bi çığır açıyordu.Batılı bi fen bilimci vardı ismi aklımda kalmadı ama onların en ünlü Fen'cilerindendi Fergani bi çıgır açmış bu konuda deyince ona karşı karalama başlatmışlardı.Bakın doğruyu kabul edecek bi medeniyet bile degil bu batı medeniyeti ama mecburen kabul ediyorlardı.
Sonra coğrafya diyorlar bundan 450 sene önce yaşamış Piri reis i unutuyorlarmı? Portekiz'liler denizde yol bulmayı onun Kitab-ı Bahriye adlı eseriyle öğrenmedilermi ? daha yeni yeni onun çizmiş olduğu Dünya haritasıyla keşifler yapılıyor.
1500 lü yıllar nerde şimdiki zamane nerde bakın 450 sene önce çizilen bi harita ve yeni yeni keşf eden üstelik en donanımlı teknikle keşf eden bir bilim hangisi daha efdal ya Piri Reis te zamanında da olsa idi bu teknik nolurdu acaba acaba kürre'yi ,zerre'yi,Atom'u kaç milyar'a bölerdi??
İslam dünyasında yetişen bilim adamlarından Cabir Bin Hayyan Kimyasal maddeleri, uçucu maddeler, uçucu olmayan maddeler, yanmayan maddeler ve madenler olarak dört grupta toplar. Cabir Bin Hayyan'ın bu çalışması, modern kimyanın kurucusu olarak bilinen Lavoisier'e öncülük eder.
El-Kindi, Einstein'dan 1100 yıl önce 800 yılında, izafiyet teorisi ile uğraşır. El-Kindi, Zaman cismin var olma süresidir, zamanla bilinebilen ve ölçülebilen hız ve yavaşlık da hareketin sonucudur.
Zaman, mekan ve hareket birbirinden bağımsız değildir, göğe doğru çıkan bir insan ağacı küçük görür, inen insan ise büyük görür der. Tıp ve eczacılıkta Lokman Hekim Razi gibi alimler, anatomi ve tedavi alanına pek çok yeni bilgi eklerken ki sayılamıyacak kadar 'büyük işler yapmışlar.Kalp'e yapılan masaj tekniğiinden tutunda tırnak ucuna varana kadar Tıp'ta çıgır açmışlardır.
Tarih ve coğrafya bilimlerinde Idrisi, Hamevi ve Taberi ve adını bu satırlara sığdıramayacağımız pek çok İslam alimi, bilimsel teorilerde önemli ilerlemeler kaydetmişlerdir. Özellikle optik alanında, on birinci yüzyılda İbn-i Heysem, bu bilim dalını tek başına yeniden inşa etmiştir.
Dokuzuncu yüzyılda yaşamış olan Sabit bin Kurra, astronomi alanındaki ilk büyük yeniliği gerçekleştirmiş, Batlamyusçu sisteme dokuzuncu yıldızsız küreyi eklemiştir. Onüçüncü yüzyılda, bu sistemin karşılaştığı güçlükleri fark eden yine Müslüman astronomlar olmuş ve Batlamyusçu olmayan gezegen modellerini geliştirmişlerdir.
Yüzyıllar önce Semerkant, Bağdat ve İstanbul'dan Latinceye veya Fransızcaya çevirilen kitaplar, buluşlar, ilk bulan alimler göz ardı edilerek Avrupalı bilim adamları tarafından nasıl sahip çıkıldı?
Dekart, Galile, Kopemik, Newton, Lavoisier, Kepler, Wright Kardeşler, Toriçelli, Kristof Kolomb, Vasco de Gama... İçinizde bunları tanımayan var mı? İlkokuldan başlayarak tanımaya başladığımız bu yabancı bilim adamları tarih kitaplarına bakarsanız, birçok önemli buluşun ilk sahibi.
Yüzyıllar önce Semerkant, Bağdat ve İstanbul'dan Latinceye veya Fransızcaya çevrilen bir çok kitaplar ilk bulan alimler göz ardı edilerek Avrupalı bilim adamları tarafından sahip çıkıldı. Günümüzde batılı bilim adamları bunları yer yer itiraf etmektedirler.
Mesela Newton'dan yerçekimini ilk bulan kişi diye bahsederiz.Aslında bahs ettiriliyoruz. Oysa yerçekimini ilk keşfeden, bilim adamı, pek tanımadığımız bir Müslüman Razi'dir.
Şimdi gelin, Batı kaynaklı önyargıları bir kenara bırakalım ve bilimsel birçok buluşu ilk yapan İslam bilginlerini tanıyalım bakalım kimler neyi bulmuş kimlerde onların bu bilgilerini her zamanki gibi hainlikle çalmış!!!**
İlk kağıt fabrikasını kuran alim İbni Fazıl • Kızamık ve çiçek hastalığını keşfeden; alim Razi • Mikrobu ilk tanımlayan alim Akşemseddin • Cüzzamı bulan alim ... İbni Cessar • Vebanın bulaşıcı olduğunu bulan alim İbni Hatip • Verem mikrobunu bulan alim Kambur Vesîm • Retina tabakasını bulan alim İbni Rüşd • İlk göz ameliyatını yapan alim Ammar • İlk kanser ameliyatını yapan alim Ali bin Abbas • Küçük kan dolaşımını bulan alim İbnünnefis • İlk Tabipler odası başkanı Ali bin Rıdvan • Sıfırı ilk kullanan alim Harizmi • Trigonometriyi ilk bulan alim Battani • Tanjant, kotanjant ve kosekantı ilk kullanan alim Ebul Vefa • Trigonometri kitabını yazan alim Nasiruddin Tusi • İlk trigonometrik dönüşüm formülünü bulan alim İbni Yunus • Binom formülünü ilk bulan alim Ömer Hayam • İlk difransiyel kitabını yazan alim. Sabit bin Kura • Ondalık kesiri ilk bulan alim Gıyaseddin Cemşid • İlk usturlabı yapan alim Zerkali • Dünyanın döndüğünü keşfeden ilk alim Biruni • Dünyanın çevresini ilk ölçen alim Musa kardeşler • Güneşin yüzündeki lekeleri ilk bulan alim Fergani • Yıldızların yer ve açıklıklarını ölçen ve ilk cetveli geliştiren alim Cabir bin Eflah • İlk otomatik kontrol sistemleri tasarlayan alim Ahmet bin Musa • Sibernetiği ilk kuran alim İsmail-El Gezeri • İlk optik temellerini koyan alim İbni Heysem • Sesin .fiziki açıklamasını ilk yapan alim Farabi • İlk torna tezgahını yapan alim İbni Karara • Kanatlarla uçan ilk alim Hazerfen Ahmed Çelebi • İlk uçağı yapan alim Ebu Firnas • Yer çekimini ilk bulan alim Razi • Sarkaçlı saati ilk yapan alim İbni Yunus • Maddelerin özgül ağırlığını ilk hesaplayan alim Hazini • Atomun parçalanabileceğim ilk bulan alim Cabir bin Hayan • Gök kuşağını ilk açıklayan alim Kutbettin Şirazi • İlk kimya laboratuarını kuran alim Cabir • Saf alkolü ilk elde eden alim Razi • Fosforu ilk bulan alim Beşir • Havan topunu ilk bulan alim Fatih Sultan Mehmed • İlk kıta seyahatnamesini yazan alim İbni Battuta • İlk dünya haritasını çizen alim Mürsiyeli İbrahim • İlk ecza kitabını yazan alim İbni Baytar
**Ve bunlar gibi sayılamıyacak kadar buluş ve ilim işte, Müslüman budur.Akıllı keşfi açık yaptıgını ferasetle yapan ilmini adeta güneş gibi saçandır.Batı medeniyetinin işide gerek Abd olsun gerek yandaşları fark etmez anca yapsalar yapsalar Müslüman'ların haklarını çalıp yağma ederler.
Şimdilerde de öyle değilmi.? Dedem Fatih Sultan Havan top'unu döktürdügünde ve gemileri karadan yürüttüğünde Bizans şaşkın ördeğe dönmüştü.Batı'lı bazı ilim adamları (tabi vicdan sahibi)olanlar. Müslüman alimlerin buluşlarını büyük buluşlar olarak çığır açan buluşlar olarak kabul etmiştir.
Onlarda bişey yok çalma çırpma kopyalama hariç.....Ancak bunu yaparlar işleri güçleri hak hukuk ezmek çalmak talan etmek...Bizde İlim bitmedi İlim'ci bitti..Şimdi onlar bizim tekniklerimizi bize satıyorlar.
Meydan onlara kaldı. Onlara çıgır açıyorlar,Müslüman'larda iş yok diyen kardeşim öyle değil işin aslı burda iş bizde ilim,teknik bizde yapılan çok büyük işler bizde ama şimdi ne eksik bizde okuyan keşf eden bulan Fatih'ler,Cabir'ler,Razi'ler,Hazini'ler,Fergani'le r Biruni'ler ,Farabi'ler ,sayılamıyacak kadar çok alim'ler eksik..İlim var ama tahsil edeni yok daha doğrusu Allah cc istediği kıvama gelen insan yok olsa eger Allah'a layık olunsa veya olunmaya çalışsa neler olurdu neler..
Alın işte Osman'lı şanlı ecdad'ta bunların mekik araçları bunların mekanik leri makina takımları yoktu ama onlar öyle işler yaptılarki batı medeniyeti şimdi ellerindeki bu teknoloji ile ancak onların bulgularına ayna oluyorlar.Ama gizli bi ayna işine geleni yansıtan gelmiyeni sakllıyan bi ayna güneş balçıkla sıvanmaz ne kadar saklasalarda uzayda ezan seslerini dinledik ELHAMDULİLLAH...
Birazdan yazılacakları okuduğumuzda şu kelam ın ne kadar yerinde ve anlamlı olduğunu gayet net anlıyacağız nedir o kelam. VARKEN İLMİ KURAN'İ NE LAZIM İLMİ YUNAN'İ işte şimdi buna bi göz atalım evvela Fatih Sultan Mehmet'in döktügü havan topundan tutunki diğer İslam alimlerine verilmiş bunca nimeti asıl nedeni nerde imiş görelim Allah KURAN'la ilme bilgiye yön verir.**
Evet bu çok akıllıca ancak akıl sahibi düşünen tefekkür edenlerin anlıyacağı bişey...Boşuna RAB bimiz akıl sahibleri anlar buyurmadı yeryüzünde ibretler var.Biz bu KURAN'da kuru yaş ne varsa zikir ettik. Gibi ve benzeri ayetleri anlamak çok farklı bi akıl ve ilim gerektiriyor işte nereye gidersek gidelim illa ilim illa ilim lazım..Bakalım KURAN ı KERİM bize ne ögütler vermiş ne mucizevi imalar var...
.1.."Derken doğum sancısı onu bir hurma dalına sürükledi. Dedi ki: "Keşke bundan önce ölseydim de, hafızalardan silinip unutuluverseydim." Altından (bir ses) ona seslendi: "Hüzne kapılma, Rabbin senin alt (yan)ında bir ark kılmıştır." Hurma dalını kendine doğru salla, üzerine henüz oluşmuş-taze hurma dökülüversin."
Artık, ye, iç, gözün aydın olsun. Eğer herhangi bir beşer görecek olursan, de ki: "Ben Rahman (olan Allah) a oruç adadım, bugün hiç kimseyle konuşmayacağım."" (Meryem Suresi, 23-26)
**Evet burda neden hurma dan bahs edilmiş niye patates,sogan,buğday,lahana vs vs şeyler degil Allah cc hamileliği sırasında Hz. Meryem'i her açıdan, en güzel şekilde desteklemiştir. Çok iyi bakım gerektiren ve hayati riskler içeren bir olay olan doğum esnasında, tıbbi malzemeleri, tecrübeli bir yardımcısı olmayan bir kişinin, yalnız başına bu işin üstesinden gelebilmesi zordur. Buna rağmen bu konuda hiçbir tecrübesi olmayan Hz. Meryem, Allah'ın rahmeti ve yardımı ile bu zor işi tek başına başarabilmiştir.Peki neden hurma??**
Cevap..Yüce Allah'ın, Hz. Meryem'e 'hüzne kapılmamasını', 'hurma yemesini' bildirmesinin ve onun yanı başında 'bir su arkı yaratmış olmasının' pek çok hikmeti vardır. Tüm bu ayetler, doğumu kolaylaştıran birçok işaret içermektedir.
Nitekim Allah'ın Hz. Meryem'in doğumunu kolaylaştırmak için sunduğu bu nimetlerin, özellikle hamile ve doğum yapan kadınlar için önemi ve faydaları, bugün bilimsel olarak da bilinmektedir..Bakın hurma'nın Tıp ta ki yeri daha yeni kefş ediliyor.Başka bi yaklaşımlada Evrimcilerin kabul ettigi muazzam jeoloji olayları var bi kaç tanesi şunlardır.
Geceyi, gündüzü, Güneşi ve Ay'ı yaratan O'dur; herbiri bir yörüngede yüzüp gidiyor. (Enbiya Suresi, 33)
Güneşin sabit olmadığı, belli bir yörüngede yol almakta olduğu bir başka ayette de şöyle bildirilmektedir:
Güneş de, kendisi için (tesbit edilmiş) olan bir karar yerine doğru akıp gitmektedir. Bu üstün ve güçlü olan, bilenin takdiridir. (Yasin Suresi, 38)
Kuran'da bildirilen bu gerçekler, çağımızdaki astronomik gözlemlerle anlaşılmıştır. Astronomi uzmanlarının hesaplarına göre Güneş, Solar Apex adı verilen bir yörünge boyunca Vega Yıldızı doğrultusunda saatte 720 bin km.'lik muazzam bir hızla hareket etmektedir.
Bu, kabaca bir hesapla, Güneş'in günde 17 milyon 280 bin km. yol katettiğini gösterir. Güneş'le birlikte onun çekim sistemi içindeki tüm gezegenler ve uyduları da aynı mesafeyi katederler. Ayrıca, evrendeki tüm yıldızlar da buna benzer planlı bir harekete sahiptirler
Özen içinde yollar ve yörüngelerle donatılmış' göğe andolsun. (Zariyat Suresi, 7
Evrende yaklaşık 200 milyar galaksi mevcuttur ve her galakside ortalama 200 milyar yıldız bulunur. Bu yıldızların pek çoğunun gezegenleri, bu gezegenlerin de uyduları vardır.
Tüm bu gök cisimleri çok ince hesaplarla saptanmış yörüngelere sahiptir. Ve milyonlarca yıldır her biri kendi yörüngesinde diğerleriyle kusursuz bir uyum ve düzen içinde akıp gitmektedir. Bunların dışında pek çok kuyruklu yıldız da kendisi için tespit edilmiş yörüngede yüzüp gider
Kuran'da Allah, gökyüzünün ilginç bir özelliğine şöyle dikkat çeker:
Gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık; onlar ise bunun ayetlerinden yüz çeviriyorlar. (Enbiya Suresi, 32)
Gökyüzünün bu özelliği, 20. yüzyıldaki bilimsel araştırmalarla kanıtlanmıştır.
Yerküremizi çepeçevre kuşatan atmosfer, canlılığın devamı için son derece hayati işlevleri yerine getirir. Dünyaya doğru yaklaşan irili ufaklı pek çok göktaşını eriterek yok eder ve bunların yeryüzüne düşerek canlılara büyük zararlar vermesini engeller.
Gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık; onlar ise bunun ayetlerinden yüz çeviriyorlar. (Enbiya Suresi, 32
Atmosfer, bunun yanısıra, uzaydan gelen ve canlılar için zararlı olan ışınları da filtre eder. İşin ilginç olan yanı, atmosferin sadece zararsız orandaki ışınları, yani görünür ışık, kızıl ötesi ışınlar ve radyo dalgalarını geçirmesidir.
Çünkü bunlar yaşam için gerekli ışınlardır. Atmosfer tarafından belirli oranda geçmesine izin verilen ultraviyole ışınları, bitkilerin fotosentez yapmaları ve dolayısıyla tüm canlıların hayatta kalmaları açısından büyük önem taşır. Güneş tarafından yayılan şiddetli ultraviyole ışınlarının büyük bölümü, atmosferin ozon tabakasında süzülür ve Dünya yüzeyine yaşam için gerekli olan az bir kısmı ulaşır.. (Harun Yahya KURAN ve Bilim)
ATMOSFERİN KATMANLARI
Kuran ayetlerinde evren hakkında verilen bilgilerden biri, gökyüzünün yedi kat olarak düzenlendiğidir:
Sizin için yerde olanların tümünü yaratan O'dur. Sonra göğe istiva edip de onları yedi gök olarak düzenleyen O'dur. Ve O, herşeyi bilendir. (Bakara Suresi, 29) Sonra, duman halinde olan göğe yöneldi... Böylece onları iki gün içinde yedi gök olarak tamamladı ve her bir göğe emrini vahyetti... (Fussilet Suresi, 11-12)
Kuran'da gök kelimesi tüm evreni ifade etmek için kullanıldığı gibi, Dünya göğünü ifade etmek için de kullanılır. Kelimenin bu anlamı alındığında, Dünya göğünün, bir başka deyişle atmosferin 7 katmandan oluştuğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Nitekim bugün Dünya atmosferinin üst üste dizilmiş farklı katmanlardan meydana geldiği bilinmektedir. Üstelik ayette bildirildiği gibi, tam yedi temel katmandan... Bilimsel bir kaynakta bu konu şöyle açıklanır
Bilim adamları atmosferin birçok katmandan oluştuğunu keşfettiler. Katmanlar, basınçları ve bunları oluşturan gazların bileşimi gibi belirgin fiziksel özelliklerle birbirlerinden farklılaşırlar... Atmosferin Dünyaya en yakın katmanı "TROPOSFER"dir. Atmosferin toplam kütlesinin %90'ını oluşturur... Troposfer'in üzerindeki katman "STRATOSFER" dir... Stratosfer'de ultraviyole ışınlarının emildiği katmana "OZONOSFER" adı verilir...
Stratosfer'in üzerindeki tabakaya "MEZOSFER" adı verilir... Mezosfer'in üzerinde "TERMOSFER" yer alır... İyonize olmuş gazlar Termosfer'in içinde "İYONOSFER" adı verilen bir katman oluştururlar... Dünya atmosferinin en dış tabakası 450 km. den 960 km. ye uzanır. Bu katmana "EKZOSFER" adı verilir..Harun Yahya KURAN ve Bilim)
Dagların düzeneği...
Dağları görürsün de, donmuş sanırsın; oysa onlar bulutların sürüklenmesi gibi sürüklenirler. (Neml Suresi, 88)
Dağların bu hareketi, üzerinde bulundukları yer kabuğunun hareketinden kaynaklanır. Yer kabuğu kendisinden daha yoğun olan manto tabakası üzerinde adeta yüzer gibi hareket etmektedir. İlk olarak bu yüzyılın başlarında Alfred Wegener isimli Alman bir bilim adamı, yeryüzündeki kıtaların dünyanın ilk dönemlerinde bir arada bulunduklarını, daha sonra farklı yönlerde sürüklenerek birbirlerinden ayrılıp uzaklaştıklarını öne sürmüştü.
Ancak jeologlar, Wegener'in haklı olduğunu onun ölümünden 50 yıl sonra yani 1980'li yıllarda anlayabildiler. Wegener'in, 1915 yılında yayınladığı bir makalede belirtmiş olduğu gibi yeryüzündeki kara parçaları yaklaşık 500 milyon yıl önce birbirlerine bağlılardı ve Pangaea ismi verilen bu büyük kara parçası Güney Kutbu'nda bulunuyordu.
Yaklaşık 180 milyon yıl önce Pangaea ikiye ayrıldı. Farklı yönlere sürüklenen bu iki dev kıtadan birincisi Afrika, Avustralya, Antartika ve Hindistan'ı kapsayan Gondwana idi. İkincisi ise, Avrupa, Kuzey Amerika ve Hindistan'sız Asya'dan oluşan Laurasia idi. Bu bölünmeyi izleyen yaklaşık 150 milyon yıl içindeki çeşitli zamanlarda Gondwana ve Laurasia daha küçük parçalara ayrıldılar.(Harun Yahya KURAN ve Bilim)
İşte demir mucizesi!!!
Ve kendisinde çetin bir sertlik ve insanlar için (çeşitli) yararlar bulunan demiri de indirdik... (Hadid Suresi, 25)
Ayette, demir için özel olarak kullanılan "indirme" kelimesi, mecazi olarak insanların hizmetine verilme anlamında düşünülebilir. Fakat kelimenin, "Gökten fiziksel olarak indirme" şeklindeki gerçek anlamı dikkate alındığında, ayetin çok önemli bir bilimsel mucize içerdiği görülmektedir.
Çünkü modern astronomik bulgular, Dünyamız'daki demir madeninin dış uzaydaki dev yıldızlardan geldiğini ortaya koymuştur. Evrende ağır metaller, büyük yıldızların çekirdeklerinde üretilir. Güneş sistemimiz ise demir elementini kendi bünyesinde üretebilecek bir yapıya sahip değildir. Demir ancak Güneş'ten çok daha büyük yıldızlarda bir kaç yüz milyon dereceye varan sıcaklıklarda oluşabilmektedir.
Nova veya süpernova olarak adlandırılan bu yıldızlardaki demir miktarı belli bir oranı geçince, artık yıldız bunu taşıyamaz ve patlar. Bu patlama sonucu, içinde demir bulunan gök taşları uzaya dağılır ve bir gök cisminin çekimine yakalanıp çarpana kadar boşlukta dolaşır.
Tüm bunlardan anlaşılacağı gibi demir madeni dünyamızda oluşmamış, gök taşları vasıtasıyla süper novalardan taşınarak, aynen ayette bildirildiği şekilde "Dünya'ya indirilmiştir". Bu gerçek, herşeyi sonsuz bilgisiyle kuşatan Allah'ın sözü olan Kuran'da yer almaktadır.Sadece "hadid" kelimesinin sayısal değeri 26'dır. 26 sayısı ise demirin atom numarasıdır.(Harun Yahya KURAN ve Bilim)
Kuran'da, insanları ölümden sonra diriltmenin Allah için çok kolay olduğu anlatılırken, insanların özelikle parmak uçlarına dikkat çekilir:
Evet; onun parmak uçlarını dahi derleyip-(yeniden) düzene koymaya güç yetirenleriz. (Kıyamet Suresi, 3-4)
Parmak uçlarının vurgulanması, son derece hikmetlidir. Çünkü tüm insanların parmak izi, tamamen kendilerine özeldir. Şu an dünya üzerinde yaşayan her insanın parmak izi birbirinden farklıdır. Dahası, tarih boyunca yaşamış insanlarınki de birbirlerinden farklıdır.Harun Yahya KURAN ve Bilim)
İşte Yağmur mucizesi!!!
Kuran'ın bir ayetinde rüzgarların "aşılama" özelliğine ve bunun sonucunda yağmurun oluştuğuna dikkat çekilir:
Ve aşılayıcılar olarak rüzgarları gönderdik, böylece gökten su indirdik de sizleri suladık. (Hicr Suresi, 22
Ayette, yağmur oluşumundaki ilk aşamanın rüzgarlar olduğuna dikkat çekilmektedir. Oysa bu yüzyılın başlarına kadar, rüzgarla yağmurun yağması arasında bir bağlantı bulunduğu bilinmiyordu. Rüzgarların yağmurun oluşumunda önemli bir "aşılayıcı" rol oynadıkları, modern meteorolojik çalışmalarla fark edildi. Rüzgarların bu aşılama özelliği şöyle gerçekleşir:
Okyanusların ve denizlerin yüzeyinde, köpüklenme nedeniyle her an sayısız hava kabarcığı oluşmaktadır. Bu kabarcıklar patladıkları anda, milimetrenin 100'de biri çapındaki binlerce parçacığı havaya fırlatırlar. "Aerosol" adı verilen bu parçacıklar, rüzgarlar sayesinde karalardan gelen tozlarla karışarak atmosferin üst katmanlarına taşınır.
Rüzgarların bu şekilde yükseklere taşıdığı parçacıklar, burada su buharı ile temas eder. Su buharı da bu parçacıkların etrafına toplanarak yoğunlaşır ve su damlacıklarına dönüşür. Bu su damlacıkları önce bir araya gelerek bulutları oluşturur, bir süre sonra da yağmur olarak yeryüzüne iner.
Görüldüğü gibi rüzgarlar, havada serbest halde bulunan su buharını denizlerden taşıdıkları parçacıklarla "aşılamakta" ve böylece yağmur bulutlarının oluşumunu sağlamaktadır. Eğer rüzgarların bu özelliği olmasa, yüksek atmosferdeki su damlacıkları hiçbir zaman oluşamayacak ve yağmur diye birşey de olmayacaktı...(Harun Yahya KURAN ve Bilim) Burada önemli olan nokta ise, rüzgarların yağmur oluşumundaki bu kritik görevinin asırlar önce Kuran ayetinde bildirilmiş olmasıdır.
DENİZLERİN BİRBİRİNE KARIŞMAMASI
Denizlerin, araştırmacılar tarafından çok yakın bir geçmişte tespit edilen bir özelliği, Kuran'ın bir ayetinde şöyle bildirilir:
Birbirleriyle kavuşmak üzere iki denizi salıverdi. İkisi arasında bir engel (berzah) vardır; birbirlerinin sınırını geçmezler. (Rahman Suresi, 19-20)
Birbirine açılan, fakat suları kesinlikle birbiriyle karışmayan denizlerin ayette bildirilen bu özelliği, okyanus bilimciler tarafından çok yakın bir zaman önce keşfedilmiştir. "Yüzey gerilimi" adı verilen fiziksel bir kuvvet nedeniyle, komşu denizlerin sularının karışmadığı ortaya çıkmıştır. Denizlerin farklı yoğunluklarından kaynaklanan yüzey gerilimi, adeta bir duvar gibi sularının birbirine karışmasını engeller.(Harun Yahya KURAN ve Bilim)
**Not: Captan Custo'nun bu gerçeği KURAN'dan keşf edip iman ettiği söylenmiştir..Mevzusu gecen yerinde Kızıldeniz olduğu söylenir.
BEBEĞİN CİNSİYETİ
Yakın bir zamana kadar, insanlar, bebeğin cinsiyetinin anne hücreleri tarafından belirlendiğini sanıyordu. Ya da en azından, anne ve babadan gelen hücrelerin birlikte cinsiyet belirledikleri zannediliyordu. Ancak Kuran'da bu konuda farklı bir bilgi verilmiş ve erkeklik ve dişiliğin, "rahme dökülen meniden" yaratıldığı bildirilmiştir:
Rahime dökülen meniden erkek ve dişi iki çifti O yarattı... (Necm Suresi, 45-46) Kuran'ın verdiği bu bilginin doğruluğu, genetik ve mikrobiyoloji bilimlerinin gelişmesiyle birlikte bilimsel olarak da ispatlandı. Cinsiyetin tümüyle erkekten gelen sperm hücreleri tarafından belirlendiği, kadının ise bu işte hiçbir rolü olmadığı anlaşıldı.(Harun Yahya KURAN ve Bilim)
ANNE SÜTÜ
Biz insana anne ve babasını (onlara iyilikle davranmayı) tavsiye ettik. Annesi onu, zorluk üstüne zorlukla (karnında) taşımıştır. Onun (sütten) ayrılması, iki yıl içindedir. "Hem bana, hem anne ve babana şükret, dönüş yalnız banadır." (Lokman Suresi, 14)
Anne sütü, bebeğin besin ihtiyaçlarını eksiksiz olarak gidermek ve bebeği olası enfeksiyonlara karşı korumak üzere Allah tarafından yaratılmış eşsiz bir karışımdır. Günümüz teknolojisi ile hazırlanan bebek mamaları dahi bu mucizevi besinin yerini tutamamaktadır.
Anne sütünün bebeğe olan faydaları her geçen gün daha fazla ortaya çıkmaktadır. Bilimin anne sütü ile ilgili yeni keşfettiği gerçeklerden biri ise bebeğin anne sütü ile 2 yıl boyunca beslenmesinin son derece faydalı olduğudur. Bilimin yeni keşfettiği bu önemli bilgiyi Allah bizlere "…Onun (sütten) ayrılması, iki yıl içindedir..." ayetiyle 14 asır önce bildirmiştir.(Harun Yahya KURAN ve Bilim)
Gözdeki mucize
"De ki: 'Sizi inşa eden (yaratan), size kulak, gözler ve gönüller veren O'dur.' Ne az şükrediyorsunuz? " (Mülk Suresi, 23)
Göz, görüntünün aynı anda hem siyah-beyaz, hem de renkli fotoğrafını çeker. Daha sonra bu fotoğraflar beyinde sentezlenerek normal görüntü halini alır.
Retina tabakasında bulunan çubuk hücrelerinin görevi, bakılan nesnenin biçimini siyah-beyaz olarak ayrıntılı bir şekilde algılamaktır. Koni hücreleri ise nesnenin renklerini tespit ederler. Sonuçta, her iki hücreden alınan sinyallerin değerlendirilmesiyle, dış dünyanın görüntüsü şekillenir ve renkli bir halde beynimizde oluşur.
Gözdeki Üstün Teknoloji
Fotoğraf makinesi göze göre son derece ilkel bir yapıya sahiptir. Hatta gözün görüntü iletme tekniği en gelişmiş kameralardan bile kat kat üstündür. Sonuç olarak da gözün ilettiği görüntü insanoğlu tarafından yapılmış herhangi bir aletin iletebildiği görüntüden çok daha kalitelidir.
California Teknoloji Enstitüsü'nden Carver Mead başkanlığında bir araştırma ekibi, retinada kolayca gerçekleştirilen işlemlere imkan tanıyan tasarımın sırrını araştırmaktadır. Carver Mead, Caltech firmasından biyolog Misha Mahowald ile birlikte retinadaki sinir ağına benzer yapıda elektronik devreler tasarlamıştır. Yapılan bu devrelerde gözdeki gibi ışık algılayıcıları bulunmaktadır.
Algılayıcılar tıpkı retinada olduğu gibi bir diğer algılayıcıyla bağlantı halindedir. Kullanılan direnç, amfi gibi elektronik devre parçalarının, ışık algılayıcılarının, retina hücreleri gibi kendi aralarında haberleşebilmelerine imkan tanımaktadır.
Ancak tüm çabalara rağmen, bu devreyi, retina ağında olduğu gibi birebir olarak taklit edebilmek mümkün olmamıştır. Çünkü canlı bir retinadaki hücrelerin ve bunların arasındaki bağlantıların sayısı çok fazladır. Bunun yerine tasarım mühendisleri şu an için, retinadaki sinir ağının ön işlemlerini nasıl yaptıklarını anlamaya çalışıp, aynı işi yapabilen daha basit devreler tasarlamaktadırlar. Allah eşi olmayan, tek güç sahibi olandır. (Renkli Dünyaya Açılan Pencere: Gözlerimiz HaRun Yahya)
**Hangi mucizeyi yazalım yerdeki tohumlardan, çiçeklerden ,agaçlardan, denizlerden,gökteki bulutlara kadar.Zerreden kürreden maddeden neye bakarsanız bakın orda KURAN'ı bulacaksınız.Allah'ın sanatlarını bulacaksınız...İşte hiç bilenle bilmiyen bir olurmu bu olsa gerek..
Şimdi daha net anlaşılır VARKEN İLMİ KURAN'İ NE LAZIM İLMİ YUNAN'İ kelamı ne yokki neler yokki Allah cc parmak uçlarımıza varana kadar herşeyi ayan beyan belirtmiştir.Bu KURAN ne büyük bi Kitap'tır.Onu okuyanlar anlıyanlar işte akıl sahipleri olanlar onlardır..
Her ayette başka bi muamma başka bi gizem var aklını ona yoranlar keşifler yapıyorlar.Aklını tombalaya at yarışlarına yoranlarda ancak hıı bune yeniyormu diyorlar. .He yeniyor geç bile kaldın ye yakında aş diye kağıtları yiycekler.Allah hidayet nasip etsin.. Bak neden battık anladıkmı şimdi yürü kızım koş oğlum diye ganyanlarda bağıran insanlar ve hangi kumar kağıdını nereye kullanıcağının hesabını yapanlar elbette bu hesaplardan bi haber olur.
Sonra trene bakarız daha da geç kalırsak Bolu pazarından Niğde'ye geçeriz Bolu pazarı dünya Niğde'de ahiret olur.Sonra ahlar vahlar kar etmez.Nasıl ki bi insan usta olmadan önce çırak oluyor.
Sonra usta oluyorsa aynen KURAN içinde çırak olmak ve sonra usta olmak gerekiyor. Bu Kitap hem şifa hem deva hem fizik hem matematik hem coğrafya hem astronomi kısaca bu Kitap herşey bütün var yok bunda yazılı bulanlara helal olsun....
Kim ki KURAN bilmedi sanki o dünyaya gelmedi derler.Ne güzel derler....İşte bilenle bilmiyen bir olmazın başka boyutlarda izahıydı bunlar.İşte geri kalmamızın tek nedeni var KURAN'dan koptuk başka bişey degil tek sebeb bu.....Şimdi ayetin tefsirine Müfessirlerin yorumu ile devam ediyoruz...**
İbni Kesir Tefsir'ine göre
Yoksa o, geceleyin secde ederek, kıyamda durarak (secde ve kıyamı halinde) Allah'a itaat eden kimse gibi midir?» Kunût'un namazdaki huşu' olduğunu ileri sürenler bu âyeti delil getirirler. Buna göre Kunût; başkalarının ileri sürdükleri gibi sâdece kıyamdan ibaret değildir. Sevrî'nin Firâs kanalıyla...
İbn Mes'ûd'dan rivayetine göre o, Kânit'i; Allah'a ve Rasûlüne itaat eden, anlamına almıştır. İbn Abbâs, Hasan, Süddî ve İbn Zeyd âyetteki ( ) kelimelerini; gecenin ortasıyla açıklarlar. Sevrî ise Mansûr'dan rivayetle der ki:. Bize ulaştığına göre bu, akşam ile yatsı arasıdır. Hasan ve Katâde ise bu ifâdeleri; gecenin evveli, ortası ve sonu ile açıklamıştır.
Yoksa o, (ibâdet ettiği sırada) âhiretten korkan ve Rabbının rahmetini dileyen kimse gibi midir?» İbâdette her ikisinin de (korku ve ümit halinin de) bulunması gerekir. Ayrıca korkunun hayat süresince gâlib duygu olması şarttır. Bu sebepledir ki: «Âhiretten korkan ve Rabbının rahmetini dileyen...» buyurmuştur.
Ölüm halinde ise gâlib olan duygu ümid olmalıdır. Nitekim İmâm Abd İbn Humeyd, Müsned'inde der ki: Bize Yahya İbn Abdülhamîd'in... Enes'ten rivayetine göre; o, şöyle anlatmış: Allah Rasûlü (s.a.) ölüm halindeki birinin yanına girmişti. Ona: Kendini nasıl buluyorsun? diye sordu da adam: Umuyo-yorum ve korkuyorum, diye cevab yerdi.
Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurdular: Böyle bir yerde kulun kalbinde bu iki duygu birleşmişse şüphesiz Allah Teâlâ onu umduğuna nail eder, korktuğundan emîn kılar. Hadîsi Tirmizî ve Neseî, Gece ve gündüz babında İbn Mâce ise Seyyar İbn Hatim kanalıyla Ca'fer İbn Süleyman'dan rivayet etmişlerdir.. İbn Ebu Hâtim'in Ömer İbn Şebbe kanalıyla...
Yahya el-Bekkâ'dan rivayetine göre; o, İbn Ömer'i «Yoksa o, geceleyin secde ederek, kıyamda durarak itaat eden, âhiretten korkan ve Rabbının rahmetini dileyen kimse gibi midir?» âyetini okurken işitmiş.
İbn Ömer peşinden şöyle demiş: Bu, Osman İbn Affân (r.a.)dır. îbn Ömer'in böyle demesi Hz. Osman'ın geceleyin çok namaz kılması ve Kur'ân okuması sebebiyledir. O1 kadar ki Hz. Osman bazan bir rek'atta bütün Kur'ân'ı okurmuş. Bu Ebu Ubeyde tarafından Hz. Osman'dan rivayet ediliyor. Şâir Hassan İbn Sabit onun hakkında şöyle diyor:
«Yüzünde secde nurları parlayan, Geceyi tesbîh ve kırâetle parçalayan, Ak saçlı bir ihtiyarı kurbân ettiler.» İmâm Ahmed der ki: Rebî' İbn Nafî'nin kitabet yoluyla... Temîm ed-Dârî'den rivayetine göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: Kim bir gecede yüz âyet okursa, ona bütün geceyi kunutla geçirmiş sevâbı yazılır. Bu hadîsi Neseî de gece ve gündüz babında İbrahim İbn Ya'kûb kanalıyla... Heysem İbn Humeyd'den rivayet etmiştir.
«De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?» Bu kimse ile bundan ve Allah yolundan saptırmak için Allah'a eşler koşan kimse hiç bir olur mu? «Doğrusu, ancak akıl sahipleri hakkıyla düşünür.)» Bu ikisi arasındaki farkı ancak aklı olanlar bilir
Taberi Tefsir'ine göre
( kâfir mi hayırlıdır?) Yoksa gecenin saatlerini, secde ederek, kı*yamda durarak ibadetle geçiren, âhiretten korkup da rabbinin rahmetini uman mı? Ey Muhammcd, sen onlara şöyle de: "Hi ç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Ancak akıl sahipleri düşünür.
*Bu âyet-i kerimenin başı farklı kiraatlarla okunduğu için farklı şekiller*de izah edilmiştir. Bu izahlardan biri, mealde verildiği gibidir. Başka bir izah şekli de şöyledir: "Ey kâfir, sen cehennemliklerdensin. Gece saatlerinde secde ederek ve kıyamda durarak ibadet eden kişi cennetlik, sen ise cennetliklerdensin."
Başka bir izah şekli de şöyledir: "Gece saatlerinde secde ederek ve kı*yamda durarak ibadet eden âhiret azabından korkan ve rabbinin rahmetini uman kimse, insanları Allahın yolundan saptırmak için ona ortak koşan kimse gibi olur mu?" Âyet-i kerimede "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" buyurulmakta-dır. Bunun izahı ise şöyledir:
"Hiç, rablerine itaat ettikleri takdirde sevap kaza*nacaklarını ve ona karşı geldikleri takdirde günahkar olacaklarını bilenlerle hiç-birşey bilmeyen, yaptığı amellerden hayır ve şer ümit etmeyenler bir olur mu? Elbette ki bunlar bir değildir. Fakat bunu ancak akıl sahibi olanlar düşünüp an*larlar. Cahiler böyle bir farkı idrak edemezler.
TEFHİMU'L KUR'AN Mevdudi.ye göre
Burada, biri kendisine bir musibet geldiğinde sadece Allah'a rücu eden, başka zamanlarda O'nun dışındaki kimselere kulluk yapan kimseler, diğeri her türlü halde Allah'a yönelen kimseler olmak üzere iki tip insan arasında bir mukayese yapılmaktadır.
Bu birinci grubu Allah Teâlâ, cahil, ikincileri ise, alim olarak nitelemektedir. Bunlar okuma yazma bilmeseler de âlimdirler, zira asıl ilim, hakikatin ilmidir ve bu ilme göre amel etmektir. İnsanın kurtuluşu buna bağlıdır. Sanki şöyle denmek isteniyor "Bu iki grubun eşit olması mümkün mü?" Bu insanların dünyada bir araya gelmeleri nasıl mümkün değilse, ahirette de bir araya gelmeleri mümkün olmayacaktır.
Yani, sadece iman etmekle yetinmeyin, yanısıra Allah'tan korkarak, O'nun emirlerini yerine getirin. Yasak ettiği şeylerden uzak durun ve dünyada Allah'tan korkarak hayatınızı sürdürün..
Yani, onlara bu dünyada da ahirette de güzellik vardır. Şayet bir belde, Allah'a itaat eden kimseler için, yaşanamayacak hale gelirse, onlar zorluğun ve sorunların daha az olduğu bir yere hicret etsinler. Yani, onlar Allah yolunda her türlü musibete ve sıkıntıya katlanarak, hak yolda yürümeye devam ettiler. Bunların içine, hicret ederek, öz vatanlarına hasret duyanlar ile, hicret edemeyip bulundukları yerde, musibetlere göğüs geren ve müslümanlıklarında diretenler de dahildir.
Yani, benim görevim sadece tebliğ etmek değildir. Örnek olmak ve tebliğ ettiklerimi de bizzat yaşamak da görevlerim arasındadır. "Hüsrana uğrayanlar", Allah'ın insana verdiği ömür, akıl ve diğer nimetleri boşa harcayanlardır. İnsan bunları dünyada boş yere heder eder
El-Veciz Fi Tefsir’il Kitab’il Aziz e göre
“Yoksa itaat eden” Kalkıp Allah'a itaat eden “Gece saatlerinde” Vakitlerinde “Korkar” Azabından “Ahiretten” Bu kimse ile isyan eden kimse bir midir? Sonra bu ikisinin bir örneğini vermektedir. “Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” Yani alimle cahil bir olur mu?İşte böylece itaat edenle isyan eden de bir olmaz. “Ancak akıl sahipleri öğüt alır” Ancak akıl sahibi kimseler Allah'ın bu nasihatinden ders alır..
En son KaRa_CoCuK tarafından Ptsi Ocak 04, 2010 8:56 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | кa¡η Admin
Mesaj Sayısı : 850 Puan : 1941 Itibar : 6 Kayıt tarihi : 23/10/09 Yaş : 33 Nerden : Sakarya
| Konu: Geri: İlim konusunda en geniş Tefsir'ler..1 Ptsi Ocak 04, 2010 8:51 pm | |
| Savfetü't Tefasir Muhammed Ali Es'Sabuni'ye göre
Yoksa gece saatlerinde, namazda secde edip ayakta durarak Rabbine ibadet eden itaatkâr kimse, Allah'a şirk koşup onun ortaklan olduğunu kabul eden kimse gibi midir? Kurtubî şöyle der: Yüce Allah, mü'minin, yukarda anlatılan kâfire benzemediğini açıkladı. mü'min, âhiret azabından korkarak ve Rabbinin rah*meti olan cenneti umarak ibadet eder. İşte bu takva sahibi mü'min, o günahkâr kâfir ile bir olur mu? Allah katında bunlar eşit olmaz.
Yüce Allah buna bir misal vermek üzere şöyle buyurdu: De ki: Âlim ile câhil bir olur mu? Bu ikisi nasıl eşit değilse, itaat edenle isyan eden de aynı şekilde eşit olmaz.Ancak akl-ı selim sahibi kimseler öğüt ve ibret alır.
Fahreddin Râzî şöyle der: Bi*lin ki, bu âyet bir çok hayret verici sırrı göstermektedir. Yüce Allah âyetin başında ameli anlattı, sonunda da ilmi anlattı. Amele gelince o, ibadet, secde ve kıyamdır. İlim ise, Yüce Allah'ın, "bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" kelâmında anlatılmıştır. Bu gösteriyor ki, insanın olgunluğu sadece bu iki maksada bağlı kılınmıştır.
Zira amel başlangıçtır. İlim ve bilgi ise sonuçtur. Âyette hazif vardır takdiri şöyledir: İtaat eden kimse başkası gibi olur mu? İfadeden anlaşıldığı için bu hazif güzel olmuştur. Çünkü Yüce Allah, bu âyetten önce kâfiri anlattı. Sonra da, bilen*lerle bilmeyenlerin bir olamayacağını misal verdi. Burada ilmin üstünlüğü*ne, önemli bir şekilde dikkat çekilmektedir.
Abdulvahit Metin belagat Tefsir'ine göre
Yoksa o, gece saatlerinde secde ederek, ayakta durarak ibadet eden...
" cümlesinde hazf, eksiltme yapılmak suretiyle gerçekleştirilmiş icazlı bir anlatım vardır. Yani böyle kimse, kâfir olan gibi midir?..Tevekkül eder ile tevekkül edenler ve iyi iş yaptılar ile iyi iş" arasında cinâs-ı iştikak(aynı türden benzer) vardır.Yani iyi iş yapanla yapmıyan birmidir.
Celal yıldırım Tefsiri
Yoksa böylesiı gece saatlerinde secde ederek, ayakta durarak ibâdetini yapıp Âhiret'ten çekinen, Rabbmin rahmetini uman kimse gibi midir?..»
Varlık âleminde bunca nimetlere ve açık belgelere; indirilen âyetlere rağmen hâlâ inkâr ve nankörlük içinde ömrünü harcayıp tüketmeye çalı*şan gafillerin karakteri üzerinde durulduktan sonra, kendini imân ve amel-i sâlih düzeyinde Hakk'a verip teslimiyet içinde gece kalkarak ümit ve kor*ku duygusuyla ibâdet eden mü'minler övülüyor ve bunlarla o inkarcı nan*körlerin hiçbir zaman bir tutulmayacağı açıklanıyor.
Zira birinciler, yaratıl*dıkları amaca yönelik, bağlı bulundukları fıtrat ve hilkat kanunları doğrul*tusunda Allah'a kulluk etmenin derin zevkine erişenlerdir. İkinciler ise, fıt*rat ve hilkat kanununa ters düşüp kâinatta kendilerine ayrılan çizgiden sa*panlar, yaratılışının hikmet ve amacını bilmeyenler ve o sebeple de Hakk'a baş kaldıranlardır
«De ki: hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Bunu ancak akıl sahipleri düşünüpöğüt alır.»
Bu anlatım tarzıyla, ilme ve ilim adamına takdîr sunulmakta; akıl sa*hibi övülmekte ve aklını gerçeği bulmak için kullananların ilâhî iltifat ve rahmete mazhar kılınacaklarına işaret edilmektedir.
Böylece Cenâb-ı Hakk'ın varlığı ve birliği, kâinatta hükümrân olan yüksek kudreti ve indirdiği kitap, gönderdiği peygamber ancak ilimle bilinip anlaşılır. O bakımdan Resûlüllah (A.S.) Efendimiz ilmi ve ilim adamını över, teşvik eder mahiyette 130'a yakın hadîs buyurmuştur. Biz onlardan sade*ce üç tanesini teberrüken buraya nakletmekle yetiniyoruz.
«İlim tahsil etmek her müslümana farzdır.» (ibni mace mukaddime17) «Kim ilim tahsiline çalışırken eceli gelirse, onunla peygamberler ara*sında, peygamberlik derecesinden başka bir derece olmadığı halde Allah'a kavuşur..(Taberâni/el-Evsat'ta : İbn Abbas (R.A.)dan)
«Sadakanın en üstünü, müslüman kişinin ilim öğrenmesi ve öğrendik*ten sonra onu müslüman kardeşine öğretmesidir.»(ibni mace mukaddime 20)
Risale-i Nur'dan Damlalar.. Risale-i Nur'dan Damlalar..
Şu Varlık âleminin ilim ve hikmetle âdeta kaynaştığını hepimiz biliyor ve görüyoruz. Göz hakkında kütüphaneler dolusu kitap yazılmış olması gözdeki mânâ zenginliğinin en güzel bir ifadesi olduğu gibi, o kitaplar da sanki göze yerleştirilen ve onda kendini gösterin ilmin kitaplaşmış hâli gibidir.Göz, kâinat kitabından sadece bir kelime yahut bir harf. Onun penceresinden âleme baktığımızda her şeyin bir lafz-ı mücessem yani cisim giymiş bir söz, mânâ dolu bir kelâm olduğunu daha rahat görebilir ve okuyabiliriz. Said Nursi Hz'leri
Kur'an yolu Tefsir'ine göre
Buradaki "insan"la öncelikle Kur'an'ın muhatapları arasındaki inkarcı kişilerin kastedildiği âyetin devamından anlaşılmaktadır. Başka yerlerde de belirtildiği gibi(bakara-177) gerçek mümin hem sıkıntılı zamanlarında hem rahat zamanlarında hep Allah ik olur, O'na güvenip dayanır.
Bu bağlılığını kötü günlerinde isyan etmeden sabırla, İyi günlerinde azmadan şükürle gösterir, Allah'tan gelen her şeyi, "Lütfün da hoş, kahrın da hoş" diyerek karşılar. 9. âyet, inancında döneklik yapan biriyle her durumda Allah'a iman ve bağlılığını sürdürenin aynı değerde olamayacağını ifade etmektedir.
Hâlis imanın ve samimi din-darlığın çok veciz bir özeti olan bu âyette, böyle bir dindarlığın en çarpıcı amelî tezahürü olan gece namazına, sorumluluk boyutu olan ahiret endişesiyle rahmet ümidine ve dindarlığın zihnî şartı olan bilgi donanımına dikkat çekilmiştir.
İbadette dinî şuur ve duygu ne kadar yoğun olursa ibadetin değeri de o oranda yüksek olur. Bu yoğunluk geceleri daha da fazla olacağı için âyette Özellikle gece ibadetinden söz edilmiştir. Derin dindarlığın diğer bir tezahürü de âhiret bilincinin canlı oluşudur. Ebedi hayata inanan iyi bir mümin, her durumda Rabbine kulluk görevlerini yerine getirmekle birlikte, bir yandan da kulluğuyla O'nun merhamet ve sevgisini kazanmayı, bu sayede âhiret kurtuluşuna nail olmayı arzular.
"Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu" ifadesindeki "bilme"den maksat, bu âyetler bağlamında öncelikle, yalnız zor durumda kalındığı zaman değil, her zaman Allah'ı bilip tanımayı (ma'rifatullah), bu İrfan sayesinde yaratılmışlara kul olmaktan kurtulup yaratana kul olmanın önemini kavramayı ifade eder.
Bununla birlikte "Hİç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu" cümlesi, daha genel olarak hangi konuda olursa olsun- ilmin yani doğru bilginin Allah katında mutlak bir değer olduğuna işaret eder. Esasen iman da ilim sayesinde kazınılır. Nitekim kaynaklarda ilim, "bir şeyi gerçek yönüyle kavramak, gerçekle örtüşen inanç (itikad) şeklinde tanımlanır.(Râgıb el-Isfahânî, el-Müfredât,)
Kur'an-ı Kerîm'de gerek dinî gerekse din dışı konularla İlgili olarak ilim kelimesi ve türevlerinin 750 defa geçmesi, bilginin ve bilme faaliyetinin önemine işaret eder. Kendisini de Allah'tan gelmiş bir bilgi olarak tanıtan Kur'an(Bakara 2/120) "Rabbim, ilmimi arttır!" diye Allah'a dua etmemizi öğütler. Hz. Peygamber de ilmi övmüş ve teşvik etmiştir.(Tirmîzî, "İlim", 19)
Âlimleri peygamberlerin vârisleri olarak gösteren hadis(Buhârî, "İlim" 10)bilginin değeri yanında ilim adamlarının, bilgilerini insanlığın haynna kullanmakla sorumlu olduklarına da işaret eder. Buna1 göre, ilim bizatihi bir değer olsa da birçok hadiste İlmin amelle bütünleşmesi gerektiğine vurgu yapılmıştır.(meselâ bk. Müslim, "ez-Zikir ved'du'â)
Şu halde davranış ve uygulama planında olumlu sonuçlar doğurmayan veya kötülüklere alet edilen bilgi, kıymeti bilinmemiş, şükrü eda edilmemiş bir nimet olup ayrıca sorumluluğu gerektirir. Nitekim bir hadiste, sadece basit dünyevî emellere ulaşmayı amaçlayan ve bu suretle bilgisini kötüye kullananlar "erdemsiz bilginler" diye anılmıştır.(Dârimî, "Mukaddime", 29, 34 | |
| | | кa¡η Admin
Mesaj Sayısı : 850 Puan : 1941 Itibar : 6 Kayıt tarihi : 23/10/09 Yaş : 33 Nerden : Sakarya
| Konu: Geri: İlim konusunda en geniş Tefsir'ler..1 Ptsi Ocak 04, 2010 9:00 pm | |
| İlim konusunda en geniş Tefsir'ler..4 ***ŞEHİDALLAHÜ ENNELÜ LA İLAHE İLLA HÜVEL MELA İKETÜ VE ULU İLMİ GAAA İMEN BİL GISD LA İLAHE İLLA HÜVEL AZİZÜL HAKİM.....Allah, adaleti ayakta tutarak (delilleriyle) su hususu açiklamistir ki, kendisinden baska ilâh yoktur. Melekler ve ilim sahipleri de (bunu ikrar etmislerdir). Mutlak güç ve hikmet sahibi Allah'tan baska ilâh yoktur... Ali.İmran...18Taberi tefsir'ine göreAlIah, kendisinden başka ilah olmadığına, adaleti ayakta tutarak şahitlik etti. Melekler ve ilim sahipleri de şahitlik ettiler. Allahatn başka ilah yoktur. O, her şeye galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.Allah, yarattıkları arasında adaleti ayakta tutarak, kendisinden başka ilah olmadığına, bütün varlıkların yaratıcısı olması hasebiyle kendisinden başka hiç¬bir şeyin gerçek ibadete layık olmadığına şahitlik etmiştir. Melekler ve ilim sa¬hipleri de Allahtan başka ilah olmadığına, Allahtan başkasını rab edinenlerin yalancı olduklarına şahitlik etmişlerdir. Allah, kendisinden başka ilah olmayan dır. O, her şeye galiptir, yaptıklarında hüküm ve hikmet sahibidir.
Müfessirler, bu âyette zikredilen "Allah şahitlik etti. Melekler ve ilim sahipleri de şahitlik ettiler." ifadelerindeki şahitliği çeşitli şekillerde tefsir etmiş¬lerdir.
a- Bazılarına göre buradaki şahitlikten maksat, bilinen bir şeyi haber ver¬medir. Buna göre Allahın şahitliği, kendi varlık ve birliğini haber vermesidir. Meleklerin ve âlimlerin şahitliği ise, Allahın kendilerine bildirdiği varlığı ve birliğini haber vermeleridir.
b- Diğer bazılarına göre ise, Allahın şahitliği, kendisinin, mevcudatı yara¬tarak varlığını göstermesidir. Meleklerin ve âlimlerin şahitliği ise Allahın varlı¬ğını gösteren mevcudatı görüp bu sebeple Allahın varlığını kabu etmeleridir.
"Adaleti ayakta tutma" sıfatının kime ait olduğu hakkında da farklı görüş¬ler zikredilmiştir. Taberinin tercih ettiği görüşe göre bu, Allah tealanın sıfatıdır. Buna göre âyetin mânâsı, mealde zikredildiği gibidir.
Diğer bazı âlimlere göre de bu sıfat, ilim sahiplerine aittir. Bu görüşe gö¬re âyetin meali şöyle olmaktadır: "Allah, melekler ve adaleti yerine getiren ilim sahipleri, ondan başka ilah olmadığına şahitlik etmişlerdir". Allah teala bu âyet-i kerime ile, Hz. Muhammed (s.a.v.) ile tartışmaya girişen Hristiyan Necran he¬yetinin, Hz. İsaya isnad etmiş oldukları "Allanın oğlu" şeklindeki iddialarını reddetmiş, kendisinden başka hiçbir ilah olmadığını eşi benzeri ve emsali bu¬lunmadığını beyan etmiştir. Buna hem bizzat kendisini hem de Meleklerinin ve âlim kullanılın şahitlik ettiklerini beyan etmiştir. Böylece Resulullah ile asılsız bir tartışmaya girişen Hristiyan Necranlıların heyetine cevap vermiş ve onları susturmuştur.Tefsir'i Kebir Mefatihü'l-Ğayb' a göreÂlimler âyetinin izahı hususunda şu iki görüşü belirtmişlerdir:
1- Allah'ın ve meleklerle ilim sahiplerinin şehâdeti aynı mânâdadır. 2- Hepsi aynı manada değildir. iki şekilde izah mümkündür:
Birinci görüşü şu iki şekilde izah mümkündür:
a) Şahadeti, "ilme dayalı olarak haber vermek" mânâsından ibaret saymak... Bu mânâ, hem Allah, hem melekler, vermesidir. Biz, bu konuda nakli delille istidlal(İman ve İslâmiyet yolundan çıkarmağa, dalâlete düşürmeğe çalışmak). edilebileceğini daha önce söylemiştik.
Bunun melekler ve ilim sahipleri için aynı mânada oluşu ise, hepsinin de Allah'ın bir olduğunu, eşi ve benzeri olmadığını haber vermeleridir. Bu izaha göre, âyetteki "şahâdet'ten anlaşılan mânânın, gerek Allah, gerek melekler ve gerekse ilim sahipleri için aynı olduğu sabit olmuş olur. hem de ilim sahipleri için aynıdır. Allah tarafından bu mânâda oluşu, Cenâb-ı Hakk'ın Kur'ân-ı Kerim'de, kendisinin bir olduğunu ve kendisinden başka İlah olmadığını haber
b) Âyetteki şahadeti, "açıklayıp ortaya koyma" mânâsında anlamak... Çünkü Allah Teâtâ, kendisinin tek ilah olduğuna delâlet edecek şeyleri yaratmak suretiyle, bu şehâdeti açıklamış ve ortaya koymuştur. Melekler ve ilim sahipleri de Allah'ın tek olduğunu ortaya koymuş ve bunu hem nakit hem de aklî delillerle beyân etmişlerdir.Melekler bunu peygamberlere; peygamberler, âlimlere; âlimler de bütün insanlara açıklamışlardır.Buna göre aradaki fark, sadece açıklama ve beyan etmenin şeklindedir. Binâenaleyh açıklama ve ortaya koyma mânâsı, gerek Allah hakkında, gerekse ilim sahibleri hakkında aynıdır. Bu sebeple "şahâdet'ten anlaşılan mânânın, her iki izaha göre de aynı olduğu ortaya çıkmış olur.
Bütün bunlardan maksad, Cenâb-ı Hakk'ın, Hz. Peygamber (s.a.s)'e sanki şöyle demesidir: "Allah'ın birliği, kendi şahadeti ve şahadetlerine itibar edilen bütün mahlûkatının şahadeti ile sabit olmuş bir hakikattir. Bu güçlü din ve sağlam yol, hristiyanlardan ve putperestlerden kendini bilmez câhillerin karşı çıkmaları ile zayıflamasın. O halde sen ve ümmetin bu din üzere devam edin. Çünkü bu İslâm'dır. Allah katındaki din de işte bu İslâm'dır.
İkinci görüş şöyle diyenlerin görüşüdür: Allah'ın kendi birliği hususundaki şahadeti, bir olduğuna dâir delilleri yaratmasından ibarettir.
Meleklerle ilim sahiplerinin şahadeti ise, bunların Allah'ın birliğini ikrar edip imân etmelerinden ibarettir. Bu iki mânâdan herbiri "şahadet" kelimesi ile ifâde edilebildiği için, her ikisini de "şahadet" kelimesiyle anlatmak, garip görülecek bir şey değildir.
Bunun bir benzeri de: "Şüphesiz Allah ve melekleri o peygambere salât ederler. Ey İmân edenler siz de ona salât edin ve tam bir teslimiyetle selâm verin" (Ahzâb. 56)
âyetidir. Hepsi aynı lafızla ifâde edildiği halde, Allah'ın salâtının meleklerinkinden, me- leklerinkinin de mü'minlerin salâtından farklı olduğu herkesin malumudur.
Âyetteki "ilim sahiplerinden maksad, Allah'ın birliğini kat'î delillerle bilen kimselerdir. Çünkü şaha¬det, ancak bir bilgiye dayalı olarak yapıldığında makbul olur. İşte bundan ötürü Hz. Peygamber (s.a.s), "Birşeyi güneş gibi iyice bildiğin zaman, şahadet et" buyurmuştur.Bu, bu yüce mertebenin ve şerefli derecenin ancak usûl âlimleri (kelâmcılar) için söz konusu olduğunu gösterir..Tefsir'ül Münir'e göreNuzul SebebiResulullah (s.a.) Medine'ye geldikten sonra durumu açığa çıkıp etrafa ya¬yılınca Şam (Suriye) halkı hahamlarından iki haham huzuruna geldiler. Medi¬ne'yi gördüklerinde biri ötekine, "Bu şehir son zamanda çıkacak peygamber şehrinin niteliklerine ne kadar da benziyor" dedi. Resulullah (s.a.)'ın huzuruna girdiklerinde sıfat ve özellikleriyle onu tanıdılar.
İkisi de Hz. Peygambere, *Sen Muhammed misin?" dediler. O, evet dedi. Sonra "Sen Ahmed misin? dediler. O evet dedi. Bunun üzerine, "Biz sana bir şahitliği soracağız. Eğer sen olduğu gi¬bi onu haber verirsen sana iman eder, seni tasdik ederiz" dediler. Resulullah (s.a.) onlara, "Sorunuz" deyince şöyle dediler:
"Allah'ın kitabındaki en büyük şahitliğin hangisi olduğunu bize haber ver." Bunun üzerine Yüce AllahAllah kendisinden başka hiçbir ilâh olmadığını adaleti ayakta tutarak açıkladı (şa¬hitlik etti), melekler de ilim sahipleri de" buyruğunu indirdi. Her ikisi de bu¬nun üzerine Müslüman oldular ve Resulullah (s.a.)'ı tasdik ettiler...Açıklamalar.. Şanı Yüce Allah bütün insanlara vahdaniyetini, afak ve enfüste (iç ve dış dünyalarında) bulunan tekvin! ve tasarrufi (yaratma ve tasarrufunun) delâlet¬leri ile açıklayıp beyan etti. Melekler de bu gerçeği rasullere bildirdi ve apaçık bilgiyle desteklenmiş şahitlikte bulundular. İlim ehli de bu şekilde haber verdi¬ler, bunu açıkladılar ve delil ve belgeler eşliğinde şahitlik ettiler. Bu, böyle bir konumda ilim adamlarının oldukça büyük bir özelliğini ortaya koymaktadır, el-A'meş der ki: Ben de Allah'ın şahitlik ettiği şeye şahitlik ederim. Bu şahitliğimi Allah'a emanet olarak tevdi ediyorum. Bu, Allah nezdinde benim bir emane-timdir. Akaid, ibadetler, adab ve ameller ile kâinatta ve yaratıklar arasında bü¬tün hallerde adaleti ayakta tutandır bu. Adaletin niteliklerinden bir tanesi de Yüce Allah'ın aşağıdaki ve benzeri diğer buyruklarında vurgulandığı gibi hü¬kümlerde adaleti hak ile emir Duyurmasıdır: "Muhakkak Allah adaletle ve iyi¬likle emreder." (Nahl, 16/90); "Bir de insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmediniz." (Nisa, 4/58).Yüce Allah indirdiği şeriatında da, kâinattaki uygulamalarında da adil olandır. Çünkü O, kâinat düzenini sapasağlam yapmış, maddî ve ruhî güçler arasında, insan ve yaratıcısı arasındaki hükümlerde, fert ile toplum, insan ile insan, herhangi bir toplumdaki insan grupları arasında, zengin ve fakir arasın¬da ve buna benzer karşılıklı taraflar arasında son derece hassas bir denge kur-> muştur.
Daha sonra Yüce Allah, "Ondan başka hiçbir ilâh yoktur. Azîz'dir, Ha-kîm'dir" buyruğu ile ulûhiyette tek ve eşsiz olduğunu bir daha pekiştirmekte¬dir. Azîz, asla yenik düşürülemeyen, güçlü, kudreti kâmil, azamet ve kibriyası en yüce olandır. Hakîm ise sözlerinde, fiillerinde, şeriat ve kaderinde olsun her şeyi en doğru ve en uygun yerine koyan demektir.Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler18. ayet-i kerimenin konusu Yüce Allah'ın vahdaniyetini, Allah'ın afak ve enfüste açıklamış olduğu tekvini delillerle indirmiş olduğu ayetleriyle ispat et¬mektir. Melekler ve ilim adamları da bunu haber verip açıklamışlardır. Kurtu-bî der ki: Ayet-i kerime, ilmin faziletine, ilim adamlarının da şeref ve üstünlük¬lerine delildir. Eğer ilim adamlarından daha şerefli bir sınıf bulunsaydı, Yüce Allah onları da kendi ismi ve meleklerinin ismiyle birlikte zikrederdi; tıpkı ilim adamlarının ismini birlikte zikrettiği gibi. Bunu yüce Allah'ın Resulullah (s.a.)'a vermiş olduğu ilmini artırma talebinde bulunmasını emrettiği şu buyru¬ğu da tekit etmektedir: "De ki, Rabbim ilmimi artır." (Tâ-Hâ, 10/114).Sünen'de yer alan hadiste de, "İlim adamları peygamberlerin mirasçılarıdır" buyrulmak-tadır.Yine Hz. Peygamber, "İlim adamları Allah'ın yaratıkları üzerindeki eminleridir"(e/-Kudaf ve İbn/AsakirHz. Enes'ten rivayet etmiştir,) buyurmuştur. İşte bu ilim adamları için çok büyük bir şereftir ve dinde yerlerinin çok önemli olduğunu ortaya koymaktadır.(Kurtubi) Enes (r.a.) de Resulullah (s.a.)'m şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: "Her kim Yüce Al¬lah'ın, "Allah kendisinden başka hiçbir ilâh olmadığını, adaleti ayakta tutarak açıkladı. Melekler de ilim sahipleri de. Ondan başka hiç bir ilâh yoktur Azîz'dir, Hakîm'dir" buyruğunu uyuyacağı vakit okursa Allah onun için kıya¬met gününe kadar kendisine mağfiret dileyecek yetmiş bin melek yaratır." Savfetü't Tefasir'e göreNuzul sebebi..Rasulullah (s.a.v.) Medine'de yerleşince, Suriye'deki Yahudi âlimle¬rinden ikisi geldiler. Yanma girdiklerinde, hususiyetlerinden Hz. Peygam¬beri tanıdılar ve: "Sen Muhammed misin?" diye sordular. Rasulullah (s.a.v.) "Evet" dedi. Onlar: "Sen Ahmed misin?" dediler. Rasulullah (s.a.v.) "Evet" diye cevap verdi. "Sana şahitliği soracağız, eğer sen onu bize bildi rirsen, sana iman eder ve tasdik ederiz" dediler. Rasulullah (s.a.v.) "Soru¬nuz" diye buyurdu. Dediler ki: "Allah'ın kitabındaki en büyük şahitliği bize bildir" Bunun üzerine ... ol âyeti nazil oldu. Adamların iki si de müslüman oldular ve Rasulullah (s.a.v.)'ı tasdik ettiler..
Tefsir'i
Allah, kendisinden başka İlâh olmadığın; şehâdet etti. Yani kendisinin vahdaniyetini ve tek olduğunu kullarına bildi rip açıkladı. Zemahşerî şöyle der: Allah'ın, birliğine delaleti, bir şeyi U yan etmek ve açığa çıkarmak için şahidlik edenin şehadetine benzetild Melekler ve ilim ehli olanlar da, O'nun yarattığı ve güzı yaptığı varlık delilleriyle O'nun birliğine şahitlik ederler. Yüc Allah, taksim ettiği eceller ve rızıklar hususunda da adaletli davranmal tadır, O'ndan başka hiç bir hak mabud yoktur. Mülküm güçlü, yaptığında hikmet sahibidir..(el-Kurtubî, IV/415 el- Bahru'l-muhît 11/401) El-Veciz tefsir'ine göre18- “Allah ondan başka ilah olmadığına şahitlik etti.” Birliğine dair delilleri açıkladı. "Mekkeler ve” İlim sahibleri" Bütün işlerinde adaletin gereğini yapan ilim sahibleri “Allah’dan başka ilah olmadığına şahitlik ettiler.”Elmalılı Tefsir'ine göre Allah Teâlâ'nın "kendisinden başka bir İlah olmadığına, yani tek ve yegane ilâh" olduğuna bütün melekler, gerek tekvinî anlamda, gerek teşri'î herhangi bir hususta ilâhî emri ve iradeyi tebliğ ve icra ile görevli Allah elçileri olmaları anlamıyla bütün melekler, bütün idrak ve akıl sahibi olan görülmez varlıklar, bedensel varlıklarından soyutlanmış ruhlar dahi şahitlik ettiler, üstelik şehadetlerinin doğru olduğuna Hak Teâlâ'yı da şahit tuttular. Zira Allah Teâlâ kendi şehadetini evvela bunlara bildirdi ve bunları şahit gösterdi.
Allah Teâlâ'nın "kendisinden başka İlah olmadığına, yegane tapılacak ilâhın kendisi olduğuna" yani, gerçekten ilim sahibi olanlar, bütün peygamberler, büyük âlimler ve O'nun birliğine şahitlik ettiler. İlim ehli arasında görülüp de adalet ve hakkaniyetten sapan, adalet ve hakperest olmayanların inkâr veya şehadetlerini gizlemeleri, ketm eylemeleri önemli değildir. Adalet ve insaf sahibi olan hiçbir ilim sahibi yoktur ki, hiç olmazsa kendi içinde, Allah'ın birliğine şahitlik etmesin. Zaten ilmin ve âlimin bilfiil yeryüzündeki varlığı bile Allah'ın birliğinin açık delillerindendir. İlim zaten vakıaya uygun değilse, yani hakkın ve gerçeğin olduğu gibi tanınması demek olan hak ve gerçek değilse ilim olmaz. Bildiğinin doğruluğu ve gerçekliğine iman ve şehadeti olmayan da âlim değildir. Hak Teâlâ ezel ve ebed bakımından gerçekten kendisinin tek ilâh olduğuna ve birliğine şahit değilse; ne ilimde hakikat bulunabilir, ne de kimse kendi kendini tanıyıp bilebilirdi. Sofistler gibi ilmi inkâr ederek veya gerçekleri tersyüz ederek şüpheye ve inkâra sapanlar ise kendilerinde Hakk'ın şahitliğini yapan bir ilmin bulunmamasından dolayı şahitlik ehliyetinden mahrum kalmışlar ve bu davada mahkum olanlar arasına girmişlerdir..Et-Tefsir'ül Hadis'e göreAllah'ın, meleklerin ve samimi ilim sahiplerinin Allah'ın birliğine şahitlik etmeleri ile başlayan ayetlerde, ifade edilen mânâyı kuvvetlendirmek, bu mânânın tartışmasız hak ve doğru olduğunu ortaya koymak için "ta'birî" bir üslup kullanılmıştır. Bu, şüphe¬siz güçlü ve sağlam bir üsluptur. İslam davasının özünü ve temel prensibini Kur'an'ın diliyle anlatan Peygamber (sav) bu üslubu kullanmıştır. İslam davasının bu iki temel unsu¬ru Allah'ın mutlak vahdaniyeti ve O'nun birliğine teslim olmanın gerekliliğidir. İşte hak din budur ve üzerinde ne tartışmaya ne de çekişmeye yer yoktur. Oysa kitap ehli olanlar arasında bu durum bir hayli yaygın idi ve aralarında meydana gelen tartışmalar kendi nevaları ve azgınlıklarından kaynaklanıyordu.
Yoksa Allah'ın kendilerine indirdiği ilahi kitaplardan ve peygamberlerden değildi. Bu ayetlerin son kısmı ise tartışmaya asla yer olmayan hususlarda tartışmak isteyenlere karşı Peygamber (sav) uyarılmış, kendini ve kendine uyanları Allah'a teslim ettiğini ilan ederek konumunu belirlemesi ve müslüman olarak yaşadığı sürece Allah'ın vereceği yüceliklere talip olması ile emrolunmuştur. Ayrıca, onlar da eğer müslüman olurlarsa Allah'ın kendilerine göstereceği hidayet yolunun kendilerini bir araya toparlayacağını, eğer yüz çevirirlerse bunun kendi aleyhlerine olduğunu, kendine düşen görevin yalnızca tebliğ olduğunu ve Allah'ın insanları hakkıy¬la gözetip işlerine vakıf olduğunu ilan etmesi emredilmiştir.
Son ayette Hz. Peygamber'e verdiği emrin, hem Ehli Kitab'a hem de diğer kesimle¬re yönelik olduğu mülahaza edilmektedir. Ancak buradaki hitap muhtemelen bir genel¬leme olabilir. Çünkü ayette kullanılan ifade genel bir çağrı şeklindedir. Ayrıca ayetler-deki hitap tartışmaya şahid olan bazı tarafsız Arap müşrikleri de olabilirŞifa Tefsir'ine göreAllah, melekler ve ilim sahipleri adaleti yerine getirerek, O'ndan başka ilah olmadığına şahidlik yaptılar. O'ndan başka ilah yoktur. O Aziz'dir, Hakimdir.İslam hukukunda şahid; kişinin duyduğu, gördüğü, bildiği bir şeyi hakim huzurunda ifade eden kimsedir. Melekler isyansız itaatları, emredileni yerine getirmeleri ile şahitlik¬lerini yaparlar.
İlim adamları Allah'ın Kur'an ayetleri ile tabiat ayetlerinden gördük¬lerini ve bildiklerini dilleri ve kalemleriyle açıklayarak şahitlik yaparlar. Mücahidler kanlarıyla şahidlik yaparlar ve şehid olurlar. Allah (c.c.) ise kendi varlığına kendisi şahiddir.
Hz. Musa'ya indirdiği Tevratı, Hz. Davud'a indirdiği Zebur'u, Hz. İsa'ya indirdiği İncil'i Hz. Muhammed'e indirdiği Kur'an ayetleri ve diğer sahifelerle şahidlik yapar. (Allah'ın selamı bütün peygamberlerin üzerine olsun)
Kur'an inmeye başladığında o devrin ünlü şair ve edipleri hayretler içinde kalırlar. "Muhammed'i ve edebi üstünlüğünü biliriz ama, bu sözle¬ri söyleyebilecek güçte değildir." derler.
Tabiat ayetleri de Allah'a şahittir. Elinizi kaldırın ve ona dikkatle bakın. Seven, okşayan, ele bakın. Dö¬ven acıtan ele bakın.Allah'ın varlığını inkar edene delil olarak herhangi birşeyi söyleyi verin. O anda ilk gördüğünüzü delil olarak hatırlatıverin.Bu dünya galerisinde gezerken gördüğünüz her şaheseri gördüğünüzde fe Sübhanellah diyerek yaratıcısına teşbih ediniz. Galerilerde ressamın defterine takdirkar sözler yazdığınız gibi bu galeride de Allah'a yönele¬rek: Anladık iman ettik varsın, birsin ya Rabbi diyelim.
Şahid: bildiğini hakim önünde ifade edendir dedik. Allah'ın varlığına ve birliğine camide, yolda, otobüsde, uçakda, dairede, askeriyede, okulda heryerde şahidlik yapılmalıdır.
Allah'a inandığı halde hiçbir kimseye bildirmeden ölenlere biz gayri müslim muamelesi yaparız.
Şehadet kelimesi diye bildiğimiz:«Eşhedü Enlâ-İlahe İllallah. Ve Eşhedü enne Muhammeden abdü-hü ve Rasülüh» kelimei tayyibesinin manasını bilmeliyiz.
Kâfir bir insan bu kelimeyi söyleyerek müslüman olur ancak manası¬nı bilmesi şarttır.
Alman veya Amerikan kâfirine bu kelimeyi manasını bilmeden söy-letseniz müslüman olmazKurtubi Tefsir'ine göre 1- Bu Âyetin Önemi: Said b. Cübeyr dedi ki: Kabe´nin etrafında 360 tane put vardı. Bu âyet-i kerime nazil olunca bu putlar yüzüstü secde eder gibi yıkıldılar. 2- îlmin ve Alimlerin Fazileti:Bu âyet-i kerimede ilmin faziletine, ilim adamlarının şeref ve üstünlüğü¬ne delil vardır. Çünkü şayet ilim adamlarından daha şerefli bir kimse bulun¬saydı yüce Allah ilim adamlarını birlikte sözkonusu ettiği gibi; onları da el¬bette kendi ismiyle, meleklerinin ismiyle birlikte burada zikrederdi. Yüce Al¬lah ilmin şerefi ile ilgili olarak Peygamberine (sav) şunu buyurmuştur:"De ki.Rabbim, ilmimi artır." (Ta-Hâ, 20/114)Eğer ilimden daha şerefli birşey olsaydı elbette ki yüce Allah peygambe¬rine ilmini artırmasını istemesini emretmiş olduğu gibi; onun da artırılması¬nı istemesini emrederdi.
Hz.Peygamber de: "Şüphesiz ilim adamları peygam¬berlerin mirasçılarıdır" (Tirmizî, İlm 19; Buhârl, tim 10 (muallak) dediği gibi: "İlim adamları Allah´ın, yaratıkları üze¬rindeki eminleridir" (el-Azîzî, es-Sirâcu´l-Munîr, II, 437 diye de buyurmuştur. Bu da ilim adamları için, büyük bir şereftir; dinde onların çok büyük bir yer işgal ettiklerini göstermektedir
3- Bu Âyetin Fazileti:
Gâlib el-Kattân rivayetle der ki: Ben bir ticaret maksadıyla Kûfe´ye gittim. el-A´meş´e yakın bir yerde konakladım. Ona zaman zaman gidip gelirdim. Bir gece Basra´ya doğru gitmek isteyince geceleyin kalkıp teheccüd kıldığını gör¬düm. Şu:"Allah -adaleti ayakta tutarak- şehadet etti ki, gerçekten O´ndan başka ilâh yoktur, melekler ve ilim sahipleri de buna şehadet ettiler. O´ndan başka ilâh yoktur, o Azizdir, Hakimdir. Muhakkak Allah katında din İs¬lâm´dır." (Âl-i İmrân, 3/18-19) âyetlerini okudu. el-A´meş dedi ki: Ben de Al¬lah´ın şahitlik ettiği şeye şehadet ediyorum. Bu şehadetimi Allah´a emanet bı rakıyorum.
Ve bu benim Allah nezdindeki bir emanetimdir. Ve: "Şüphesiz Al¬lah katında din İslâm´dır" -sözlerini defalarca tekrarladı-. Sabahleyin yanı¬na gittim, onunla vedalaştıktan sonra şöyle dedim: Ben senin bu âyet-i ke¬rimeyi okuduğunu işittim. Bu âyet hakkında sana ulaşan haber nedir? Ve bir seneden beri senin yanında olduğum halde bunu bana anlatmış değilsin.
Ba¬na: Allah´a yemin ederim, bir sene daha kalsan yine sana anlatacak değilim. (Gâlib devamla) dedi ki: Onun yanında ikamet ettim ve kapısına bana bu söz¬leri söylediği günün tarihini yazdım. Üzerinden bir sene geçince ona: Ey Mu-hammed´in babası işte sene geçmiş bulunuyor, dedim. Deki ki: Bana Ebu Va-il, Abdullah b. Mesud´dan şöyle dediğini nakletti: Rasûlullah (sav) buyurdu ki: "Kıyamet gününde bu emanetin sahibi getirilir. Yüce Allah şöyle buyu¬rur: Kulum bana bir ahid vermişti. Verilen sözleri yerine getirmeye en layık olan Benim, haydi kulumu cennete koyunuz.(( Suyûti, ed-Durru´l-Mensûr, II, 166)Yine Enes´ten Peygamber (sav)ın şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Her kim: "Allah -adaleti ayakta tutarak- şehadet etti ki, gerçekten O´ndan başka ilâh yoktur. Melekler ve ilim sahipleri de buna şehadet ettiler. O´ndan başka ilâh yoktur. O Azîzdir, Hakimdir" âyet-i kerimesini uyuyaca¬ğı vakit okuyacak olursa, Allah Teala ona Kıyamet gününe kadar kendisi için mağfiret dileyecek yetmişbin tane melek var eder." Tefhimu'ul-Kur'an Mevdudi'ye göreBu, Allah'ın kendisinin tüm evrende mâbudluk sıfatına, otorite ve haklarına sahip tek Mâbud olduğuna şehadet etmesidir. Bu O'nun şahitliğidir ve kimin şahitliği, evrendeki tüm gerçeklikleri doğrudan bilen Allah'ın şahitliğinden daha güvenilir olabilir? O, tüm yarattıklarını görür ve ne yerde, ne gökte O'ndan gizli bir şey yoktur.
Allah'tan sonra en güvenilir şahitler evren'deki işleri yöneten meleklerdir. Onların delili kendi kişisel bilgilerine dayanır; yani "Bu ülkenin tek Hakim'i Allah'tır, dolayısıyla gök ve yerle ilgili işlerde O'ndan başka emir verebilecek kimse yoktur." Daha sonra Hak bilgisiyle donanan herkes, dünyanın başlangıcından bugüne dek, tüm evrende sadece Allah'ın Hakim ve düzenleyici olduğuna şahitlik etmektedirRisale-i Nur'dan İlim Beyan'ıİnsan, saray gibi bir binadır; temelleri, erkân-ı îmâniyedir (imanın,esasları,temelleri,rükünleri.). İnsan, bir şeceredir; kökü esâsât-ı îmâniyedir. Îmanın rükünlerinden en mühimmi, İman-ı Billâh'tır.(Allah'a ve O'nun sıfatlarına inanmak.) Allah'a îmândır. Sonra Nübüvvet ve Haşir'dir (Haşreden, toplayan. Cem'eden)Bunun için, bir insanın en başta elde etmeye çalıştığı ilim; îman ilmidir. İlimlerin esâsı, ilimlerin şâhı ve pâdişahı; îman ilmidir***Yu-til hikmete mey yeşaaa-e* ve mey yu-tel hikmete fe gad ütiye hayran kesira* vema yezekkeru illaaaa ülil elbeb***Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse, şüphesiz ona çokça hayır verilmiş demektir. Bunu ancak akıl sahipleri anlar. bkr 269 Taberi Tefsirine göre ....Müfessirler, âyette zikredilen hikmetten neyin kastedildiği hususunda farklı görüşler zikretmişlerdir:
. a- Abbasııı şunları söylediği rivayet edilmektedir. Âyetteki "Hikmef'ten maksat, Kur'anın nâsihini, mensuhunu muhkemini, müte-şabihini, mukaddemini, muahharını, helalini, haramını ve misallerini anlamak ve bilmektir.
b- Mücahitten nakledilen diğer bir görüşe göre burada zikredilen Hikmet¬ten maksat, sözde ve işte isabetli olmaktır.
c- İbn-i Zeyde göre, burada zikredilen hikmetten maksat, dini anlamak ve ona uymaktır.
d- İbrahim en-Nehaiye göre hikmet'ten maksat, anlayışlı olmakür.
e- Reb1 b. Enese göre bundan maksat, Allahtan korkmadır. Çünkü her şe¬yin başı Allahtan korkmaktır. Ve Allah teala: "Kullan içinde Allahtan hakkıyla korkanlar ancak âlim kullardır. buyurmuştur.....(Taberi tefsiri.).İbni Kesir e göre...İbn Merdûyeh... İbn Mes'ûd'dan merfû' olarak rivayet ediyor ki «Hikmetin başı Allah korkusudur.» Yine İbn Mes'ûd'dan Ebu'l-Âliye rivayet eder ki, hikmet, «Kitâb ve anlayıştır.» İbrahim en-Nehaî hikmetin, anlayış olduğunu söylemiştir. Ebu Mâlik hikmetin; sünnet olduğunu söylemiştir. İbn Vehb, Mâlik'den rivayetle anlatıyor ki, Zeyd İbn Eşlem; hik¬met akıldır, demiştir... (İbni kesir Tefsiri).... Elmamlılı Hamdi Yazır Tefsir'ine göre Allah kime hikmet verirse o muhakkak ki, birçok hayra erdirilmiş olur. Çünkü hikmetsiz binde bir hayra erilirse, bir hikmet ile binlerce hayra erilir
HİKMET. VERİR YANİ HİKMETİN Güzel ameller içindeki yeri de ilme yöneliktir. Yani bir işi körü körüne değil de, önünü sonunu düşünerek ve ondan doğacak bütün tehlikeleri bertaraf etmeyi gözeterek yapmak demektir. Bütün bunlardan anlaşılmaktadır ki; hem ilim, hem iş yapma hikmetin en esaslı mânâsını teşkil eder.
HİKMET demek Sözde ve fiilde doğruyu tutturma..
Hikmet; ilim ve fıkıh demektir (MücahiD..Hikmet, icad demektir (Ta'rifat-ı Seyyid'den
Hikmet varlıkların özündeki mânâları anlamaktır ..Hikmet, Allah'ın emrini anlamaktır (Zeyd b. Eslem ve oğlu). (Elmalılı Tefsiri..)Fahruddin Er-Râzi, Mefâtihu’l-Gayb,a göreHikmef'ten murad, ya ilim, veyahut da yerli yerinde yapılan iştir. Mukâtil'in şöyle dediği rivayet edil¬miştir: "Hikmetin Kur'an'da dört manası vardır:
a) Kur'an'ın va'z-ü nasihatları.. Nitekim Cenâb-ı Hak, "(Allah'ın) size öğüt vermek için indirdiği kitabı (Kur'an) ve hikmet..."(Bakara,231) yani "Kur'¬an'ın va'z-ü nasihatları.." buyurmuştur. Nisa sûresinde de: "Allah sana kita¬bı ve hikmeti indirdi (Nisa, 113), yani "Kur'an'ın nasihatlarını indirdi" buyurmuştur
b) Anlayış ve ilim... Cenâb-ı Allah'ın: "Henüz çocuk iken biz o (Yahya'¬ya) hikmet verdik" (Meryem, 13) âyeti ile, Lokman süresindeki, "Biz Lokmana hikmet verdik"kokman, 12), yani "ilim ve anlayış verdik" âyeti ve En'am sûresindeki "Onlar, kendilerine kitap, hikmet ve peygamberlik verdiğimiz kimselerdir"(Enam,89) âyeti gibi...
c) Nübüvvet (Peygamberlik)... Nitekim Hak Teâlâ: "Bizgerçekten İbra¬him'in soyuna da kitap ve hikmet verdik" (Nisa, 54); "Biz O (Davud'a) hikmet ve fasl-ı hitap (güzel konuşma ve hükmetme kabiliyeti) verdik" (Sa'd, 20) ve, "Allah O (Davud'a) saltanat ve hikmet, yani peygamberlik verdi" (Bakara, 251) buyurmuştur
d) Kur'an'ın harikulade sırları.. Allah Teâlâ, Nahl sûresinde, "Rabbinin yoluna hikmet ile davet ef"(Nanı. 125) ve tefsirini yaptığımız bu ayette, "Kime hikmet verilir ise, şüphesiz ona çok hayır verilmiş demektir" buyurmuştur."
Bütün bu mânâlar incelendiğinde, netice itibarı ile "ilim" mânâsına gelir.Ey zavallı insan bir düşün! Allah Teâlâ insanlara çok az bir ilim vermiştir. Nitekim O, "Size az bir İlimden başkası verilmemiştir" (isra. ss) buyurmuştur. Bütün dünya bile, "pek az bir şey" diye tavsif edilmiştir. Allah Teâlâ, "De ki : Dünya malı pek azdır" (Nisa, 77) buyurmuştur. Bu az şeyin ne kadar olduğuna bir bak da, çok olanın ne kadar olacağını anla Aklî deli de bu hakikati göster¬mektedir. Çünkü dünyanın, miktarı ve ömrü sonludur. İlimlerin mertebeleri¬nin, sayılarının, ne kadar süreceklerinin ve bunlardan elde edilecek saadetlerin ise sonu yoktur. Bu da, sana ilmin ne kadar üstün olduğunu gösterir.. (Fahruddin Er-Râzi, Mefâtihu’l-Gayb)Kurtubi Tefsir'ine göreYüce Allah´ın: "Hikmeti dilediğine verir" buyruğu hikmeti kullarından di¬lediği kimseye verir, demektir. İlim adamları burada geçen *hikmet"in an¬lamı hakkında farklı görüşlere sahiptir. es-Süddî, hikmet nübüvvettir derken, İbn Abbas şöyle demektedir: Kur´ân´ı bilmek, Kur´ân´ı fıkhetmek (derinliği¬ne kavrayıp anlamak) neshini, muhkemini, müteşabihini, garibini, önce inenini sonra inenini bilmektir.
Katade ve Mücahid der ki: Hikmet, Kur´ân´da fıkıh sahibi olmaktır. Mü-cahid der ki: Hikmet söz ve fiilde isabettir.
İbn Zeyd der ki: Hikmet dini akletmektir. Malik b. Enes der ki: Hikmet Al¬lah´ın dinini bilmek, o dinde fakih olmak ve ona uymaktır Allah´ın Kitabı bir hikmettir, Peygamberinin sünneti bir hikmettir. Üstün kılmaya (tafdil) dair sözü geçen herşey bir hikmettir.
Hikmetin asıl anlamı kendisi vasıtasıyla sefihlikten uzak durulan şeydir. İlme hikmet denilmiştir. Çünkü onunla (kâhinlikten) uzak durulur ve onun¬la sefihlikten uzak durma gereği öğrenilir. Sefihlik ise çirkin olan her türlü iştir. Kur´ân, akıl ve fehm (kavrayış) da böyledir. Buhârî´de: "Allah kimin hak¬kında hayır murad ederse onu dinde fakih kılar" [247] hadisi yer almaktadır.
Bu¬rada da yüce Allah: "Kime hikmet verilirse gerçekten ona pek çok hayır verilmiştir" diye buyurulmaktadır.Yüce Allah´ın: "Kime hikmet verilirse gerçekten ona pek çok hayır ve¬rilmiştir. Özlü akıl sahiplerinden başkası iyice düşünemez" buyruğu ile il¬gili olarak şöyle denilmektedir: Kendisine hikmet ve Kur´ân-ı Kerîm verilen kimseye öncekilerin kitaplarından oian sahifelerdeki ve başkalarındaki ilmi tamamıyla toplayan kimseden daha faziletli birşey verilmiş olur.
Hikmet ehlinden birisi şöyle demiştir: "Her kime ilim ve Kur´ân verilirse kendisini tanıması gerekir. Dünyalıkları sebebiyle dünya ehlinin önünde al¬çakgönüllülük göstermemelidir. Çünkü ona dünyada bulunan kimselere ve¬rilebileceklerin en faziletlisi verilmiştir. Zira yüce Allah dünyayı azıcık bir me¬ta´ diye nitelendirerek şöyle buyurmuştur: "De ki: Dünyanın metaı (menfa¬ati) pek azdır."(en-Nisa, 4/77) Diğer taraftan ilim ve Kur´ân´dan ise "pek çok hayır" diye söz etmektedir........... (Kurtubi tefsiri) TEFHİMU'L KUR'AN Mevdudi.2ye göre "Hikmet", neyin doğru, neyin yanlış olduğunu ayırmaya yarayan bilgi anlamında kullanılır. O halde hikmet sahibi bir kimse şeytanın dar yollarını değil, Allah'ın geniş yolunu takip eder. Şeytanın cimri takipçilerine göre ise akıllılık, servetleri ile övünmek, her zaman daha fazla kazanmaya çalışmaktır. Bunun aksine kendilerine gerçek hikmet verilenler bu tür davranışı akılsızlık olarak kabul ederler. Mevdudi ...
Tefsir'ül münir'e göre "Hikmeti" amele götüren, ruhu etkileyen faydalı bilgiyi "dilediğine verir." İlim adamları hikmet hakkında farklı görüşlere sahiptir. İbni Abbas, "Kur'an'ı bilmek, fıkhını, neshini, muhkemini, mütaşebihini, garibini, mukaddemini, muahharını bilmektir" der. Katade ve Mücahid de şöyle der: Söz ve fiilde isabet etmektir. İbni Zeyd, "Hikmet, dinde akıl sahibi olmaktır" der. Mâlik b. Enes ise, "Hikmet, Allah'ın emri üzerinde tefekkür etmek ve o emre tabi olmaktır ve¬ya Allah'a itaat ve dinde ve din gereğince amelde fıkıh sahibi olmaktır" der.
Bütün bu görüşlerin ortak tarafına göre hikmet, sahih anlayış, faydalı bilgi ve dünya ile ahiret mutluluğuna götürdüğü bilinen şeylere tabi olmaktır.
"Kime hikmet verilirse gerçekten ona pek çok hayır verilmiştir." Çünkü hik¬met o kişiyi ebedî mutluluğa ulaştırmıştır. "Özlü akıl sahiplerinden başkası da iyice düşünemez", öğüt ve ibret alamaz.
Allah hikmeti kullarından dilediğine verir. Hikmet sahih olan görüşe göre peygamberlik değildir. Cumhurun dediği gibi hikmet ilim, fıkıh ve Kur"an'dır. O bakımdan hikmet, özel olarak peygamberlik anlamına gelmez, peygamberlik¬ten daha genel kapsamlıdır. Hikmetin en üst derecesi nübüvvettir. Risalet on¬dan da özeldir. Hikmet gerçekleri vehimlerden ayırt etme yolunu, vesveselerle ilhamı birbirine karıştırmamayı gösterir.
Hikmetin aracı akıldır. Kur-an-ı Ke-rim'de yer alan hükümleri, sırlan bilip selim aklı ile ümmete sağladığı hayırla-rıyla, infak edene sağladığı pek çok sevaplarıyla infakın faydalarını idrak eden bir kimse, şeytanın vesveselerinden etkilenmez, Allah yolunda harcamakta ve infak etmekte tereddüt göstermez.
İbni Mes'ud'dan şöyle dediği rivayet edil¬mektedir: Resulullah (s.a.)'ı şöyle buyururken dinledim: "İki şey dışında hiç bir şeyde kıskançlık yoktur. Bu iki şeyden (birisi) Allah'ın birisine bir mal vermesi ve bu malı hak yolda tüketecek gücü vermiş olması, (ikincisi de) birisine Al¬lah'ın hikmet vermesi ve o kişinin bu hikmet gereğince hüküm vermesi ve onu başkasına öğretmesidir."
Allah kime ilim, özellikle de Kur'an-ı Kerim'i ve dini kavrayabilme meziye¬tini ihsan etmiş ve akim gösterdiği yola iletmiş ise, o kimse dünya ve ahirette hayra iletilmiş, işleri gerçek şekilleriyle idrak etmiş olur.Şerhî hitabı ve İlâhî buyruğun anlamını kavrayan sağlıklı akıl sahibi kim¬seler dışındakiler ilimden öğüt ve ibret almazlar. Öğütten etkilenmez ve veri¬len öğütten yararlanmazlarAyetlerden Çıkan Hüküm Ve HikmetlerHer kime hikmet (doğru ve faydalı ilim) ile Kur'an-ı Kerim'i anlayıp kavrama gücü bağışlanmış ise, o kimseye geçmişlerin kitaplarındaki sa-hife ve benzerlerindeki ilmi toplamaktan daha üstün ve değerli şeyler verilmiş olur. Ayet-i kerime ilmi teşvik etmekte, hikmetin değerini yüceltmekte ve aklı, yaratılış sebebinin en şerefli olan alanında kullanmaya iletmektedir. Kimi hik¬met sahibi kimseler şöyle derler: Kendisine ilim ve Kur'an verilmiş kimsenin kendisini tanıması gerekir. Dünyalıkları sebebiyle dünya ehline tevazu göster¬memelidir. Çünkü ona dünyaya sahip olanlara verilenden daha üstün şeyler verilmiştir. Çünkü Yüce Allah, "De ki: Dünya metaı pek azdır." (Nisa, 4/77) buyruğuyla dünyadan "azıcık meta" diye söz ederken, ilim ve Kur'an'dan "pek çok hayır" diye bahsetmektedir..Şifa tefsir'ine göre Hikmeti dilediğine verir. Kimede hikmet verilmişse mu¬hakkak ona çok hayır verilmiştir. Akıl sahiplerinden başkası ibret alıp düşünmez.
Hikmet, Kur'an-ı Kerimde bir çok manalarda kullanılmış. Hikmet peygamberlik manasına gelir. Allah dilediğine hikmeti verir" derken bir Ayeti kerimede peygamberliği verir, "Allah ona kitabı ve hikmeti verdi" Ayeti kerimesinde Peygamberliği verdi manasınadır. Burada ise iyi ile kötülüğü bir birinden ayırtetme melekesidir.
Kime de o verilirse ona en büyük hayır verilmiş demektir. En büyük hayır en fazla mala sahip olmak değildir. Akla ve o aklı kullanabilecek fevkalade kabiliyete sahip olmak en büyük hayırdır. Yani birinci derece¬de Allah (c.c.) ten isteyeceğimiz şey, iyi ile kötüyü bir birinden ayırt et¬mek kabiliyeti ve melekesi, ve aklını istememiz, verilenide işletmemiz gerekiyorKur'an Yolu Tefsir'ine göreHikmet hüküm kökünden olup bu kökün mânası "menetmek, engelle¬mektir. Hikmet de sahibini yanılmak ve sapmaktan koruduğu için bu ismi almış¬tır. Atın ağzına vurulan ve onun yanlış yola girmesini engelleyen geme de -bu se¬beple- "hakeme" denilmiştir. İslâm düşüncesinde hikmet, başka milletlerde daha önceden doğan ve gelişen felsefenin de intikal ve etkisiyle "İnsanın gücünün yet¬tiği kadarıyla eşyayı, varlıkta mahiyeti ne ise o olarak bilmeyi, bu mânada gerçe¬ğin bilgisine ulaşmayı hedefleyen bir ilim" şeklinde tanımlanıp nazarî ve amelî gi¬bi kısımlara ayrılmıştır.
Ancak Kur'ân-t Ke-rînrin nazil olduğu çevrede hikmetin bu mânada kullanılmadığı, bu mânada bir hikmetten söz edilmediği bilinmektedir. Araplar hikmet kelimesini "içinde nefsi uyaran, iyiliği tavsiye eden, saadet ve bedbahtlıkla ilgili tecrübeleri aktaran, edep ve ahlâkın özünü yansıtan sözler" mânasında kullanırlardı. Kur'ân-ı Kerîm de bu kelimeyi "insanları eğitip olgunlaştıran, nefisleri ıslah eden peygamberlik, hidayet ve irşad" mânalarında kullanmıştır.
Hikmet ilk asırlarda yaşayan tefsircilerden İbn Abbas'a göre Kur'an bilgisi, Süddî'ye göre peygamberlik, Katâde'ye göre Kur'an'la ilgili doğru anlayış (fıkıh), Mücâhid'e göre sözde ve davranışta doğru¬yu yakalamak, daha başkalarına göre din üzerinde düşünmek, akıl yürütmek, ilâhî emir üzerinde düşünmek ve ona uymak, Allah'tan korkmaktır.
Râgıb el-İsfahânî'nin Kur'an lügati olarak yazdığı el-Müfredâfm&d verdiği bilgi¬ye göre genel mânası "bilginin gerçeğe uygun olması ve aklın gerçeği yakalama¬sı" demektir. Hikmetin Allah'a mahsus olanı "Varlıkları (eşya) bilmek ve kusur¬suz olarak yaratmak", insana ait olanı ise "yaratılmışları bilmek ve iyi şeyler yap¬mak" şeklinde tanımlanır. Allah Teâlâ "Lokman'a hikmeti verdik" buyururken iş¬te bu ikinci mânadaki hikmeti kastetmiştir.
Bu sûrenin 251. âyetinde Allah'ın Hz. Davud'a L'mülk ve hikmet" verdiği bil¬dirilir. Müfessirlerin açıklamasına göre mülk, Hz. Davud'a verilen maddî ve dün¬yevî gücü, hikmet de peygamberliği ve bu sayede mazhar olduğu zengin bilgileri yani manevî ve zihinsel gücü ifade eder. Fahreddin er-Râzî ve Kadı Beyzâvî gibi felsefî birikimi olan müfessirler ilgiü âyeti yorumlarken hikmeti, "nazarî bilgileri ve elden geldiğince iyi işler yapma alışkanlığını kazanmak suretiyle ulaşılan ruhî olgunluk" şeklinde açıklamışlardır.
"Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel Öğütle ça¬ğır..." mealindeki âyette hikmet, tebliğ ve İrşad çalışmalarının temel yöntemi olarak gösterilmiştir. Bütün müfessirler buradaki hikmet kavramının, "kesin kanıtlara dayalı, muhatabı tanı olarak ikna edecek ve kötü niyetli tartışmalara son verecek kesinlikte doğru ve sağlam bilgi" anlamında kullanılmış olduğunu belirtirler. Şu halde hikmet, dinî olan ve olmayan bütün yararlı bilgileri içine alan bir kavramdır ve konumuz olan âyet bu anlamdaki hikmetin, Allah'ın İnsana, birçok hayra vesile olacak büyük bir lütfü olduğunu ifade etmektedir.
Bu sebeple olmalı¬dır ki Resûlullah, hem kendisi hem de bazı sahâbîler İçin Allah'tan hikmet dile¬ğinde bulunmuş"Bayağı (sefih) kimselere hik¬metten söz etme!" anlammdaki uyarısıyla da hikme¬te ancak fıtratı bozulmamış, ahlata temiz kişilerin lâyık olduğuna işaret etmiştir. İkvân-ı Safa Risâleleri'nde bu husus, şu hakimane ifade ile vurgulanır: "Hikmet bir gelin gibidir ve sadece süslenmiş eve inmek İster" Sonuç olarak hik¬met terimi başlangıçta "akıllı ve bilgili bir kişinin deneyim ve birikimlerini özlü şekilde ifade ettiği sözü" anlamında kullanılırken İslâmî dönemde zaman içinde şu anlamlan kazanmıştır: Bütün özel bilgi alanlarını kuşatan kapsamlı ve derin bilgi veya felsefe, ilâhî gerçekleri ve Kur'an'ın derin anlamını kavramaktan doğan bil¬gi ve bu bilgilere uygun yaşama tarzı, Hz. Peygamber'in sünneti, bir hükmün se¬bebi veya amacı, bir eylemden beklenen yarar (maslahat).İbn Âşûr, felsefe mânasındaki hikmetin kaynağını ve mahiyetini şöyle özet¬lemektedir: "Hikmet ilimleri, İlâhî vahye mazhar olan rehberlerin verdikleri bilgi ve gösterdikleri yolların bütünüdür ki insan aklının terbiye ve ıslah edilmesi bu te¬mele dayanır. Hikmet önce dinlerde ortaya çıkmış, sonra üstün zekâ sahibi insan¬ların bu temci üzerinde geliştirdikleri düşünceleri de buna eklenmiştir. Keldan, Mısır, Hindistan ve Çin'de birbirine yakın asırlarda yaşamış bulunan kadîm ha¬kimler hikmetin yollarım ve yöntemlerini belirlemişlerdir. Ancak bu hikmet sap¬malardan, hayal ve vehimlerden ayıklanmış değildir.
İslâm bilgin ve düşünürleri, özellikle hicrî IV. asırdan itibaren dinî, felsefî ve ilmî bilgilerin tamamını hikmet kavramı içinde değerlendirerek, teorik bilgilere "nazarî hikmet", pratik bilgilere "amelî hikmet" adını vermişlerdir. Öte yandan bütün ahlâkî erdemleri "hikmet, adalet, yiğitlik, iffet" olarak dört temel erdem İçinde toplayan ve bunların başında da hikmeti gösteren felsefî anlayış, zamanla Râgıb el-İsfahânî, Gazzâtî, İbn Hazm gibi ahlâka dair eserler yazan din âlimleri tarafından da benimsenmiştir Savfetü-t Tefasir- Ve Belagat Tefsir'ine göre O, iyi iş yapmaya sevk edecek faydalı ilmi kullarından dilediğine verir, Kime hikmet verilirse, ona, sahibini ebedî saadete götürecek pek çok hayır verilmiştir. Kur'an'ın darb-ı mesellerini ve hikmetlerini ancak nef¬sin arzularından kurtulmuş, nurlu hakıl sahipleri anlar ve öğüt alır "Hikmeti dilediğine verir." Bir cümle, bir okuyuşta da Yüce Allah'a hitap olmak üzere (teşâe) şeklindedir (yani hikmeti dilediğine verirsin). O vakit bu bir iltifattır. Çünkü gaib ifadeden muhataba geçilmiştir. [Maverdi Tefsir'ine Ebu'l Hasan Ali Bin Muhammed'e göre Allah dilediğine hikmet verir.” “Hikmet” hakkında yedi yorum vardır:
1- Kur’an’da anlayışlı olmak. İbn Abbas’ın görüşü vardır. 2- Dinde bilgili olmak. İbn Zeyd’in görüşü budur. 3- Peygamberliktir. 4- Haşyet’tir.(Allah’tan korkmak). Bunu Rebi söylemiştir. 5- Doğruya isabet etmektir. İbni Ebi Müceyh bunu Mücahid’den aktarmıştır. 6- Kitabet’tir. Bunu Mücahid söylemiştir. 7- Akıldır. Zeyd b. Eslem’in görüşü budur. Bir yoruma daha ihtimal vardır. O da buradaki “Hikmet” in dinin salahı (uygunluğu) ve dünyanın ıslahı olmasıdır.Risale-i Nur'danSenin gibi zaîf-i mutlak, âciz-i mutlak, fakîr-i mutlak, fâni, küçük bir mahluka koca kâinatı müsahhar etmek ve onun imdadına göndermek; elbette hikmet ve inâyet ve ilim ve kudreti tâzammun(kuşatmak içine almak) eden hakikat-ı rahmettir. Elbette böyle bir rahmet, senden küllî ve hâlis bir şükür ve ciddî ve sâfî bir hürmet ister. Üstad .Said Nursi....İŞTE KİME HİKMET VERİLDİYSE O TUTTURDU HER İŞİNDE... ODA İLİMLİ OLURSA DÜNYA ONUN PEŞİNDE... YABANDA GEZME YEME ÖMRÜNÜ ETME HEBA .. İLİMSİZİN BOYNUNDA DÜNYA OLUR VEBA...... | |
| | | кa¡η Admin
Mesaj Sayısı : 850 Puan : 1941 Itibar : 6 Kayıt tarihi : 23/10/09 Yaş : 33 Nerden : Sakarya
| Konu: Geri: İlim konusunda en geniş Tefsir'ler..1 Ptsi Ocak 04, 2010 9:01 pm | |
| İlim Konusunda En Geniş Tefsirler-5 yerfe'illahullezine emenu minkum vellezine ütül'ilme derecativ vallahü bima ta'melune habirun.'
Mücâdile 58/11 : «İman edenleri Allah yükseltir, İLİM verilenleri ise kat kat dereceleri ile büyültür.
İbni Kesir Tefsir'ine göre
«Allah içinizden îmân etmiş olanları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin. Allah, yaptıklarınızdan haberdârdır.» Sizden biriniz, kardeşi yanına geldiğinde ona yer açınca veya kendisine çıkması emredildiğinde çıkınca bunu, kendisi için bir eksiklik olarak kabul etmesin. Bilakis bu, Allah katında yücelik ve meziyyettir. Allah Teâlâ bu durumu heba etmez, aksine onu yapanlara dünya ve âhirette mükâfat verir. Çünkü kim Allah için tevazu' gösterirse; Allah onun değerini yüceltir ve şânını yaygınlaştırır. Bunun için
«Allah içinizden îmân etmiş olanları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin.» buyuruyor. Ve Allah, yaptıklarınızdan haberdârdır.» Buna müstehak olan ve olmayanı iyi bilir, tmâm Ahmed İbn Hanbsl der ki: Bize Ebu Kâmil... Ebu Tufeyl Âmir İbn Vâile'den nakletti ki; Nâfı' İbn Abd'ül-Hâris Us-fân'da Hattâb oğlu Ömer'e rastladı. Ömer onu Mekke'ye âmir olarak göndermişti. Ömer ona vâdî halkına kimi halef ta'yîn ettin? dedi. O da; İbn Ebzâ'yı halef ta'yîn ettim, dedi. Ömer îbn Ebzâ da kim? deyince o; kölelerinizden bir adam, dedi. Hz. Ömer onlara bir köleyi mi halîfe ta'yîn ettin? dedi.
Nâfi' dedi ki: Ey mü'minlerin emîri, doğrusu o, Allah'ın kitabını okuyor, farzlan biliyor ve hüküm veriyor. Bunun üzerine Hz. Ömer şöyle dedi: Ama sizin peygamberiniz (s.a.) şöyle buyurmuştur : Doğrusu Allah, bu kitab ile bir kavmi yüceltir ve bir başka kavmi de alçaltır .Müslim de bu rivayeti birden çok şekilde Zührî kanalıyla Nâfi' den nakleder. Yine birden çok şekilde Hz. Ömer'den benzer rivayet nakledilir. Ben, ilim ve ilim ehlinin faziletine dâir hadîsleri Buhârî Şerhi'-nin ilim kitabında uzun uzadıya açıkladım. Hamd ve minnet Allah'a mahsûstur
Fahruddin Er-Râzi, Mefâtihu’l-Gayb,a Tefsir'ine göre
"Allah sizden iman etmiş olanlarla, kendilerine ilim verilmiş olanların derecelerini artırır" buyurmuştur. Bu, "Allah, peygamberin emrine uymaları sebebiyle mü'minlerin ve onlardan özellikle âlim olanların derecelerini artırır" demektir. Sonra buradaki derecelerin yükselmesi hususunda iki görüş vardır:
a) Pek duyulmadık bir görüşe göre, bu Resûlüllah'ın meclisinde yükselme, temayüz etmedir.
b) Meşhur olan görüşe göre ise, bundan murad, mükâfaat dereceleri ve Allah'ın hoşnutluğunun mertebeleri bakımından yükselmektir.
İlmin Fazileti
Bil ki, ilmin faziletini, "(Allah) Âdem'e bütün isimleri öğretti" (Bakara. 31) (Bu ayetin Tefsir'i Detaylı olarak bilginize sunulacak) . Kâdî şöyle demiştir: "Hiç şüphe yok ki âlimin ilmi, taatinden ötürü normal bir mü'min için söz konusu olmayan bir makam ve mertebeyi gerektirir. Işt ebundan Ötürü yaptığı bütün işlerde âlime uyulur ve âlim olmayana uyulmaz. Çünkü âlim, haram ve şüpheli şeylerden kaçınma yollarını, başkalarının bilemediği, nefsi hesaba çekme yollarını bilir. Yine o, ibadette başkalarının bilemediği, huşu ve tesellül keyfiyetini bilir. Yine o, başkasının bilemeyeceği tevbe keyfiyetini, vaktini ve niteliklerini bilir. Öte yandan bu kimse, başkalarının aksine, boynuna düşen, haklara riayet eder. Bu durum, pek çok şeyde böyledir. Fakat, nasıl ki taatlarından ötürü onun mükâfaatının derece ve mertebesi yükseliyorsa, aynı şekilde işlediği günahların ikâb ve cezası da büyük olur. Çünkü, ilminden ötürü işlemekten imtina edeceği ve başkasına göre küçük olan pek çok günah, onun için büyük günah sayılır.
Savfetü't Tefasir Tefsir'ine göre
Bilin ki Allah, kendisinin ve Peygamberinin emir¬lerine sarılmalarından dolayı mü'mirileri, Özellikle inanan âlimleri en yüce mertebelere yükseltir ve onlara cennette en yüksek dereceleri verir. İbn Mes'ûd şöyle der: Yüce Allah bu âyette alimleri övdü. Ey insanlar! Bu âyeti iyice anlayın. Bu âyet sizi ilme teşvik etmelidir.
Çünkü Yüce Allah diyor ki: Allah âlim mü'mini, âlim olmayan mü'minden kat kat üstün kılar. Kurtubî de şöyle der: Yüce Allah bu âyette, Allah katında üstünlüğün, mec¬lislere önce gelip başa oturmakla değil, ilim ve iman ile olduğunu açıkladı.
Hadiste şöyle buyrulmuştur: "Alimin âbide üstünlüğü, dolunay gecesindeki ayın, diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir"(Kurtubi 17/300) Yine Rasulullah (s.a.v.)'tan şöyle rivayet edilmiştir:
Kıyamet günü üç zümre şefaat edebilecektir Peygamberler, âlimler, sonra şehitler.(kurtubi 17/300) Bu ne büyük bir rütbedir ki, bu rütbe, pey¬gamberlik ile şehitlik rütbeleri arasında yer aldığı Allah'ın Rasulü'nün şahitliğiyle bildirilmektedir. Yüce Allah lütuf ve sevaba müstehak olan ile olmayanı bilendir.
Tefsir'ül Münir'e göre
Allah Tealâ iman edenlerinizi" dünyada onlara yardım ederek, güzel ün nasip ederek, ahirette de cennetine koyarak "derecelerini yükselt¬sin." Özellikle "kendilerine ilim verilenlerin" ilimle ameli birleştirenlerin mevkilerini, saygınlıklarını ve "derecelerini yükseltsin." Çünkü ilim zaten derecesi yüksek olmakla beraber -sahibinin daha da yücelmesi için- amel etmeyi gerektirir.
Hadiste şöyle buyurulur: "Alimin abide (çok ibadet ede¬ne) üstünlüğü, ondördünde ayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Allah Tealâ yaptıklarınızın hepsinden haberdardır." "Allah yaptıklarınızın hep¬sinden haberdardır." cümlesi, emrine uymayanlara yönelik bir tehdittir.
Allah iman edenlerinizi ve kendilerine ilim verilenlerin dereceleri¬ni yükseltsin. Allah yaptıklarınızın hepsinden haberdardır." .Yani Allah Te¬alâ ahirette nasiplerini bolca vermek suretiyle dünyada ve ahirette ma¬kamlarını yüceltir. Yine dünyada saygı ahirette sevap ihsan etmek suretiy¬le yüksek dereceler vererek, bilhassa alimlerin makamlarını yüceltir.
Kim ilimle imanı birleştirirse imanından dolayı derecesini yükselttiği gibi ayrı¬ca ilminden dolayı da makamını yüceltir. Meclislerde saygı görmesi de bun¬lardan biridir. Allah Teâla buna lâyık olanı da olmayanı da bilir, bütün kul¬larının niyet ve hallerine muttalidir. Hayır olsun şer olsun bütün amelleri¬nin karşılığını verecektir.
Ahmed b. Hanbel ve Müslim'in Ebuttufeyl Amir b. Vasile'den naklet¬tiklerine göre Nafi b. Abdulharis Usfan'da Hz. Ömer ile karşılaştı. Hz. Ömer onu Mekke'ye yönetici tayin etmişti. Hz. Ömer ona: "Vadi (Mekke) eh¬linin başına kimi bıraktın." dedi. O da "Azadlı kölelerimden İbni Ebza'yı bı¬raktım." dedi. Hz. Ömer "Onların başına bir köleyi mi bıraktın?" dedi. Nafi: "Ey müminlerin emiri! O Allah'ın kitabını okur, farzları bilir, kadılık yapar." dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer "Peygamberiniz şöyle demişti: Allah bu kitap sebebiyle bir kısım insanları yükseltir diğer bir kısmını alçaltır." dedi
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:
Rabbimiz dünyada saygı, ahirette sevap vermek suretiyle müminle¬rin ve alimlerin derecelerini yükseltir. Mümini mümin olmayana, alimi alim olmayana göre yüceltir. İbni Mesud "Allah bu ayette alimleri övmüş¬tür." demiştir.
Aynı şekilde "Kendilerine ilim verilenler..." ayeti de Allah katında yük¬sekliğin, meclislerin başında oturmakla değil ilim ve imanla olduğuna delâ¬let etmektedir. Buna göre Allah mümini önce imanıyla sonra ilmi ile yüceltir.
Alimlerin faziletine dair pek çok hadis-i şerif bulunmaktadır, bazıları şunlardır:
Ebu Nuaym Muaz'dan şöyle rivayet etmiştir: "Alimin abide nispetle fazileti, dolunayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir."
İbni Mace'nin Hz. Osman'dan rivayet ettiği hasen hadiste şöyle buyu-rulmuştur: "Kıyamet günü üç kişi şefaat eder: Önce peygamberler, sonra alimler, sonra şehitler." Rasulullah'ın (s.a.) bu hadisi, alimlerin mertebesinin peygamberlik mertebesinden hemen sonra geldiğine delâlet etmektedir.
İbni Abbas'dan şöyle rivayet edilmiştir: "Süleyman'dan (a.s.) ilim, mal ve saltanattan birini tercih etmesi istenmiş, o ilmi tercih etmiş, Allah da ilimle beraber mal ve saltanatı da vermiştir
El Veciz ve Ahkam Tefsir'ine göre
"Allah sizden iman edenleri yükseltir" Rasule itaat etmekle. "İlim verilenleri derecelerle yükseltir" Cennette
Allahu taala âyete, «Ey müminler» hitabıyla başlaya¬rak müminlere vermiş olduğu yeri ve değeri göstermektedir. Bu hitabın hemen arkasından da ulemayı zikrederek ulemanın yer ve ehemmiyetini göstermektedir. Zira «Ey İman edenler» hitabı zatan ulemayı da İçine al¬maktadır. Ulemanın tekrar zikredilmesiyle ilmiyle amil olan ilim ehlinin yeri¬nin yüceliğine işaret edilmektedir.
Kur'an-ı kerim, alimlerin Allah (cc) katında yüce bir yerleri olduğunu beyan etmiştir. Alimlere şeref ve iftihar bakımından ' Kur'anda varid olan âyetler kafidir. Alimler hakkında Resulullah (sav) da, «İslâmı canlandırmak İçin İlim arayan, okuyan ve okutanlarla peygamberler arasında tek bir derece vardır.buyurmuştur..(Darimi. Ömer bin Kesir Anil-Hasan'dan rivayet etmiştir.)
Kurtubi Tefsir'ine göre
İman ve İlmin Fazileti:
"Allah sizden iman edenleri ve kendilerine İlim verilenleri dereceler ile yükseltsin."
Âhiretteki mükâfat ve sevab, dünyadaki şeref ve üstünlük1 itibariyle "yükseltsin" demektir. Yüce Allah mümini mümin olmayana gö¬re, alimi de alim olmayana göre yükseltir. îbn Mesııd dedi ki: Yüce Allah bu âyet-i kerimede ilim adamlarını övmektedir. Kendilerine ilim verilenleri iman edip, ilim verilmeyen kimselerin üzerine "dereceler ile" yükseltecek¬tir, demektir. Bu da emrolunduklarını yerine getirdikleri takdirde dinlerin¬de onları derecelerle yükseltecek anlamındadır
Bu âyet-i kerimede Alİah nezdinde yüksekliğin, ilim ve iman ile olduğu¬nu, meclîslerin ön taraflarına erkence gidip oturmakla olmadığını açıklamak¬tadır
Yahya b, Yahya, Malik´ten şöyİe dediğini rivayet eder: "Allah sizden iman edenleri" ashab-ı kiramı "ve kendilerine İlim verilenleri dereceler ile yükseltsin." Allah ilim sahibini ve hakkı isteyeni yükseltir. Yüce Allah´a hamdolsun. Peygamber (sav)´dan da şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir; "Aiim ile abid arasında yüz derece vardır. Her iki derece arasındaki mesafe hızlı koşan, zayıf, asil ada¬rın koşusu ile yetmiş yıllık bir mesafedir. [Deylemî, Firdevs, III)
Yine Peygamber (sav)´dan şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir; "Âlimin âbi¬de olan üstünlüğü ondördündeki ayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir." [Darİmi, I, 110; İbn Mâce, 1, Kİ]
Yine Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet gününde üç tür insan şe¬faat edecektir. Peygamberler, sonra alimler, sonra şehidler." [İbn. Mâce, II, 1443]
Rasûlullah (sav)´ın tanıklığı ile peygamberlik ile şchadet arasında orta bir yerde bulunan bir mevki ne kadar da büyüktür.!
İbn Abbas´tan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Süleyman Ca.s) ilim, mal ve hükümdarlıktan birisini seçmekte muhayyer bırakıldı. O da ilmi seçince ona onunla birlikte hem mal, hem de hükümdarlık verildi.
TEFHİMU'L KUR'AN Mevdudi tefsir'ine göre...
Yani, Hz. Peygamber'in (s.a.) meclisinde, O'ndan uzak bir yerde oturmakla kıymet derecenizin düştüğünü sanmayın ve size "kalkın artık, sohbet sona erdi" denildiğinde, bunu kendinize bir hakaret kabul etmeyin.
Çünkü gerçek ölçü iman ve ilimdir. İşte sizlerin dereceleri ona göre belirlenecek, Hz. Peygamber'e (s.a.) yakın ya da uzak oturmakla değil. Hz. Peygamber'in (s.a.) yanında oturmakla hiç kimsenin mertebesi yükselmez.(Yani ilim li bir insana kıyasla aşağıda netleşiyor.) Mertebenin yükselmesi, iman ve ilim nimetine sahip olan kimseler içindir. Ayrıca bilinmelidir ki, Hz. Peygamber'in (s.a.) yanında oturan bir kimse O'na eziyet verebilir, bu da cehalettir.
Allah indinde, Hz. Peygamber'in (s.a.) sohbetinden iman ve ilim kazanan ve bir mümine gerekli ahlâkî kuralları öğreten kimsenin mertebesi, Hz. Peygamber'in (s.a.) yanında boş oturan kimsenin mertebesinden yücedir.
Elmalılı Tefsir'ine göre
Allah içinizden iman edenleri, yani hakikaten imanlı olan ve bu emirlere de temiz yürekle iman eden müminleri yükseltsin. İman ile emre boyun eğmelerinin mükafatı olarak dünyada başarı ve güzel ünvan, ahirette cennet köşklerinde makam ile üstünlük versin. Kendilerine ilim verilmiş olan zatları da derecelerle yükseltsin bilhassa ilim ile uğraşıp gereğince amel eden âlimleri de derecelerle daha yüksek makamlara geçirsin
Bu âyet, ilmin fazileti ve âlimlerin üstünlüğü hakkındaki açık delillerdendir. Bu konuda birçok hadis de vardır. Kısaca ifade etmek gerekirse denilebilir ki, imam-ı Azam Ebu Hanife'nin Müsned'inde İbnü Mesud'dan naklettiği şu hadis, bu hussutaki hadislerin en mühimlerindendir. Peygamber buyurmuştur ki: "Allah Teâlâ kıyamet günü âlimleri toplayıp da buyuracak ki: 'Ben size sırf hayır istediğim cihetle hikmetimi kalplerinize koydum. Haydi cennete girin. Çünkü sizden ortaya çıkacak kusurlara karşı sizi affettim." Tirmizi, Ebu Davûd ve Dârimî şu hadisi merfu olarak Ebu'd-Derdâ'dan rivayet etmişlerdir..
Celal Yıldırım Tefsir'i
İmân Eden Bahtiyarlar Ve İlim Sahipleri
Kalkın denilince de kalkıverin ki Allah sizden dosdoğru imân edenlerle kendileri¬ne ilim verilenlerin derecelerini yükseltsin. Allah, yaptıklarınızdan haber¬lidir.»
Cenâb-ı Hakk'ın övdüğü ve derecelerini yükselttiği iki sınıf insan söz konusudur:
a) Dosdoğru imân edenler,
b) Kendilerine ilim verilenler.
Şüphesiz Cenâb-ı Hakk'ın yalnız bu iki sınıfın değil, daha birçok sı¬nıfların da derecelerini yükseltir. Ancak gerek gizli toplantı ve fısıldaşma-larda, gerekse toplantı yerlerine girip çıkmada ve yer almada imân ile il¬min rolü çok büyüktür. Zira imân, Allah korkusunu ve murakabasını dur¬madan hatırlatır; ilim de faydalı düşünmeyi ve müslümanlardan yana ya¬rarlı karar almayı ilham eder. Yeter ki bu iki paha biçilmez nîmet kişinin kalbinde ve dimağında birleşip bütünleşsin.
Böylece ilgili âyetle, sosyal ilişkilerin düzeninde, hayatın dengesinin İmân ve ilimle gerçekleşebileceğine işaret edilmekte ve mü'minlerin dik¬kati bu iki ana faktöre çekilerek sağlam ölçü verilmektedir.
Bilerek, anlayarak, öğrenerek, kısacası ilme ve irfana sarılarak ken¬dini sağlam imân çizgisine getirip günlük hayatını sâlih amellerle süsle¬yen bahtiyar mü'minlerin dünyada da, âhirette de derecelerini Cenâb-ı Hak yükseltir. Dünyadaki dereceleri, nezih bir ömür yaşayıp çevrelerine huzur ve güven havası estirmeleri ve güzel örnek olmalarıdır. Öyle ki bu düzey¬de olan mü'minin yüzünü gören bir kişi Allah'ı hatırlar da kendini toparla¬yıp onun tertemiz hayatına gıpta eder. Âhiretteki dereceleri ise, Cennet'in yüksek makamları, ilâhî rıza ve iltifattır.
İlmi imân ve ahlâkla birleştirip sâlih amellerle zinetlendirerek insan¬lığın hizmetine sunan âlimler ülkenin temel taşları, kültürün öncüsü, hu¬zur ve güveni sağlamanın kaynağıdır. Onlara verilecek uhrevî mükafatın bir başka derecesi ise, peygamberler, sıddikler ve şehîdlerle beraber ol¬maktır.
Âyetin sonunda «Allah yaptıklarınızdan haberlidir» buyurularak, imân ile ilmin bütünlük içinde ilâhî rıza doğrultusunda değerlendirilip değerlen¬dirilmediğinden Cenâb-ı Hakk'ın haberdar bulunduğuna ve ona göre karşı¬lık vereceğine, kişinin niyetine göre onun imân, ilim ve ameline değer bi¬çeceğine işaret vardır.
Et Tefsir'ül hadis ve Beğavi Tefsir alıntısı
Ayet'i Kerime'de moral verme, gönüllere su serpme amaçlı ifadenin verdiği mesajın yanı sıra, ilim adamlarının, vakar sahiplerinin önemine yönelik bir işaret de al¬gılamak mümkündür. Dolayısıyla bu sınıfın öncelikliliğine işaret ediliyor. Bundan ayrı¬ca şu evrensel mesajı da çıkarabiliriz: Yüksek bir değere ermek; dış görünüme, meclis¬lerde ve toplantılarda kendini ön plana çıkarmaya bağlı değildir. Güzel ahlak, edepli davranma, akıl ve ilim bunun tek koşuludur.
Müfessirler, ayette "ilim verilenler" ifadesinin geçmesinden dolayı, ilim adamlarının üstünlükleri hususu üzerinde de durmuş, konuya ilişkin olarak çeşitli hadisler rivayet et¬mişlerdir. Bunlardan biri Ebu Derda'dan rivayet edilen şu hadistir:
"Rasulullah'ın (s) şöyle buyurduğunu duydum: Bir kişi ilim elde etmek üzere bir yol tutarsa, yüce Allah onu cennete giden yollardan birine iletir. Melekler kanatlarını, ilim talep edenden duy¬dukları memnunluktan dolayı indirirler. Gökler, yer ve hatta suyun içindeki balık onun için dua eder. Alimin abide üstünlüğü, ondördüncü günündeki dolunayın, diğer yıldızla¬ra olan üstünlüğü gibidir. Alimler Peygamber'in varisleridir. Onlardan dinar ve dirhem miras almadılar. İlim miras aldılar. Kime ilim verilmişse, büyük bir nasip verilmiştir." (Tirmizi Ebu Davud..Bkz. et-Tac, c. 1, s. 54-55..Beğavi Tefsir'i)
Abdullah b. Ömer'den şöyle rivayet edilir: "Bir gün Rasulullah, mescidinde oluşan iki ayn halkının yanından geçti. Birinci halkayı oluşturan insanlar, Allah'a dua ediyor, O'n-dan bir şeyler istiyorlardı. Diğerleri ise ilimde derinleşiyor, fıkhedip başkalarına öğreti¬yorlardı. Rasulullah: Her iki halkada hayır üzeredir; ancak biri diğerinden daha üstün¬dür. Şunlar Allah'a dua ediyorlar, O'na yakanyor, bir şeyler istiyorlar. Allah dilerse, on¬lara verir, dilemezse vermez. Ama bunlar fıkıh öğreniyor ve bilmeyenlere öğretiyorlar. Dolayısıyla bunlar onlardan üstündür. Ben bir öğretici olarak gönderildim" buyurdu.. (Beğavi Tefsiri)
Üstad Said Nursi'den İlim beyan'ı
Cenâb-ı Hakk'ın ilim ve kudret, Hakîm ve Rahîm gibi sıfât ve esmâsı; muhit, (İhata eden. Etrafını kuşatan, çeviren) hududsuz, şeriksiz olduğu için onlara hükmedilmez ve ne oldukları bilinmez ve hissolunmaz. Öyle ise hakikî nihayet ve hadleri olmadığından, farazî ve vehmî (Olmadığı halde var zannederek) bir haddi çizmek lâzım geliyor. Onu da enaniyet (benlik) yapar.
Kendinde bir rubûbiyyet-i mevhume, (Cenab-ı Hakk'ın her zaman her yerde her mahluka, muhtaç olduğu şeyleri vermesi) bir mâlikiyet, bir kudret, bir ilim tasavvur. (Tasarlamak., Düşünce) eder; bir had çizer. Onun ile mûhit (İhata eden. Etrafını kuşatan, çeviren) sıfatlara bir hadd-i mevhum vaz'eder. «Buraya kadar benim, ondan sonra onundur» diye bir taksimat yapar. Kendindeki ölçücükler ile, onların mahiyetini yavaş yavaş anlar. Meselâ: Daire-i mülkünde mevhum rubûbiyyetiyle, daire-i mümkinatta (Kâinat. İmkân âlemi) Hâlıkının rubûbiyyetini anlar ve zâhir mâlikiyyetiyle, (Malik ve sahib olma.) (Orjinal Sayfa:569)
Hâlıkının hakikî mâlikiyetini fehmeder(Ulular büyültür)ve «Bu hâneye mâlik (Eve sahip olmak) olduğum gibi, Hâlık da şu kâinatın mâlikidir.» der ve cüz'î ilmiyle onun ilmini fehmeder ve kesbî (Çalışmakla kazanılan) san'atçığıyla o Sâni'-i Zülcelâl'in (Görülen iş.) ibdâ-i san'atını anlar. Meselâ: «Ben şu evi nasıl yaptım ve tanzim ettim. Öyle de şu dünya hânesini birisi yapmış ve tanzim etmiş» der.
Muhammed gazali konulu Tefsir'e göre
İslâm, insanları iman ve ilme uygun bir konuma getirir. Namaz saflarında Resû şöyle der: Akıl ve idrak sahipleri beni takip ediniz. Genel meclislerde Yüce Allah şöy le buyurur:
"Allah, sizden inananları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin. (Mücâdele: 11)
Müslümanlar peygamberlerini çok fazla seviyorlar. Neden sevmesinler. O, onla rı karanlıklardan aydınlığa çıkarmış, onlara kendilerini yaratanı ve rızık vereni öğret miş, onları gündüzün ve geceleyin Allah'ı överek ve O'nun önünde saf bağlatmışın Hem sonra onun seçkin şahsiyeti, sevgi ve saygıya lâyıktır. Onun beşerî olgunluğu haddinden fazla sevgiyi hak etmiştir. Ancak Resûl'ün etrafında bulunma ve onunl birlikte oturma isteği, din ve dünya işlerinin düzelmesi ve Resûl'ün kendine ve aile sine vakit ayırabilmesi için mutlaka düzenlenmelidir | |
| | | кa¡η Admin
Mesaj Sayısı : 850 Puan : 1941 Itibar : 6 Kayıt tarihi : 23/10/09 Yaş : 33 Nerden : Sakarya
| Konu: Geri: İlim konusunda en geniş Tefsir'ler..1 Ptsi Ocak 04, 2010 9:08 pm | |
| İlim Konusunda En Geniş Tefsirler-6 HÜVELLEZİ ENZELE ALEYKEL KİTABE MİNHÜ EYATÜM MÜHKEMETÜ HÜNNE ÜMMÜL KİTABİ VE ÜHARU MÜTEŞABİHAT**FE EMMELLEZİNE Fİ GULUBİHİM ZEYĞUN FE YETTEBİUNE MA TEŞEBAHE MİN HÜB TİĞA EL FİTNETİ VETİĞA E TE-VİLİHİ VEMA YE' MELÜ TE-VİLEHÜ İLALLAH**VERRASİHUNE FİL İLMİ YEGULÜNE EMENNA BİHİ KÜLLİ MİN İNDİ RABBİNA VEMA YEZZEKKERU ÜLİL ELBEB....
Sana Kitab'ı indiren O'dur. Onun (Kur'an'ın) bazı âyetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab'ın esasıdır. Diğerleri de müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşâbih âyetlerin peşine düşerler. Halbuki onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek pâyeye erişenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. (Bu inceliği) ancak akl-ı selim sahipleri düşünüp anlar..ali imran 7Muhkem (anlamı açık ve kesin) ayetler Müteşabih Ayetler.Manası acık olmayan demek ...İlmin mevzusu gecen yerler tefsir edilecek Muhkem ve Müteşabih ayetlerden kısadan bahs edilecek.tefsir edilmiycek mevzu İlim mevzusu... Taberi tefsiri'ine göreBu âyetler, vaad tehdit, sevap, ceza, helal, haram, öğüt ve ibretleri açık bir şekilde anlatmaktadır. Buâyetler, dinin temeli olan kitabın esasıdır. Bunlar, farzları, cezaları, hükümleri ve bütün zaruri olan husustan kapsamaktadır. Kur'anın diğer bir kısım âyetleri de müteşabihtir, anlaşılması güçtür. Kelimeleri birbirine benzemekte fakat mânâları değişiktir. Kalblerinde haktan ayrılma, doğrudan sapma eğilimi bulu¬nanlar bu müteşabih âyetlere uyarlar. Bunların gayesi karışıklık meydana getir¬mek, fitne çıkannak ve Allanın, muhkem âyetlerle açıkladığı doğru izahı bıra¬kıp âyetleri, kendi arzu ve istelerine göre yorumlamaktır.Nitekim günümüzde Yaşar Nuri Öztürk,Süleyman Ateş,Zekeriya Beyaz,gibi Zalimler bunu yapmaktadır. Halbuki bu müteşabih âyetlerin mânâlarını yalnızca Allah bilir. İlimde ileri gitmiş olan sağlam bilgili âlimler ise şöyle derler: "Biz, müteşabih âyetlerin izahını bilmesek te muhkem ve müteşabih olan bütün âyetlerin rabbimiz katından geldiğine kesinlikle iman ederiz." Allanın kitabındaki müteşabih âyetler hakkında herhangi bir şey söyle¬mekten çekinen ve bunlardan öğüt alanlar ancak akıl sahibi olan kimseledir.Evet Allah in diledigi kadarını biliriz,gerisini bilmeyiz manasında söylenmiştir.İlim ehli olmıyan ın bırakın müteşabihatları mühkemleri namaz'ın farz vacip'lerini bilseler öpüp başımıza koyarız İlim her alanda gerekli..İbni Kesir Tefsir'ine göre İşte bu, Rabbimız olan Allah'tır. O'ndan başka ilâh yoktur. Böyleyken siz nasıl olup ta (haktan) .döndürülüyorsunuz?» (Zümer, 6) 7 — Sana kitabı indiren O'dur. O'nun bazı âyetleri muhkemdir ki, bunlar kitabın anasıdır. Diğer bir kısmı da müteşâbihl erdir. İşte kalblerinde eğrilik bulunanlar fitne çıkarmak ve te'vîle yeltenmek için müteşâbih olanlara uyarlar. Halbuki onun gerçek te'vîlini,(tev'il döndürmek çevirmek) ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar: vBiz ona inandık, hepsi Rabbımızm katındandır, derler. Ancak akıl sahipleri düşünebilirler.Pek farklı yorum yapmamıştır.Taberi Tefsiri gibidir.. Kurtubi Tefsir'ine göreİbn Fûrek, ilimde derinleşmiş olanların te´vili bileceği görüşünü tercih eder ve bu hususta uzun uzun açıklamalarda bulunurdu. Hz. Peygamber´in İbn Abbas´a: "Allah´ım! Onu dinde fakih kıl ve ona tevili öğret"[42] şeklinde¬ki sözünde bu hususa dair açıklama vardır. Bu Kitabının manalarını ona öğ¬ret anlamındadır. Buna göre yüce Allah´ın: "İlimde de¬rinleşmiş olanlar" buyruğu üzerinde vakıf yapmak ile ilgili olarak hocamız Ebu´l-Abbas, Ahmed b. Ömer: Doğrusu da budur demiştir. Çünkü onların "ilimde derinleşmiş olanlar" diye adlandırılmaları Arap dilini anlayan her¬kesin bilmekte müsavi olduğu muhkemden daha fazlasını bilmelerini gerek¬tirmektedir. Eğer onlar herkesin bildiğinden başka birşey bilmiyor iseler on¬ların derinlikleri nerede kalır?Burda bi diger görüşte tevazu ehli olduklarından bilmeyiz derler manasına zikir edilmiştir. Fakat müteşâbih de türlü türlüdür. Kimisi hiçbir şekilde bilinemez. Ruhun durumu, Allah Teala´nın gaybın bilgisini yal¬nızca kendisine ayırdığı Kıyamet saatinin kopması gibi. Bu gibi şeylerin bil¬gisi İbn Abbas´a da başkasına da verilmemiştir.Evet bazı ilimler bilinmesede ki yukarda zikir edilmiştir o türler.Ama genel mana itibariyle (ilminde derileşmiş)olanlar digerlerine göre tabiki çok çok fazla bilmektedir..
Önemli Dipnot... Evvela şunu zikeredelim burda ilmin degerini anlatan ayet oldugu gibi ilmini bozuk yolda sapıtmak maksatlı anlatan münafıklarada göndermeler vardır.Hatta münafıktan öte İlmiyle müminleri kandıranlar.Onları yoldan cıkarmak istiyen leride cehennem azabını tehdit olarak sunan ayetler vardır.Şimdilerde milleti kandırmak için yola çıkan bu siyonist işbirlikçiler.Ayetleri yanlış te'vil edip çevirip insanları kandırmaktadırlar. Bu olaylar daha önceden olmamıştı olmazdıda hz Ömer Halife iken bu müteşabih ve muhkem ayetlerle tevil yapmaya ve kafasına göre yorum yapıp fitne tohumu serpmeye çalışanlara daha ilk anda hiç piyasaya çıkmadan hemen ceza verirdi bakın nasılmış o ceza ..Şayet maksadı bu değil ise, işlediği bu günah dolayısıyla kınanmayı hak etmiş bir kimse demektir. Çünkü o dönemde Kur´ân-ı Kerîm´in indiriliş maksatlarından ve te´vilin hakikatlerinden tahrif edilmesi yolunda zayıf müslümanları şüpheye düşürmek ve saptırmak maksadını gütmeleri için in¬karcı münafıklara bir yol icad etmiş oluyordu. Bu kabilden olanlara bir ör¬nek. İsmail b. İshak el-Kadî´nin bize naklettiği şu haberdir. İsmail dedi ki: Bi¬ze Süleyman b. Harb bildirdi. Süleyman Hammad b. Zeyd´den, o Yezid b. Hâ-zim´den, o Süleyman b. Yesâr´dan naklettiğine göre; Sabîğ b. İsi Medine´ye geldi. Kur´ân-ı Kerîm´in müteşâbih buyruklarına ve bazı şeylere dair sorular sormaya koyuldu. Ömer (ra) durumdan haberdar olunca arkasından birisi¬ni gönderip huzuruna çağırttı.
Önceden de ona kuru hurma dallarından bir miktar hazırlamış bulunuyor¬du. Huzuruna gelince Hz. Ömer ona: Sen kimsin dedi. O da: Ben Allah´ın ku¬lu Sabîğ´im dedi. Hz. Ömer de: Ben de Allah´ın kulu Ömer´im, dedikten son¬ra elindeki kuru hurma dalını alıp üzerine yürüdü ve kafasını yaraladı. Ka¬nı yüzüne akıncaya kadar vurmaya devam etti. Daha sonra Sabîğ: Bu kada¬rı yeter ey mü´minlerin emiri, dedi. Allah´a yemin ederim, daha önce kafam¬daki rahatsızlıkların hepsi gitmiş bulunuyor.Deniyorki Allah kullarını ilimlendirmeye davet ediyor.Bununla beraberde imtihan ediyor.Evet basit bi ilim için bile senelerce okumak varken KURAN ın emirleri neden senelerce okumaya ve anlamaya layık olmasın?buda bi imtihan Allah muvaffak etsin amin..Belagat tefsiri ..Ve.. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir,....e göre "Bunlar Kitab'ın anasıdır" buyruğunda istiare vardır. Burada muhkem ayetlerin asılları anneye benzetilmiştir. Sair ayetler ise ona tabi ve ona bağlı¬dır. Tıpkı çocuğun annesine bağlı olması gibi. "İlimde derinleşmiş olanlar" buyruğu da bir istiaredir. Dinde belli bir yere sahip olanlar, yerde derine doğru kök salmış ağır şeylere benzetilmiştir. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir,..... Yüce Allah, Kur'an'ın diğer semavî kitaplara üstünlüğünün kemalini göstermek için, Kur'an yerine cins isim olan el-Kitab tabirini kullanmıştır. Sanki, kitap ismini almaya layık olan sadece odur, ve gerçekte öyledir
. Şerif Râdî şöyle der: Bu bir istiaredir. Bundan maksat, bu âyetlerin, kitabın aslı olduğunu ve ondaki bütün özetlerin mânâsını cem etmiş bulunduğunu bildirmektir. Bu âyetler, kitabın anası durumundadır, Sanki Kur'an'ın diğer âyetleri bunlara tabi veya bunlarla alakalıdır. Bu du¬rum, çocuğun annesi ile olan ilgisine ve önemli işlerinde ona sığınmasına benzer..Telhisu'l-beyan 17Bu da bir 'istiaredir.(herhangi bir varlığa, asıl adını değil de, benzediği başka bir varlığın adını verme sanatına istiare denir.)Bundan maksat, ilimde derin¬leşmiş kimselerdir. Böyle kimseler, ağır bir şeyin çukur bir yere yerleş -nıesine teşbih edilmiştir. Bu ifadesinden daha beliğdir.İlim sahiplerinin benzetmelerinden anlaşılıyorki onlar dünya nın kökleridirler..Savfetü't Tefasir'göreEy Muhammedi Sana Kur'an-ı Kerim'i indi¬ren O'dur. Kur'an'ın bazı âyetlerinin delâleti açıktır. Onlarda herhangi bir| kapalılık ve karışıklık yoktur. Helal ve haram âyetleri böyledir. Bu âyetler, Kitab'ın aslı ve esasıdır. Diğerleri de müteşâbihtir. İnsanların bir çoğu bunların ne mânâya geldiğini anlıyamazlar.
Müteşâbih âyetleri, muhkem ve mânâsı açık olan âyetler yardımıyle anlamaya çalışan doğruyu bulur. Bunun aksini yapan sapıtır. Bu¬nun içindir ki Yüce Allah şöyle buyurur: Kalplerinde hidâyeti bırakıp dalâlete düşme eğilimi bulunanlar müteşâ¬bih âyetlere uyar ve onları kendi arzularına göre tefsir ederler. * Bunu yapanlar, insanları, dinleri hususunda fitneye düşürmek ve halka, sapık Hıristiyanların yaptığı gibi, Allah'ın kelamını tefsir etmeyi murat ettikleri intibaını vermek için yaparlar.
Nitekim Hıristiyanlar Hz. İsa (a.s.) hakkında, O, Allah'ın Meryem'e ulaştırdığı kelimesi ve kendisin¬den bir ruhtur,(Nisa süresi) mealindeki âyeti, Hz. İsa'nın Allah'ın oğlu olduğu veya on¬dan bir parça olduğu şeklinde yorumlamış ve bunu iddialarına delil getir¬mişler; Hz, İsa (s.a.)'nın ulûhiyyetini iddia etmiş ve onun Allah'ın kullarından bir kul ve peygamberlerinden bir peygamber olduğuna delâlet eden "O, sadece kendisine nimet verdiğimiz bir kuldur.(Zuhruf süresi) mealindeki muhkem âyeti terketmişlerdir. *
Müteşâbih âyetlerin tefsirini ve ha¬kikî mânâsını, tek olan Allah'tan başka hiç kimse bilmez İlimde derinleşmiş kimseler ise, müteşâbih âyetlere ve bunların Allah katından geldiğine inanırlar ve muhkem ve mü-teşâbihin hepsi hak ve gerçektir. Çünkü Allah kelamıdır, derler. Akl-ı selim sahibi ve münevver kimselerden başkası düşünüp öğüt almaz. Et-Tefsir'ül hadis Kitab'ı sana O indirdi. O'nun bazı ayetleri muhkem-dir. (Muhkemât Ayetlerin mânâsına göre, buradaki muhkemattan maksat, açık hükümler ve değişik yorumlamalara ihtimal vermeyen kesin prensiplerdir.) (ki) Onlar Kitab'm anasıdı (Ümmü'l Kitab Kitabın kaynağı, cevheri ve esası anlamın¬da) Diğerleri de müteşa-bihtir^i. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak, uyardı¬ğı sonuca uğramak için onun müteşabih ayetlerinin ardına düşerler.
Oysa onun te'vİlini Allah'tan başka kimse bil¬mez. İlimde ileri gidenler "Ona inandık, hepsi Rabbİmiz katındandır" derler. Sağduyu sahiplerinden başkası düşü¬nüp öğüt almazŞifa Tefsir'ine göreO'dur sana kitabı indiren. Onda kitabın anası olan muhkem (Manası açık ve net) ayetler vardır. Diğerleri de müteşabih (manası bi¬ze göre açık ve net olmayan) lerdir. Kalblerinde eğrilik olanlar fitne aramak ve yorumunu kendilerine göre yapmak için müteşabih ayet¬lere uyarlar. Halbuki onun yorumunu AHah'dan başkası bilmez. İlimde üstün olanlar ise «Biz ona inandık, hepsi Rabbimizin kalın¬dandır» derler. Akıl sahiplerinden başkası iyice düşünmezler.
Bu ayet müfessirler arasında üzerinde çok konuşulan bir ayettir. Muhkem nedir? Müteşabih nedir? Müteşabih ayetleri ilimde derinleşenler bilebilir mi bilemez mi? gibi sorulara cevap aramışlar.
Bu cevaplar doğrultusunda doğru yolu bulmuşlar veya sapıtmışlar.Sahabe, tabiin ve mezhep imamları müteşabih ayetlerin manasını Al¬lah'a havale ettikleri için biz de aynı şeyi yapıyoruz.Bize emirler veren yasaklar koyan, ibret alsınlar diye geçmişden kıs¬salar anlatan, öğütler veren ayetler muhkem ayetlerdir ve biz onlara uyarız. Allah'ın arşından, kürsisinden, yed'inden cennetinden cehennemin¬den, ahiret terazisinden (v.s.) bahseden ayetler, müteşabihdirler. İnanır ve öyle kabul ederiz.Bir alemki alemimize benzemez. O Ahiret alemini bu dünyadaki te¬rimlerle anlatıyor ama o değildir.
Allah'ın herşeyi gördüğü, herşeyi işittiği, herşeyden güçlü olduğu bi¬ze bildiriliyor ama görmesi, işitmesi tutması bizimkiler gibi değildir. O yarattığına benzemez. Ama kendisini bize tanıtırken bizim bildiğimiz kelimelerle tanıtıyor.Cehennem üzerindeki sırat köprüsü, Mimar Sinanın köprüsüne de benzemez. İstanbul boğazındaki Fatih köprüsüne de benzemez.
Şunu iyi bilelimki Allah (c.c.) zatım ve sıfatlarım bize tanıtırken bi¬zim bildiğimiz kelimelerle anlatıyor. Biz gözümüzün görme sınırı oldu¬ğunu biliyoruz. Her duyu organımızın bir sınırı vardır. Allah (c.c.) bu sı¬nır içerisine girmez. Öyle olunca bu tür ayetler müîeşabih ayetlerdir.
Kalblerinde eğrilik bulunanlar fitne çıkarmak, manasını tahrif etmek için bu müteşabih ayetlerin teviline çalışırlar.İlk nazil olan İncil'de ve ilk hristiyanlarda eb (baba) kelimesi yaratan, icad eden manasına kullanılmış. (Ebul Beka Külliyat Eb maddesi)Fakat kalbi eğriler bu kelimenin manasını tahrif ederek baba - oğul münasebeti kurarak küfre girmişler. Durup dururken Rabhimiz kimsenin kalbini eğmez.(Bakara 7) Onlar eğrilince Allah da onların kalblerini eğer.(Saf süresi..5)Her günahın gönülde bir nokta gibi karanlık meydana getirdiğini, o karanlığın ancak tevbe ile parlatılabileceğini peygamber efendimiz haber verir.(. (Müsned, Ahmed 2/297, îbni Mace K. Zühd 29)Gönüllerindeki eğri düşüncelere Kur'anı Kerimden dayanak arayan¬lar, tarih boyunca ayetlerin ve kelimelerin manalarını tahrif etmişler.Günümüzde hümanist olan bir müslüman Kur'anı Kerimden bir kısım ayetleri alarak «İslam hümanizmi» adı altında kitap yayınladı. Bunlar ön¬ce bir fikre sahip olup sonra Kur'anı o fikrin tasdikcisi yaparak yamldılar.
Efendimiz (S.A.V.): «Kim kendi görüşü doğrultusunda Kur1 anı tefsir ederse, cehennemdeki yerini hazırlasın» buyuruyor.(Tirmiz, Tefsir bab 1 Hadis 2952, Ebu Davud, K. İlim hadis 3652) Yani önce liberalizmi, kapi¬talizmi veya kominizmi benimsedikten sonra Kur'anı o düşünce doğrultu¬sunda tefsir ederse cehennemlik olur.Yoksa çok iyi niyetlerle Allah (c.c.)'in kelamını anlamak için bütün melekelerini harekete geçirerek Kur'am anlamaya çalışırken yanılacak olursa (Carullah Zamahşeri gibi) hata etmiş olur. Ama kâfir olmaz.
Müteşabih ayetlerin manasını Allah'dan başka kimse bilemez. İslami ilimlerde derinleşenler de bunun böyle olduğunu kabul ederler. Bir kısım alimler özellikle tasavvuf tarafı ağır basanlar (illallah) da durmazlar ve (verrasihun) de dururlar ve buna göre mana Allah ve ilimde derinleşen¬lerden başkası müteşabih ayetlerin manasındadır..Kuran Yolu Tefsir'ine göre Muhkem ve müteşâbihin terim anlamlan ve bu âyette hangi mânada kullanıl¬dıkları hakkında âlimler arasında fikir birliği bulunmamaktadır. Şevkânî yedi ta¬nıma yer verip bunları eleştirir ve kendi tercihini şöyle belirtir: Muhkem, "ister kendi başına ister başka ifadeler dikkate alındığında mânası ve delâleti açık seçik anlaşılan"; müteşâbih ise, "gerek kendi başına gerekse başka ifadeler dikkate alın¬dığında mânası ve delâleti açık seçik anlaşılmayandır. Bu sebeple Râzî her ekolün kendi görüşüne uygun âyetleri muhkem, karşı görüşe uygun olan-lan ise müteşâbih olarak niteleme gayreti içinde olduğuna dikkat çeker
Kur'ân-ı Kerîm'de gerçek anlamını ancak Allah'ın bildiği veya mânasını sa¬dece ilimde yüksek mertebelere erişmiş kişilere lütfettiği âyetlerin (müteşâbihat) bulunmasına birçok açıklama getirilmiştir. Bunların belli başlılarını şöyle özetle¬mek mümkündürur'ân-ı Kerîm'in kıyamete kadar yürürlükte kalmak üzere gönderilmiş olması sebebiyle, müteakip bütün zamanlar İçin uygun sonuçlann ve değişik anlam¬lan n çıkarılmasına kapı aralayan ifadelere sahip olması tabiidir.
Yine her dönemin ihtiyaçlarına cevap verebilecek kudretli bilginlerin yetişebilmesi zor ifadelerden amaçlan bulup çıkarabilirce melekesini haiz kişilerin yetişmesine, bu da araştırma ve İncelemeye yönelten motivasyonun bulunmasına bağlıdır. Şayet dinin bütün bildirimleri kolay bir üslûpla ve tek düze ifadeler İçinde gelmiş olsaydı herkes ön¬lerindeki hazır malzemeyle yetinme alışkanlığı kazanır, ilerleme ve gelişme müm¬kün olmazdı.
Kur'ân-ı Kerîm'in bir taraftan çağrı, öğüt, öğreti ve hüküm kaynağı özellik¬lerini bünyesinde toplaması, diğer taraftan da bütün zamanlara meydan okuyan bir mucize olması, zengin anlamlarla yüklü değişik üslûplardan oluşan bir ifade örgü¬sünü gerekli kılmıştır. Aynı şekilde, Kur'ân-ı Kerîm'in temas ettiği metafizik, psi¬koloji, felsefe, hukuk ve medeniyet tarihi gibi ilimler derinlemesine düşünmeyi ve ifade inceliğini gerektiren üst düzey bilimlerdir. Basit bir dilin dar kalıplan içinde bu İlimlerin perdesini aralamak ve yeni ufuklar açmak mümkün değildir.
İnsanoğlu bilim ve medeniyette ne kadar ileriye giderse gitsin hep yeni şey¬ler bilmek ve öğrenmek ihtiyacı duyar. Bu ihtiyacı karşılarken bilinmeyen bîr âle¬min varlığını sezinlemesi, marifet yolunda ilerlerken ve ilimde yeni mertebelere ulaşırken önündeki meçhullerin tükenmediğini farketmesi, bir taraftan onu bu araştırmaları sürdürmesi için kamçılayacak, bir taraftan da ilimde ne kadar ileri gi¬derse gitsin "her bilenin üstünde bir bilen olduğu'nu(yusuf-12/76) ve yüce Al¬lah'ın ilminin sonsuzluğunu yürekten kabullenme erdemine ulaştıracaktır.
Esasen insanın ilim ve irfan basamaklannda yükselmesini sağlayan öğrenme melekesinin gelişmesi de bilinenlerden hareketle bilinmeyenleri sezmek ve bu meçhuller hak¬kında ulaşılan sonuçların sağlamasını yine bilinenlere göre yapmak suretiyle ger¬çekleşir. Öğrencinin bilgi düzeyi yükselip öğrenme melekesi güçlendikçe öğret¬men aşama aşama yeni meçhulleri önce ona sezdirip sonra çözdürür. Dolayısıyla meçhulü sezmek, onu bilme ve öğrenmenin ön şartı konumundadır.
Yüce Allah kullarına önce kendi varlığını diğerlerinden ayırt ettiren muhkem bir bilgi sağla¬yıp sonra müteşâbih halde bulunan meçhulleri sezdirir ve kademe kademe bunla-n muhkeme dönüştürür. Bir başka anlatımla müteşâbihlerin bu özelliği göreceli¬dir. Gerçekte ve sözün sahibi bakımından bunların anlamında hiçbir kuşku ve te¬reddüt bulunmayıp muhataba nispetle kapalılık taşıyan ifadelerdir.
Mümin kişi Kur'an'ın çelişkiler içermediğine yürekten inanır. Zaten Kur'ân-ı Kerîm de bu kitabın Allah'tan başkası tarafından gönderilmiş olması ihtimalini or¬tadan kaldıran çelişmezlik deliline bizzat işaret etmiştir. "Kur'an'ı inceleyip düsünmüyorlar mı? Eğer Allah'tan başka birinden gelmiş olsaydı onda birçok tutar¬sızlık ve çelişki bulurlardı!" (nisa-4/82) İşte Kur'an'da zahir (ilk anda hatıra ge¬len) anlamlan açısından birbirleriyle uyumlu olmayan ifadelerle karşılaşan bir mü¬min bunların aynı kaynaktan geldiğini dikkate alarak ve müteşâbihleri muhkemle¬re vurarak görünürdeki çelişkinin gerçek olmadığını ortaya çıkaracak fikri bir ça¬lışma yapar, böylece inancı daha bir güçlenir ve gönlü huzurla dolar
Not: Ayetin tefsirinde Hayrettin Karaman ve ekibi Süleyman Ateş'in yapmış olduğu bu konu hakkındaki tefsir'inin tamamen yalan,uydurma olduğu görüşündeler.Delilleriylede ıspat etmişler.Elmalılı Tefsir'ine göre... Mânâsı ve murada delaletleri kesin, kelime ve cümleleri başka anlamlara çekilmeye engel, sağlam ve şaşmaz ifadelidir, muhkemdir, "bunlar ümmü'l-kitaptırlar", kitabın anası, anlamda temel ve köktürler. Hak ile batılı ayıran, hakikatleri tasdik edip ortaya koyan asıl bunlardır. İlimde ve amelde peşine düşülmesi ve uyulması gereken temel ilkeler ve belgeler, hidayet için deliller bunlardır. Diğerleri bunlara irca ve havale edilir. "Allah kelamın en güzelini (güzellikte) birbirine benzer, ikişerli bir kitap olarak indirdi ki, Rablerinden korkanların ondan tüyleri ürperir..." (Zümer, 39/23) hükmü açığa çıkar.Allah tan ancak Alim kullar korkar..Ayetinde Alim olmanın özelliklerini ortaya koymaktadır.Alim olmakta tabiki İlim den gecmektedir..
Ftinecilere de tefsirinde yani Ayette gecen Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşâbih âyetlerin peşine düşerler. .Yani sapıklar insanı kaydırmaya çalışanlar.Bu zalimler sözde İslam alim'iyiz diyenler. Allah ın ayetlerini satip ehli kitap ı Ayetlerin Tev'il lerini yanlış yapıp sapıtanl basitleşen bu insanlarada bu tefsirde güzel bi izah var.Aşagıda ki tefsirde tam onlara biçilmiş bi kılıf ....Allah'ın ilmine karşı herşeyi halletmiş, bitirmiş iddiasında bulunan ve müteşabihatın bütün bütün ortadan kaldırılmasını arzu eden ve tecrübeyi, teşabühten büsbütün arınmış mutlak bir kesinlik sanan bir ilmîlik ve isbatçılık iddiası cehaletten başka birşey değildir. Buna karşılık, muhkematı esas alan güçlü ve aydınlık bir isbat yolu ve metodu üzerinde yürümeyip, doğrudan müteşabihata sarılmak ve onun muhkem bir gerçeklik içerdiğini inkâr edip şüpheyi esas tutmak ve kafalarına göre Tev'il etmek le onlar.Haddini bilmemek ve ilâhî hidayeti dinlememek, tehlikelere ve karanlıklara doğru koşmaktadırlar ki, bunu kalblerinde eğrilik ve kötü niyet, kaypaklık ve çarpıklık bulunanlar yaparlar.
Her şeyi kuşkulu hale getirmek, hep garip ve acaip şeylerden bahsetmek, en belli gerçekleri bile birer efsane gibi göstermek isterler ki, bunlar bilinen yolda yürümektan hoşlanmazlar. Diğer bir kısımları da kendi bilgileri herşeyi çözmeye yetermiş gibi, kâinat düzeninde, geçmişte ve şimdiki halde veya sonsuza dek sürecek olan gelecekte sanki hiç bilinmedik birşey yokmuş gibi, müteşabihatın hakikatını kökünden red ve inkâr eder; anlamadığı, anlayamayacağı bir hakikat işitirse, ona hurafe, efsane, esatir deyip geçerler ki, bunların hepsi kalbin kaypaklığından, çarpıklığından ve haddini bilmezlikten ileri gelir..Yukarda tefsirde gecenlerin tam ispatı var.Onlar ne yaparlar.?Her şeyi kuşkulu hale getirmek, hep garip ve acaip şeylerden bahsetmek, en belli gerçekleri bile birer efsane gibi göstermek isterler ki, bunlar bilinen yolda yürümektan hoşlanmazlar.Mesela neyi efsane yaparlar. iddia ediyorlar.Kabir azabı yok mizan yok sırad denen köprü yok gusul de şart sadece her yeri yıkamak mazmaza iştinşak şart degil namaz 5 degil 3 vakit Tesettür bi zina aletidir.Evet yanlış okumuyorsunuz tesettür ki,bunu giyenleri kimse göremedigi için adamların iştahı kabarıyormuş ve buda nefislerini fişekliyormuş.Dolayısıyla buda zina ya davetiye oluyormuş.Her türlü,fuhşiyat silinmiş Türban fuhuş aleti olmuş.Kavram kural tanımayanlar. Aklar aktan sütten beyaz olmuşlar. Sonra naparlar Nikah ı inkar ederler.Salavatı tefriciye gibi salatlara eğlence derler.Evet yanlış okumuyorsunuz bunların hepsi kanıtlıdır.Dileyene ispatlarını veririm bunlar gibi İslam ın temel meselelerini naparlar.Ayetleri çarpıtırlar.Evet Hz Ali Efendimiz Hz abbas Efendimz e (hariciler)le KURAN ile mücadele etme cünki KURAN ın tevili cok yönlüdür lastik gibidir ki,isteyen istedigi yere ceker.Onlarla Sünnet'le mücade le et demişti.Evet Sünnet i ortan silip yani akılları sıra KURAN ıda carpıtarak.Sözde müfessirlik yapıyorlar. Ayette geçen fitne çıkarmak için kelamı bunları son derece baglar ki,onlar bunu yapıyorlar.Allah fırsat vermesin oyunlarını başlarına geçir Allah ım amin (Vemekeru vemekerAllah Vallahü hayrul makirin)Allah onların oyununu bilir oyunlarını başına geçirir onlar oyun yapar Allah ı unuturlar.Ama Allah oyun oynuyanların hakkından gelir.o ne hayırlı oyunlar yapar onlara..amin uyanık olmak lazım bol bol İlim tahsil etmek lazım yoksa kandırılırız....Bunlara karşılık ilimde rüsuh sahibi (uzman) olanlar, eğilmez, eğrilikten hoşlanmaz, ilim yolunda sağlam, bildiğini ve bilmediğini seçebilen, bildikleri sayesinde bilmediklerinin önemini mümkün mertebe çözebilen ilim erbabı da şöyle der: biz bu kitaba inandık, muhkemi ve müteşabihi ile hepsi Rabbimiz katındandır. Hepsi haktır ve gerçektir. Hakikaten böyle temiz akıl, güzel dikkat ve kavrayış sahiplerinden başkası da hakkiyle düşünemez, kendi zihnindekini bile iyice seçip net olarak düşünemez, muhkematı esas olarak hafî(gizli ,açıkta olmıyan) müşkil, (sözün sahibi tarafından anlamı açıklanmaksızın ne kastedildiği anlaşılamayan sözcüktür. Namaz, oruç, hac sözcükleri böyledir.)mücmel gibi te'vili mümkün olan müteşabihatı bile doğru dürüst te'vil edemez. Bu konuda te'vil ve ictihat başkalarının değil, muhkematın mertebeleri ile müteşabihatın mertebelerini seçebilen, te'vili caiz olup olmayanları ayırabilen, fitneden, kendisini ve herkesi baştan çıkarmaktan sakınan, haddini bilen, ilâhî bilgiye havale edilmesi gerekenleri O'na havale eden, kâmil iman sahibi, ilim yolunda kuvvetli, temiz ve ince akıllı, doğru düşünmesini bilen ve seven, hasılı hikmete mazhar olmuş rasih(Temeli kuvvetli, sağlam. Bilgisi, bilhassa dini bilgileri çok geniş olan) âlimlerin hakkı vardır, bu işe ancak öyleleri yetkilidir. Bunlar muhkem ve müteşabih hepsinin hakikatına iman ederler ve önünü sonunu hesaba katarak iyi düşünürler. ELMALLI TEFSİRİ....... Evet yazıldıgı üzre İlim ehli olana var ne varsa inş bizde olalım amin..
.. TEFHİMU'L KUR'AN Mevdudi tefsir'ine göre...Bu şöyle bir soruya neden olabilir: Kişi müteşabih ayetlerin gerçek anlamını bilmediği halde nasıl onların hak olduğuna inanabilir? Bu soruya şöyle cevap verilebilir: Müteşabih (müphem) ayetler yorumlandığında değil, muhkem (anlamı açık ve kesin) ayetler iyice incelendiğinde, bu inceleme, anlayışlı bir kişiyi Kur'an'ın gerçekten Allah'ın kelâmı olduğu inancına götürür. Muhkem ayetleri inceleme, kişiyi bir kez Kitab'ın gerçekten Allah'tan olduğu inancına götürdükten sonra, müteşabih ayetler onun zihninde şüphelere yol açmaz ve kişi bu ayetlerden anladığı en basit anlamı kabul edip, ayet anlamlarında karmaşıklıklara rastlandığında ise, bunları bir tarafa bırakır. Kılı kırk yarıp onları araştıracağına Allah'ın Kelâmı'na bütün olarak inanır ve dikkatini daha faydalı işlere yöneltir.. Dogruya bilmeyince nasıl Hak olduguna inansın..Fahruddin Er-Râzi, Mefâtihu’l-Gayb,a Tefsir'ine göreİster açık bir delil ile olsun, ister gizli bir delil ile olsun, bilinebilen herşey muhkem, bilinmeyen herşey de müteşâbihtir. Meselâ, kıyametin ne zaman kopacağını, insanların sevab veya cezalarının miktarını bilmek gibi.. Bunun bir benzeri, Allah Teâlâ'mn, "Sana kıyametin ne zaman demir atacağını sorarlar" (A-raf, 187) âyetidir.Kalplerinde maraz,hastalık,eğrilik olanlar.Fitne peşinde olanların haliyle alakalı ayetin tefsiri..Sapıklar hakkında ayetleri sapıtarak Yani fitne çıkarmak süretiyle mide bulandıran küçük sineklerin ve onların yolunda canı ekşili istiyen kolay hayat derdinde olan daha dogrusu kolay fetva aslında herşeyin serbest olması gerektigine varana kadar fetva arıyan Bedbaht lar.İçin olan Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşâbih âyetlerin peşine düşerler ayetinin çok güzel tefsirini yapmışlar veeee Ebu Müslim el- İsfehanî ise şöyle demiştir "Fitneyi isteyen sapık kimse, dalâl (yani Allah ın sapık diye niteleme yaptıgı) âyetleriyle ilgilenen ve bunları, Allahu Teâlâ'nın, "Sâmfri onları saptırdı" (Tâ-hâ, 65); "Firavun, kavmini saptırdı, doğru yola iletmedi" (Tâ-hâ,79)ve "(Allah) onunla fâsıklardan başkasını şaşırtmaz" {Bakara, 26) âyetleri ile beyân ettiği muhkem âyetlere başvurup onları tefsir etmeyen kimsedir. Yine onlar Hak Teâlâ'nın, "Bir memleketi helak etmek istediğimiz zaman, onun nf'met ve refahtan şımarmış elebaşlanna emrederiz de orada İtaatten çakarlar" (isra. 16) âyetini, "Allah Teâlâ onları helak etmiş, fâsık olmalarını istemiş ve mahlûkâtını helak etmek için sebep aramıştır" diye tefsir etmişlNe kadar bal sürsen okadar acı kalır bu tefsir in yanında!!!..Bakın Fitneyi istiyen ve veren Firavun saptırdı istiyende gitti saptı ee ne demişler Hacı Hacı'yı Mekke'de sapık sapığı dakkada bulur.Ne yerinde bi laf ,şimdi bulmuyorlarmı hocam şu serbestmi bu serbetmi sorarlar.Tabi fetva makineleri cok işte bunlarda yok yok yasak yok herşey serbest e bunu duyanda zaten ben bi göz istiyordum iki göz oldu olsun diyor.Üryan Namaz kılarsın diyor ama neymiş tek olunca kimse olmıycakmış yanında ah be akıl sarhoşu aklına turp sıkayım Allah ve Melek leri görmüyormu güya şart koymuş neymiş işte tek olunca bak buda ne minarenin kılıfı hani bak hakkını yeme adam tek olunca dedi görüyonmu işi biliyor bu hoca derler. Seferber olur topallar körler.İşte Allah cc Firavun'dan bahs ederken şunu izah etmek istiyor.Ey kullarım Fivarun öldü ama torunları var.Onlarda onlardan KURAN kıyamete kadar bakiyse kalıcıysa ve bu ayet hala orda ise ee Fravun lanetlenmişi yoksa azabına kavuştuysa ve hala fitne ayetleri duruyorsa bu nedemek olur.?Hani lokantada yemek yerken garson sorarya çorba içerken abi çorbanın arkası varmı ? yani başka bişeyde yiycekmisin adamda haliyle genelde ne der var var.Getir tuttugunu dimi işte onun misali gibi Firavun gitti ama arkası var.Tabi Musa a.s ında arkası var.İşte içinde fitne olan anarşistler Allah ın ayetlerini böyle çarpıtıp uyduruyor.zaten Allah böyle ayetlerinin tefsir edilmesinde gizli bi imtihan yaptı.Ak koyun kara koyun belli olsun diye ve artık sapıtan sapıtacak sapıtmıyanlar kalacak.Allah ım sana sıgındık .. İlmi boyutunun Tefsiri..İlimde yüksek pâyeye erişenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. (Bu inceliği) ancak akl-ı selim sahipleri düşünüp anlar.
Arapçada "rusûh", birşeyin iyice içinde olmak demektir. Bil ki ilimde râsih olan, yakînî ve kat'î deliller ile Allah'ın zât ve sıfatlarını; Kur'ân'ın Allah'ın kelâmı olduğunu bilen kimsedir.
Cenâb-ı Allah onların daha sonra dediklerini nakletmiştir ki bunun mânâsı "Onlardan herbiri, "muhkem de, müteşâbih de Rabb'imizin katındandır" derler" şeklindedir. peki neden Muhkem ve Müteşabih ler derler hepsi neden demezler.? bakalım nedenmiş..
âyett"Hepsi Rabb'imizdendir" denilmiş olsaydı, bu da yeterli olurdu. Öyle ise, âyette ayrıca (katında) lafzının ge¬tirilmesindeki fayda nedir? Müteşâbih âyetlere îman hususunda, daha güçlü ifâdeye ihtiyaç duyulur. İşte bundan dolayı, ifâde daha (te'kidli)(Kuvvetlendirme, sağlamlaştırma. * Üsteleme. Bir iş için evvelce yazılan bir yazıyı tekrarlama) olsun diye, kelimesi zikredilmiştir.
Allahu Teâlâ daha sonra "Bunu ancak akıl sahipleri düşünebilir" buyurmuştur. Bu, Allah Teâlâ tarafından, "Biz ona inandık" diyenlere bir medh-ü senadır. Mânası ise, "Kur'ân'da bulunanlardan ancak aklı kâmil olan kimseler va'z-ü nasihat alır" şeklindedir
Bu âyet, aklî delillerden bahseden, bunlar ile Allah'ın zât, sıfat ve fiillerini bilmeye yol arayan ve Kur'ân'ı aklî delillere göre, dit ve i'râba(Kelime ve fiillerin sonunda bulunan harf veya harekelerin değişmesi ve bu değişikliği ve sebeblerini öğreten ilim.)uygun gelecek şekilde tefsir eden kelâmcıların makamlarının yüceliğini gösterir.
Bil ki, birşey ne kadar şerefli olur ise, onun zıddı da o kadar âdî olur. Aynen bunun gibi, Kur'ân'ı tefsire çalışan kimse, bu sıfatlan taşırsa, onun mertebesi de, Allah'ın medh-ü sena ettiği yüksek derecelere çıkmış olur. Usûl, dil ve nahiv ilimlerinde derinleşmeden Kur'ân hakkında söz söylendiğinde bu, Allah'ın muradından gayetuzak bir söz olur. İşte bundan dolayı Hz. Peygamber (s.a.s'Kur'ân'ı sırf kendi anlayışına göre tefsir eden kimse, cehennemdeki yerine hazırlansın' buyurmuşturÜstad Said Nursi'den İlim beyan'ılâzım olan amel ve iktidar cihetinde,Tarafında en ednâ (Pek az cuzi bişey) bir serçe kuşuna yetişmez. Fakat Hayat-ı mâneviye ve uhreviyesine lâzım olan ilim ve iftikar(Tevazu) ile tazarru(birşeye gizlice yaklaşmak tevazu ile gönülden istemek) ve ibâdet cihetinde hayvanâtın sultanı ve kumandanı hükmündedir.
Demek ey nefsim! Eğer hayat-ı dünyeviyeyi gaye-i maksad yapsan ve ona daim çalışsan, sen edna bir serçe kuşunun bir neferi hükmünde olursun. Eğer hayat-ı uhreviyeyi gaye-i maksad yapsan ve şu hayatı dahi ona vesile ve mezraa etsen ve ona göre çalışsan; o vakit hayvanâtın büyük bir kumandanı hükmünde ve şu dünyada Cenâb-ı Hakk'ın nazlı ve niyazdar bir abdi, mükerrem ve muhterem bir misafiri olursun..Üstad Said Nursi.. Kısaca Üstad diyorki ilmin yoksa serce kadar etmezsin | |
| | | кa¡η Admin
Mesaj Sayısı : 850 Puan : 1941 Itibar : 6 Kayıt tarihi : 23/10/09 Yaş : 33 Nerden : Sakarya
| Konu: Geri: İlim konusunda en geniş Tefsir'ler..1 Ptsi Ocak 04, 2010 9:10 pm | |
| İlim Konusunda En Geniş Tefsirler-7 ***Ve ma künte tetlü min gablihi min kitabiv ve la tehüttühü bi yeminike izel lertabel mübtilün
BEL HÜVE EYATÜM BEYYİNATÜN Fİ SUDURULLEZİNE ÜTÜL İLM...VEMA YECHADÜ Bİ EYATİNA İLLAZZALİMÜN..
Bundan önce sen hiç kitap okuyan değildin ve onu sağ elinle de yazmıyordun. Böyle olsaydı, batılda olanlar kuşkuya kapılırlardı..Hayır, o (Kur'an), kendilerine ilim verilenlerin sînelerinde (yer eden) apaçık âyetlerdir. Âyetlerimizi, ancak zalimler bile bile inkar eder ANKEBUT 48, 49
İbni kesir Tefsir'ine göre
Kendilerine kitab verdiklerimiz ona inanırlar.» Onu Abdullah İbn Selâm, Selmân el-Fârısî ve benzerleri gibi zekî, âlim din adamlarından alarak hakkını vermek suretiyle okuyanlar elbette ona inanırlar.
(Selaman- ı Farisi r.a) Bi yahudi alim'iydi kendisi gelip EFENDİMİZ e biat etti Müslüman olma şerefine erdi ve bir gün Hz Ömer ile konuşurlarken Hz Ömer ya Selman İman etmen nasıl oldu diye sordugunda cevaban ya Ömer ben onu görünce anam dan babam dan daha iyi tanıdım kendisini dedi,bunu üzerine (Onlar o PEYGAMBER i kendi ana ve babasından daha iyi tanırlar)Ayetini okudu cünki Tevrat'ta bütün vasfı vardı ve ben onu görür görmez tanıdım ya Ömer dedi anam dan babam dan daha iyi tanıdım ben anamı babam ı tanımamki,yani ben anam beni dogurdugunda onu görmedimki babam ıda ha keza öyle ya biri deseydiki sen falan canın oglusun ben nerden bilebilirdimki ama EFENDİMİZ öyle degil ona Allah kefil oldu onun garantisi var.Görür görmez vasıflarından hemen tanıdım dedi ve biat etti.Hz Ömer bu gercegi kabul edip biat ından dolayı tebrik ederim dedi ve alnından öptü onu işte ilim le buldu gönlüyle iman etti işte kendilerine ilim verilenler denmesinin sebebi budur..Daha öncede bu kıssayı zikir etmiştik..
«Bunlardan da ona inanan bulunur.» âyetinde Kureyş ve başka kabilelerden araplar kasdedilmektedir. «Âyetlerimizi ancak kâfirler inkâr ederler.» Âyetlerimizi ancak hakkı bâtılla örten, güneş ışığını elbisesiyle örtmeye çalışandan başkası yalanlayıp inkâr etmez..
«Daha önce sen bir kitabdan okumuş ve elinle onu yazmış değildin.» Ey Muhammed, sana bu Kur'ân gelmezden önce kavmin içinde bir ömür boyu kalmış, bir kitab okumamış, güzel bir şekilde yazı da yazmamıştın. Gerek senin kavmin ve gerekse başkaları iyi bilirler ki sen okumayan, yazmayan ümmî birisisin. Zâten Allah Rasûlü (s.a.)nün niteliği geçmiş kitablarda da aynı şekildedir. Nitekim Allah Teâlâ bir âyet-i kerîme'de: «Onlar ki; yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de yazılı bulacakları; okuma-yazma bilmeyen ve nebî olan Rasûle tâbi olurlar. O, kendilerine ma'rûfu emreder, münkerden nehyeder...» (A'râf, 157) buyurmaktadır.
Cennete soktukları ehli kitap diye atıp tuttuklarına bakın Allah ne buyuruyor .hatta meydan okuyor.Alsınlar Kitaplarına baksınlar.orda senin gelişin yazılmıyormuydu buyurup inkarını izah ediyor.bunları cennet'e sokanların niyeti bilmemezlik olabilirmi olamaz ya deli ya cahil yada kasıtlı olmaları lazımdır.Bunlar deli veya cahil degil olsa olsa nolur.?Kasıtlı olur.Belkide asrın yeni Lawrens leridirler bellimi olur.
«Bilakis o, kendilerine ilim verilenlerin gönüllerinde yerleşen apaçık âyetlerdir.» Bîlakîs Kur'ân; emir, yasaklama ve haber olarak gerçeğe delâlet eden apaçık âyetlerdir. Âlimler onu ezberler. Allah Teâlâ onun ezberlenmesini, okunmasını ve tefsirini onlara kolaylaştırmıştır. Nitekim Allah Teâlâ: «Andolsun ki, Kur'ân'ı düşünmek için kolaylaştırdık. Düşünen var mı?» (Kamer, 40) buyururken, Allah Rasûlü (s.a.) de şöyle buyurmuştur: Hiç bir peygamber yoktur ki bir misline beşerin îmân edeceği (bir mucize) kendisine verilmiş olmasın. Bana verilen ise, Allah'ın bana vahyetmiş olduğu bir vahiydir. Umarım ki ben onlann, kendine en çok uyanı olacağım. Müslim'in Sahîh'indeki İyâz îbn Himâr hadîsinde rivayet edildiğine göre, Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: Şüphesiz Ben seni deneyeceğim, (insanları da) seninle deneyeceğim. Sana öyle bir kitab indireceğim ki onu su yıkamayacak. Sen onu uyurken ve uyanıkken okuyacaksın. Yani onun yazılı olduğu yer su ile yıkanmış bile olsa yıkanılan o yere ihtiyâç duyulmayacaktır. Başka bir hadîste şöyle buyrulur: Şayet Kur'ân bir deride (yazılı) olaydı, onu ateş yakmazdı. Zîrâ o, göğüslerde hıfzedilmiş, korunmuştur. Dillere kolaylaştırılmıştır. Kalblere hâkimdir. Lafzı ve anlamı mucizedir. Bu sebepledir ki, geçmiş kitablarda bu ümmetin sıfatına dâir şöyle denilmektedir: Onlann kitablan göğüslerindedir. «Bilakis o, kendilerine ilim verilenlerin gönüllerinde yerleşen apaçık âyetlerdir.»
Taberi Tefsir'ine göre
Bilakis Kur'an, kendilerine ilim verilenlerin kalblerinde korunan apaçık âyetlerdir.
Bizim âyetlerimizi ancak zalimler inkar eder. Müfessirler bu âyet-i kerimeyi iki şekilde izah etmişlerdir. Bunlardan birisi, mealde verildiği gibidir. Diğeri ise şöyledir:
Abdullah b. Abbas, Dehhak, Katade ve İbn-i Cüreyc bu âyetin izahında şöyle demişlerdir: "Allah teala, Uz. Muhammed (s.a.v.)in sıfatlanın Tevrat ve incil'de beyan etmiş ve onları okuyanları bildirmiştir.
Resulullahın peygamberliğinin alametlerinin okur-yazar olmaması husu¬su olduğu kitaplarda beyan edilmiştir. İşte bu beyanat bu kitapları okuyan insanlann kalbinde apaçık bir delildir. İşte bu âyet-i kerime bunu izah etmektedir. Taberi bu görüşü tercih etmiştir..
Öyleya okuma yazma bilmiyen birisi böylesine muazzam şeyleri nasıl yazar.?İşte Allah cc eger o uyduruyorsa sizde bi benzerini getirin buyurmuştu.Okuma bilmeyen bi insanın bunları getirmesi tamamen ona vahiy gelmesinin işareti degilmidir.? Ama zalimler bile bile inkar ettiler..
Muhammed gazali Tefsir'ine göre
"(Ey Muhammed), sen bundan önce bir kitap okumuş ve onu elinle de yazmış değildin. Öyle olsaydı o zaman iptalciler (hakikati çürütmeye çalışanlar) kuş¬kulanırlardı. Hayır, o (Kur'ân) kendilerine bilgi verilenlerin göğüslerinde (ışıl¬dayan) açık açık âyetlerdir. Bizim âyetlerimizi zâlimlerden başkası İnkâr et¬mez." (Ankebût: 48-49)
Kitap Ehli'nin mezalim fitnesi, pek şiddetlidir.Onlar, bugünlerde, Müslümanları dinlerinden döndürmek ve onunla amel etmeyi formel ve dar kapsamlı bir alana hapsetmek için genel bir atak başlatmışlardır.
Ankebût Sûresi, putperestlerin Muhammed (s.a.v)'den mucize getirmesini ister¬lerken ortaya attıkları şüpheyi, onlara şöyle cevap vererek reddetmektedir: Mucize, âyetlerini işittikleri bu kitapta bulunmaktadır:
"Dediler ki: 'Ona Rabbinden âyetler (mucizeler) indirilmeli değil miydi?' De ki: 'Ayetler Allah'ın yanındadır. Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım. Kendilerine okunan kitabı sana indirmemiz, onlara yetmedi mi?' Şüphesiz inanan bir top¬lum için bunda bir rahmet ve öğüt vardır." (Ankebût: 50-51)
Kur'ân, asırlardır devam eden bir mucizedir. Kur'ân'm psikolojik ve sosyolojik etkisi derindir. Bizim milletimiz, bize indirilen en zor zamanlarda onu ezberlemiştir. Kişi ile Rabbi arasında takva ve yakîn üzerine kurulu olan ilişkinin tesisinde bunun bir benzerini ben hiç görmedim.
Bu kitabın evrene bakışta Allah'ı tarifine gelince, materyalist ilim adamlarına so¬ruyorum, bu tarifi, bu gizli ve açık şeyler dışında başka bir yerde bulabildiler mi? Ha¬yır bulamadılar. Neden? Çünkü: "Onu göklerdeki ve yerdeki gizlilikleri bilen (Allah) indirdi. O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir..
Evet senelerdir.KURAN ı KERİM'in eksikliklerini arayanlar ki,daha dogrusu eksik varmı diye uğraşanlar hiçbireksigi bulmuş degillerdir.Zaten yokki bulsunlar ama göz göre göre inkarlarında devam etmektedirler.Ama ilim veee insaf sahibi olanlar hemen intisap ettiler geldiler ve hakikata iman ettiler Farabi nin dedigi gibi ben insan beyninde trilyonlarca hücre oldugunu duyunca kendimi Allah a adamaktan başka bişey tercih etmedim işte ilim ve insaf olunca herşey yolunda oluyor..
Fahruddin Er-Râzi, Mefâtihu’l-Gayb,a Tefsir'ine göre
Cenâb-ı Hakk'ın tıpkı, "Kulumuz Muhammed'e indirdi¬ğimiz şey hakkında bir şüphe içindeyseniz, onun gibi, yani Muhammed gibi, siz de tek bir sûre getirin"(Bakan.23)
Daha sonra Cenâb-ı Hak " Hayır, o (Kur'ân), kendilerine ilim verilmiş insanların göğüslerinde bulunan, apaçık ayetlerdir" buyurmuştur ki, Cenâb-ı Hakk'ın "Kendilerine ilim verilmiş insanların göğüslerinde" ifadesinde, bunun, insanoğlunun uydurup ortaya koyacağı şeylerden olmayacağına bir işaret bulunmaktadır. Çünkü, zihninde, uydurularak sıraya konulmuş bir ifade bulunan kimse, "Bu, benim kalbimin ve zihnimin ürünüdür" der. Ama, o sözü başkasından alıp ezberlediğinde ise, o zaman o kimse, "O, benim kalbimde ve göğsümdedir" der. Binâenaleyh, Cenâb-ı Hak,, "Kendilerine ilim verilmiş insanların göğüslerinde" buyurunca, bu, onlardan hiçkimsenin göğsünden sudur etmiş olan bir şey olmaz. Cahil bir kimseden böyle bir şeyin sudur etmesi imkânsızdır. Binâenaleyh, cahil için, göğüslerden zuhur eden bir şey söz konusu değildir. Ve onlar, bu ümmete göre müşrikler sınıfından addedilirler. Binâenaleyh, bu demektir ki Kur'ân'ın zuhuru, Allah katındandır...
Elmalılı Tefsir'ine göre...
Halbuki sen bundan önce yani bu indirilmezden önce kitap okur değildin hala elinle yazmazsın da. O vakit, yani ümmi olmayıp da okuyup yazsa idin batıla uyanlar, yani batıl peşinde giden, yahut iptal etmeye sebep arayan o haksız kâfirler şüphe edebilirlerdi. Gerçi hakkı arayan insaflı hak arayıcı kimseler, yine şüphe etmezlerdi. Çünkü icaz için ümmilik şart değildir
Fakat o Kur'ân ilim verilmiş kimselerin sinelerinde parıldayan açık açık âyetlerdir.Burada nin "beyyinat"a müteallik olması ve şüpheyi kaldırması, sözün gelişine göre apaçık olduğu gibi, haziften kurtarma yönüyle de daha çok tercih edilir. Yani Allah tarafından birer işaret, parlak mucizeler olduğu ilim ehlinin gönüllerinde apaçık ve hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde parlamaktadır. Ve bizim âyetlerimizi ancak zalimler inkâr eder.
Kurtubi Tefsir'ine göre
1- Peygamber (sav)´ın Ümmiliği:
Şanı yüce Allah´ın: "Sen bundan önce hiçbir kitab okumuş değildin" buy-ruğundaki "bundan önce"de yer alan zamir "kitab"a racidir. Bu da Muham-med (sav)´e indiriimiş olan Kur´ân-ı Kerîm´dir. Yani ey Muhammed, sen Kur´ân-ı Kerîm´den önce okuma biliniyordun. Kitab ehlinin yanına da gidip geliniyordun. Bilakis Biz sana bu Kur´ân-ı Kerîm´i son derece mucizevi bir üslup ile gaybî haberleri ve daha başka hususları ihtiva eden bir özellikte in¬dirdik. Şayet sen kitab okuyan ve yazı yazan kimselerden, olsaydın "o zaman" kitab ehli arasından "batıl söyleyenler elbette şüphe ederlerdi" ve bu şüphelerinde bir dayanak noktalan olur ve: Bizim onun hakkında kitabları-mızda bulduğumuz nitelikler okuması yazması olmayan ümmi birisi olduğu şeklindedir. Halbuki o şu anda böyle değildir, derlerdi,
Mücahid dedi ki: Kitab ehlt, kitablarsnda Muhammed (sav)´ın okuma-yaz-ma bilmediğini görüyorlardı. İşte bu âyet-i kerime bunun üzerine nazil ol¬muştur.
en-Nehhâs dedi ki: Bu âyet-i kerime Kureyşliler için onun peygamberli¬ğine bir delil teşkil ediyordu. Zira o ne okuması, ne yazması vardı, ne de ki¬tab ehliyle oturup kalkardı, Mekke´de kitab ehli yoktu. Bununla birlikte on¬lara peygamberlerin ve önceki ümmetlerin haberlerini getirmişti. Böylelik¬le peygamberliği hususunda herhangi bir şüphe ve tereddüt kalmamış olu¬yordu.
2- Peygamber Efendimiz Daha Sonraları Okuma-Yazma Öğrendi mi?:
Derim ki: Müslim´in, Sahih´inde belirtildiğine göre el-Berâ (b. Âzib)´in nak¬lettiği Hudeybiye Barışı´nı anlatan hadis-i şerife göre Peygamber (sav), Ali (r.a)´a şöyle demiştir: "Aramızdaki antlaşmayı yaz! Bismillahirrahmanirrahîm. Bu Allah´ın Rasûlü Muhammed´in antlaştığı hususları ihtiva eder." Bunun üze¬rine müşrikler ona; Eğer biz senin Allah´ın Rasûlü olduğunu bilseydik, mut¬laka sana uyardık. -Bir rivayette de; sana bey´at ederdik.- Ancak bunun ye¬rine sen "Abdullah´ın oğlu Muhammed" diye yaz, dediler. Rasulullah (sav), Ali (r.a)´a o yazdığını silmesini emretti. Ali: Allah´a yemin ederim ki onu sil¬mem deyince, Rasulullah (sav): "Bana onun yerini göster" dedi. Ona yerini gösterince onu sildi ve (yerine) Abdullah´ın oğlu... diye yazdı.[
Bunu Buhârî bundan daha açık ifadelerle rivayet etmiştir... Dedi ki: Ra¬sûlullah (sav) belgeyi aldı ve yazdı. Bir başka rivayette şu fazlalığı da kay¬detmektedir: Ancak güzel yazamıyordu
"Sen bundan önce hiçbir kitab okumuş değildin ve sağ elinle de onu yazmamıştın" buyruğu ile hem Peygamber Efendimiz´in: "Biz ümmi bir ümmetiz, ne yazarız, ne hesab ederiz"[52] buyruğu ile çelişmemektedir. Bu¬nun yerine onlar bu hususu mucizeleri arasında mütalaa etmişler, onun doğruluğunu ve risaletinin sıhhatini ortaya koyan bir belge olarak değerlen¬dirmişlerdir. Çünkü o yazmayı öğrenmeksizin ve bunun için gerekii yollara başvurmaksızın yazabilmiştir. Yüce Allah onun elinin ve kaleminin okuyan kimse tarafından: "Abdullah´ın oğlu..." diye anlaşılacak şekilde hareketler ve çizgiler yapmasını sağlamıştır. Nitekim Peygamber öncekilerin de, sonraki¬lerin de ilmini herhangi bir şekilde ilim öğrenmeden ve bunu elde etmek için gerekli yollara başvurmadan öğrenmiştir. O bakımdan bu onun mucizeleri arasında en ileri mucizelerden, faziletlerinin en büyüklerinden olmuştur. Bu yolla onun "ümmi´lik vasfı da ortadan kalkmaz. Bundan dolayı ondan bu hu¬susu rivayet eden ravi de: "Güzel yazmayı beceremiyordu" demiştir. Dola¬yısıyla onun hakkında "yazdı" demekle birlikte ümmilik vasfı da kalmaya de¬vam etmiştir.
3- Peygamber Efendimiz Yazı Yazdı mı?
Kadı Iyad´ın, Muaviye yoluyla kaydettiği bir rivayete göre Muaviye, Pey¬gamber (sav)´ın önünde yazı yazarken ona şöyle buyurmuştur: "Mürekkeb hokkasını (önüne) bırak. Kalemin ucunu sivrilt, "be"yi doğru çek, "sin"(in diş¬lerin)! birbirinden ayır, "mim"i kör yapma, Allah lafzını güzel yaz, er-Rahman lafzını uzat, er-Rahlm´in harflerini de açık seçik olarak yaz." Kadı Iyad dedi ki: Bu rivayet itibariyle, Peygamber (sav)´ın yazı yazdığı fiilen sahih olmamak¬la birlikte, ona yazı ilminin bağışlanmış, bununla birlikte okuma ve yazma¬sının engellenmiş olması uzak bir ihtimal değildir.Derim ki: Bu hususta sahih olan budur. O tek bir harf dahi yazmamıştır. Ancak yazı yazanlara emirler vermiştir. Aynı şekilde ne okumuş, ne de harf¬leri hecelemiştir..Peygamber şöyle buyurmaktadır: "Yazmayı bilen ve bilme¬yen her mü´min onu okur.Görüldüğü gibi bu hususta Peygamber efen¬dimiz ümmi olanlar arasından yazmayı bilmeyenleri açıkça zikretmiştir. Bu ise olabildiğince açık bir cevaptır.
Aksine o, kendilerine ilim verilmiş olanların göğüslerinde apa¬çık âyetlerdir. Âyetlerimizi ancak zalim olanlar bile bile inkâr eder.
"Aksine o, kendilerine ilim verilmiş olanların göğüslerinde apaçık âyetlerdir" buyruğunda kastedilen Kur´ân-i Kerîm´dir. el-Hasen dedi ki: el-Ferrâ, Abdullah´ın kıraatinin "O" zamirini; "O(nlar)" diye oku¬duğunu ileri sürmüştür. Aksine Kur´ân´ın âyetleri apaçık âyetlerdir, demek olur. el-Hasen dedi ki: Bunun bir benzeri de yüce Allah´ın: "Bu... gözleri açan belgelerdir." (el-A´raf, 7/203) buyruğudur. Eğer; Bu" yerine; Bu(nlar)" olmuş olsaydı, bu da caiz olurdu. Yine bunun bir benzeri de: "İş¬te bu Rabbimden bir rahmettir" (el-Kehf, 18/98 ) buyruğudur.
eî-Hasen dedi ki: Bu ümmete hafızlık ihsan edilmiştir. Bizden önceki üm¬metler kitaplarını ancak bakarak okuyabiliyorlardı. Onu kapattılar mı onun içinde olanları peygamberler dışında ezbere bilenleri yoktu. Ka´b da bu üm¬metin niteliklerini zikrederken şunları söyler: Onlar gerçekten hikmet sahi¬bi kimseler ve ilim adamlarıdır. Onlar fıkıhta adeta peygamberler gibidir. "Kendilerine ilim verilmiş olanların göğüslerinde apaçık âyetlerdir." Yani bu Kur´ân-t Kerîm batılcıların ileri sürdükleri gibi sihir veya şiir değil¬dir. Aksine o, kendileri vasıtası ile Allah´ın dininin ve hükümlerinin bilindi¬ği apaçık"alâmetler ve delillerdir. Aynı şekilde bunlar kendilerine ilim veril miş olanların kalplerindedir. Bunlar ise Muhammed (sav)´ın ashabı ve ona iman edenlerdir. Onlar Kur´ân´ı ezbere biliyor ve okuyorlardı. İlim ile nite¬lendirilmeleri ise onlara verilmiş olan kavrayış sayesinde, Allah´ın kelamını, insanların ve şeytanların sözlerini birbirlerinden ayırdedebilmeleridir ."Âyetlerimizi ancak zalim olanlar" kâfirler "bile bile İnkâr ederler." Çün¬kü onlar Peygamber efendimizin nübüvvetini ve getirdiklerini gerçek olduk¬larını bilerek inkâr etmişlerdir
TEFHİMU'L KUR'AN Mevdudi tefsir'ine göre
Allah der ki: Kitap'ta sunulan derin bilgiler, daha önceki peygamberlerin kıssaları, birçok değişik dinin inanç ve akideleri, eski ümmetlerin tarihleri, sosyal, ekonomik ve ahlâkî hayatla ilgili sorunlar -ki bunlar ümmi bir adam tarafından aktarılıyor- bu İnsanın bu derin bilgileri başka bir kaynaktan değil, ancak vahiyden elde ettiğinin apaçık delilleridir. Eğer o okur-yazar olsaydı ve insanlar onu kitap okurken, ciddi çalışmalar yaparken görmüş olsalardı, o zaman bâtıla tapanlar şüphelerine, onun bu bilgileri vahiyden değil okuma ve inceleme sonucu elde ettiği şeklinde bir dayanak bulabilirlerdi. Fakat onun tamamen ümmî (okuma-yazması olmayan kişi) olduğu gerçeği, böyle bir şüpheye meydan bırakmamıştır. Bu nedenle, apaçık inatçılık hariç onun peygamberliğinin herhangi bir şekilde inkâr edilebileceği makul bir zemin yoktur."
Yani hiç okuma-yazması olmayan birinin, birdenbire, hiç kimse onu daha önce herhangi bir hazırlık yaparken görmediği halde olağanüstü nitelik ve özelliklere sahip Kur'an gibi bir kitap getirmesi ve onu insanlara sunması, aslında bilgi ve hikmete sahip insanlar için o kimsenin peygamberliğinin apaçık delilidir. Tarihte büyük diye anılan kişilerin hayat hikayesi incelendiğinde, çevresinde onun kişiliğini şekillendiren ve yaşadığı sürece kendisinden kaynakalanan mükemmellikler için onu hazırlayan faktörler bulunabilir. Her zaman onun çevresi ile kişiliğini oluşturan yönler arasında apaçık bir ilişki vardır. Fakat Hz. Muhammed'in (s.a) çevresinde onun gösterdiği mükemmellik ve mucizelere kaynak teşkil edebilecek hiçbir şey yoktur. Onun durumu sözkonusu olduğundan, ne o dönemdeki Arap toplumunda, ne de Arabistan'ın ilişkide bulunduğu komşu toplumlarda, Hz. Muhammed'in (s.a) kişiliğini oluşturan yönlerle uzaktan bile ilişkisi olan faktörler bulmak imkansızdır. İşte bu gerçeğe dayanılarak burada Hz. Muhammed'in (s.a) kişiliğinin sadece bir tek ayet değil, birçok ayet olduğu vurgulanmaktadır. Cahil bir insan, bu ayetlerdeki işaretlerden hiçbirini görmeyebilir. Fakat kendilerine ilim verilenler bu ayetleri görerek onun gerçekten Allah'ın Rasûlü olduğuna kani olmuşlardır.
Yani, insanların görüp Hz. Muhammed'in (s.a) gerçekten Allah'ın Rasûlü olduğuna inanacakları mucizeler. Yani, "Sen okuma-yazma bilmediğin halde sana Kur'an gibi bir kitab indirildi. Bu, insanları senin peygamber olduğuna ikna edecek başlıbaşına büyük bir mucize değil mi? Onlar bundan başka mucizeler de mi istiyorlar? Diğer mucizeler sadece onlara şahit olanlar için geçerli ve etkilidir. Fakat bu mucize her zaman onların gözleri önünde durmaktadır. Kur'an onlara hemen hemen her gün okunmaktadır: Bu mucizeyi istedikleri an istedikleri şekilde gözleyebilirler..
Yani, bu kitabın indirilişi hiç şüphesiz, Allah'ın büyük bir lütfudur ve bu kitab insanlar için büyük uyarılar taşımaktadır. Fakat sadece inanan kimseler ondan yararlanabilirler.İnanıp ta ilmiyle keşf edenler haricinde buna kimseler nail olamazlar.Ancak ilim sahibi olanlar idrak ederler.İşte Allah cc İlim sahibi olanların gönlünede bunları anlamayı her ayeti kavramak suretiyle onların gönüllerine bu şekilde yazmıştır.Onların sinelerinde ap açık ayettir buyurmaktadır..
Savfetü't Tefasir'e göre
Ey Muhammed! Bu Kur'an inmeden önce, sen, okuma yazma bilmiyordun. Çünkü sen bir ümmîsin. İbn Abbas der ki: Rasulullah (s.a.v.) ümmî idi. Hiçbir şey okuyamaz ve yaza¬mazdı. Eğer sen okur veya yazar olsaydın, o takdirde bu kâfirler Kur'an hakkında mutlaka şüpheye düşer ve: "Belki de onu önceki¬lerin kitaplarından aldı da Allah'a nisbet etti" derlerdi.Bu âyet, Kur'an'ın Allah katından olduğuna bir delildir. Çünkü Peygamber (a.s.) ümmî olduğu halde, onlara geçmiş milletlerin haberlerini ve gayb işlerini kapsayan bu mucize Kitabı getirmiştir. Bu, onun doğruluğunun en büyük delilidir. İbn Kesir şöyle der: "Yani Ey Muhammed! Sen bu Kur'an'ı getirmeden önce kavminin içinde bir ömür boyu kaldın. Bu süre içinde kitap okuyamıyor ve yazı yazamıyordun.Hattâ kavminden herkes, senin, okuma yazma bilmeyen bir ümmî olduğunu biliyordu. Rasulullah (s.a.v.) ölünceye kadar da bu şekilde kalmıştır. O, yazmayı bilmezdi. Eliyle ne bir satır, ne de bir harf yazmıştır. Onun, vahiy katipleri vardı.
49. Ayetin başındaki idrâb içindir. Yani durum, o zalimlerin ve bâtıla dalanların sandığı gibi değildir. Aksine o Kur'an, apaçık mucize, Allah katından olduğunu açıkça gösteren ve âlimlerin kalplerinde korunmuş olan âyetlerdir. Tefirciler şöyle der: Allah'ın, Kur'an'ı değiştirilme ve bozulmaktan iki yolla korumuş olması, Kur'an'ın özelliklerindendir. Bunlardan birincisi, satırlarda, ikincisi de gönüllerde korumaktır. Diğer kitaplar böyle değildir. Onlar, sahiplerinin elinde yazılı olarak vardır ama ezberlenmemiştir. Dolayısıyle tahrif edil¬mişlerdir. Bu ümmetin vasfı hakkında," indileri yani kitapları kalplerindedir" sözü söylene gelmiştir. Hasan Basrî şöyle der: Bu ümmete, ezberleme Özelliği verildi. Öncekiler, kitaplarının ancak bakarak okurlardı. Kitabı ka¬pattıklarında, peygamberlerden başka hiç kimse ezberden okuyamazdı.Âyetleri ancak inkar ve inatta aşın gidenler yalanlar.
Tefsir'ül münir Tefsir'ine göre
"Sen Kur'an'dan önce ne bir kitap okuyor, ne de elinle yazı yazıyor¬dun. Öyle olsaydı batıla uyanlar şüpheye düşerdi."
Yani ey Peygamber! Sen kavminle birlikte yaşadığın tarihlerde Kur'an'ın inmesinden önce başka bir kitap okuyan bir kimse değildin. Yazı yazmayı da biliniyordun.
Sen okuma yazmayı bilen biri olsaydın cahil müşrikler sana inen ki¬tap hakkında şüpheye düşecekler ve "Belki de bu önceki kitaplardandımmıştır." diyeceklerdi. Sen kitap okuyan ve yazı yazan biri olmadığına göre onların şüpheye düşmeleri için hiçbir sebep yoktur.
Mücahid, "Ehl-i Kitap kendi kitaplarında Hz. Muhammed (s.a.)'in okuma yazma bilmediği hususundaki ayeti okuyorlardı. Bu sebeple bu ayet nazil oldu." demiştir.
Nahhas diyor ki: Kureyşliler için Hz. Muhammed (s.a.)'in peygamber¬liğine delil; onun okuma yazma bilmemesi, Ehl-i Kitapla görüşmemesi ve Mekke'de Ehl-i Kitab'm bulunmamasıdır. Buna rağmen o, Mekkelilere ön¬ceki peygamberlerin ve ümmetlerin haberlerini getirmektedir. Bu şekilde kuşku ve şüpheler ortadan kalkmaktadır.
"Ondan önce herhangi bir kitap" ifadesi olumsuzluğu tekid etmektedir. "Ne de sağ elinle yazı yazıyordun." cümlesi de aynı zamanda tekiddir. "Sağ el" tabiri genelleme manasında kullanılmıştır. Tıpkı "iki kanadıyla uçan kuş..." (En'am, 38) ifadesi gibi.
Kısaca; Hz. Muhammed (s.a.)'in geçmiş kitaplardaki ve kavmi arasın¬daki bilinen sıfatı onun okuma yazma bilmeyen ümmî biri olmasıdır.
Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: "Onlar yanlarındaki Tev¬rat ve İncil'de yazılı buldukları, Allah'ın okuyup yazması olmayan elçisi peygambere tabi olurlar. Peygamber onlara iyiliği emreder, kötülüğü nehyeder. "(A'raf, 7/157).
O halde bu Kur'an'm Allah tarafından indirildiği ve herhangi bir be¬şer, melek veya cinin ilhamıyla olmadığı hususunda şüphe etmeye hiçbir sebep yoktur.
Bu gerçeğin açıklığına ve Kureyşlilerin Hz. Muhammed (s.a.)'in oku-ma-yazma bilmeyen ümmî bir kimse olduğunu bilmelerine rağmen, onlar yine de onu önceki kitaplardan istifade etmekle itham ettiler. Cenab-ı Hakkın beyan ettiği gibi: "Müşrikler: "Kur'an öncekilerin efsaneleridir. Mu¬hammed onu başkalarına yazdırmış da, sabah-akşam kendisine tekrarla¬nıp duruyor." dediler." (Furkan, 25/5).
Daha önce de geçtiği gibi Kur'an'm Allah tarafından indirilmiş olduğu¬nu tekid etmek üzere Cenab-ı Hak şöyle buyurdu: "Doğrusu Kur'an kendi¬lerine ilim verilenlerin kalplerinde -korunan- apaçık ayetlerdir. Bizim ayet¬lerimizi ancak zalimler inkâr eder."
Yani bilakis bu Kur'an hakka, gerçeğe delâlet ettiği açık olan ayetler¬dir. Bu Ehl-i Kitap'tan olan ve olmayan âlimlerin gönüllerinde yerleşmiş bir husustur. Fakat Allah'ın nurlu ayetlerini inkâr eden, yalanlayan, bu ayetleri hafife alan ve bunları reddeden ancak zalimlerdir: yani hakkı bilip de ondan yüzçeviren kibirli, haddi aşan kimselerdir.
Nitekim Cenab-ı Hak bir başka ayette de şöyle buyurmaktadır: "Şüp¬hesiz ki üzerlerine Rabbinin hükmü gerçekleşmiş olanlar iman etmezler. Onlara her türlü delil gelse de, onlar can yakıcı azabı görmedikçe iman et¬mezler." (Yunus, 10/96-97).
Özetle; bu yüce Kur'an insan eseri değildir. Bilakis bu kitap âlimlerin anladıkları, ezberledikleri; emir, nehiy ve haber olarak açıkça hakka delâ¬let eden apaçık ayetlerdir. Allah, Kuranın ezberlenmesini, okunmasını ve tefsirini kolaylaştırmıştır: "Andolsun ki biz Kur'anı düşünüp ibret alınsın diye kolaylaştırdık. Hiç düşünen var mı?" (Kamer, 54/17).
Buhari Sahih'inde Peygamberimiz (s.a.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: "Hiçbir peygamber yoktur ki kendisine insanların iman ettiği bir kitap verilmesin. Bana verilen, ancak Allah'ın bana vahyettiği bir vahiydir. Ben içlerinde ümmeti en çok olan peygamber olacağımı ümid ediyorum
Et Tefsir'ül Hadis'e göre
Allah'ın geçmiş peygamberlere kitap indirdiği gibi, kendisine bir kitap indirdiği belirtilerek Peygamberi¬mizin konumu pekiştiriliyor. Bu arada ehl-i kitabın Allah tarafından indirilen kitaplara inandıkları, bunun doğal bir sonucu olarak içlerinde bazılarının da peygamberimize in¬dirilen kitaba da inandıkları dile getiriliyor. Çünkü Kur'an ile önceki kitaplar arasında özde ve esasta benzerlik, aynilik olduğunu görüyorlar. Küfrü, inatçılığı ve büyüklenme-yi karakter haline getirip zihnini her türlü güzelliğe kapatanlardan başkası Allah'ın ayet¬lerini inkar etmez, onlar karşısında büyüklük kompleksine kapılmaz.
Bunun yanısıra Peygamberimizin Kur'an'm inişinden önce hiç bir kitabı okuma¬dığı eline kalem alıp bir kitap yazmadığı dolayısıyla Kur'an karşısında büyüklük komp¬leksine kapılan batıl taraftarlarının kuşkulanmalarını haklı çıkaracak bir durumun söz konusu olmadığı vurgulanıyor.
Son olarak Peygamberimizin okuduğu ayetlerle, Allah tarafından indirilen diğer kitapların ayetleri arasında öze, ruha ve atmosfere ilişkin bir ahenk bulunduğu, kendile¬rine ilim verilenlerin, ruhlarını ve göğüslerini ilimle dolduranların bu ahengi, bu uyumu derhal farkettikleri ifade ediliyor.
Şifa Tefsir'ine göre
Bundan (Kur'an'dan) önce sen, herhangi bir kitap okumuş değildin. Sağ elinle de onu yazmış değildin. (Eğer okuyup yazsaydın) o zaman batıl peşinde koşanlar şüphe ederlerdi.[color=blue]Mekke müşrikleri Kur'an karşısında aciz kalınca, Hz. Peygambere if¬tira edip, "evvelkilerin masallarını bize anlatıyorsun" diyorlardı. İşte bu iftiralarına cevaben Allah (c.c); "Sen bundan önce hiçbir kitap okur de¬ğildin, elinle de yazı yazmış değildin" buyuruyor.
Hz. peygambere getirilen; "Allahümme Sallı Ala Seyyidina Muhammedin Ninnebiyyil-Ümmiyyi" derken "Ümmi" kelimesi Kur'an'dan alınmış bir kelimedir. Hz. Peygamber Ümmi bir insandı, okuma yazması yoktu.Ayetin devamında; Eğer okuma ve yazman olsaydı, O zaman batıl pe¬şinde koşanlar şüphe duyarlardı, buyruluyor. Zaten şüphe içindeler, bir de okuma yazması olsaydı bu şüpheleri katbekat artardı.
Halbuki bütün Mekke'liler bilirlerki; Hz. Peygamber (a.s.) okuma yazma bilmiyordu. Kur'an'ın bunu haber vermesinin hikmeti de; günü¬müzdeki ve bundan sonra gelecek olan Mekke müşrikleri düşüncesine de bir cevap olması içindir. Peygamber okuma yazma bilmezdi. Bunları size Rabbinden bildirmektedir.
Yinede imansız, iman kalb işi olduğu için bu tür şeylere inanmakta güçlük çekmekte. Bundan 1400 yıl önce Ümmi olan, okuma yazma bil¬meyen bu insan, bugünkü kurgu filimlerinin yeni yeni ortaya koymaya çalıştığı, eşyanın biryerden biryere nakli veya insan suretinin anında bir-yerden başka biryere uçması gibi olayları Hz. Süleyman (a.s.)'ın yanın¬daki bir alimin yardımıyla "Saba Melikesi Belkıs'ın" tahtını kendinden önce nakledivermesinden bahsetmesi ve bunu hayalinden düşünmesi..., Yusuf (a.s.)'ın kokusunu 500 km'lik yoldan Yakup (a.s.)'ın duyması ve bu okuma yazma bilmeyen kişinin bunu 1400 yıl önce haber vermesi.!!
İşte sayılamıyacak kadar bu Örnekler, Kur'an'ın Hz. Peygambere Allah (c.c.) tarafından bildirildiğinin bir delilidir
Hayır!! Kur'an, ilim verilenlerin gönüllerinde apaçık ayet¬lerdir. Bizim ayetlerimizi ancak zalimler inkar eder.
Peygamberin, -okuması yazması olmayan (Ümmi) birinin-, böyle şeylerden bahsetmesi, kendilerinde ilim olan, ilim sahibi insanların nezdinde, onun peygamberliğinin delili ve mucizesidir.Ceza yasası profösörlerinden birisi; "sanık, şüpheden yararlanır" ka¬idesini dersinde anlatmış ve bu görüşün Alman hukukçularından filan kişiye ait olduğunu. Ve bu kuralın, ayın keşfinden daha önemli olduğunu söylemiş.
Bende bu hukuk fakültesinde okuyan öğrencilere "Şüphelerle cezayı gideriniz" hadisini anlatmıştım, bu konuyu destekleyen bir başka hadiste Efendimiz; "Affederek yanılmak, cezalandırarak yanılmaktan hayırlıdır" buyurmuş.(Tirmizi,Ebvabül Hudut 2, İbni Mace Hudut 5)
Öğrencilerden biri söz ister ve bu hadisleri ceza hukuku hocasına arz eder. Profösör; "hemen hadisin metnini tercemesini vede kaynağını yazarsanız memnun olurum" der.Sahasını bilen birisi, Kur'an ve sünnette bazı prensibleri görüp, 1400 yıl önce söylenen, ortaya konan bu kurallara dikkat çekmekte..."Ancak zalimler ayetlerimizi inkar eder." Zulümde, haksızlıkda, hak olanı yerine getirmekte, akıl terazisinin dengesini bozmuş insanlar, an¬cak ayetleri inkar eder.
Kur'an Yolu Tefsir'ine göre
"Apaçık âyetler" şeklinde çevirdiğimiz "âyâtün beyyinât" İfadesini Zemahşerî, "mucize olduğu apaçık belli âyetler" (İÜ, 193), Kurtubî de "bilgiye mazhar kılınmış olanlar" diye çevirdiğimiz "ûtü'1-ilm" tabirini, "Allah kelâmı ile beşer sözünü ... birbirinden ayırma yeteneğine sahip olanlar" (XIII, 367) şeklinde açıklamıştır. Buna göre Kur'an, Resûlullah'ın başka bir insandan okuyup yazarak derlediği, kendisinin ürettiği bir eser değildir; zaman zaman müşriklerin ileri sürdüğü gibi bir şiir veya bir sihir ürünü de değildir; aksine o, zihinsel yetenekleri gelişmiş olan inançlı ve iyi niyetli İnsanların, ilâhî kelâmda bulunması gereken apaçık mucizevî özelliklere sahip olduğunu anlayıp kavradıkları âyetlerden oluşur.
Zemahşerî (III, 193), bu âyette Kur'an'ın iki özelliğine vurgu yapıldığı kanaatindedir: 1. Kur'an'ın, apaçık mucize olan âyetlerden oluşması, 2. Âyette "sudur" (kalpler) kelimesiyle ifade edilen hafızalarda ezberlenip korunması. Kur'an bu iki özelliği ile öteki kutsal kitaplardan ayrılmaktadır. Çünkü o kitaplar, a) Mevcut şekliyle doğrudan Allah kelâmı, dolayısıyla apaçık mucizevî âyetler değildir, aksine onlar -bugün bilimsel olarak da tespit edildiği gibi- bazı Kitâb-ı Mukaddes yazarlanmn kaleminden çıkmış eserlerdir; b) Yahudi ve hıristiyan kültüründe bu eserler ezberlenerek korunmuş değildir; hafızlık geleneği sadece müslümanlarda vardır
Suat Yıldırım Meal ve Tefsir'ine göre
Hz. Peygamber (a.s.)’ın ümmîliğin yaygın olduğu bir topluma mensup olduğu bilinmektedir. Kendisinin de ümmî, yani öğrenim görmemiş, okur yazar olmayan bir zat olduğu, tarihî bir gerçektir. Halbuki Kur’ân-ı Kerimde çok çeşitli bilim dallarına ait bilgiler, ilmî prensipler, neticeler, atıflar veya işaretler vardır. Sadece Yahudi ve Hıristiyan dinlerine ve kutsal kitaplarına dair bilgileri gözönünde bulunduracak olursak büyük bir yekün teşkil eder. Bu konulara girmek, hele hele o alanın ilim adamları arasındaki ihtilaflı konularda görüş bildirmek, eleştiri yapmak, karar verip hükme bağlamak, bilgi sahiplerinin bile yanaşamayacağı bir iştir.
Şu halde Kur’ândaki bu bilgilere bir merci lâzımdır. Kur’ânı tebliğ eden ve kırk yıllık ömrünü kendi hemşehrilerinin arasında geçiren Hz. Muhammed’in; okul, öğretmen görmediği, hatta yazma bile bilmediği kesindir. Zira Kur’ân, sayısız muhaliflere karşı bu âyeti bildirmiş, hiçbir düşman çıkıp da onun yazı bildiğini ileri sürememiştir. Öyleyse Kur’ân’ın her şeyi bilen Allah Teâla tarafından gönderildiği kesinlik kazanmaktadır
(Şüpheye en ufak yer yok) .O, kendilerine ilim nasib edilenlerin kalplerini aydınlatan parlak âyetlerdir. Evet, Bizim âyetlerimizi zalimlerden başkası inkâr etmez.
Celal Yıldırım Tefsir'ine göre
«(Ey Peygamber!) Sen bundan önce bir kitaptan okur değildin ve elinle de yazı yazar değildin; öyle olsaydın bâtılı savunanlar şüpheye düşerlerdi.»
Resûfüllah (A.S.) Efendimiz Mekke'de doğup büyümüş ve kırk yaşına gelinceye kadar ne mektep görmüş, ne bir âlimin önünde diz çöküp okuma-yazma öğrenmiş, ne de bir kimseden ilim tahsil etmiştir. Çocukluğunun beş altı yılı badiyede Beni Sa'd kabilesinde geçmiş, ondan sonra amcası Ebû Talib'in himayesine verilerek birkaç yıl çobanlık yapmış ve 24 yaşına girin¬ce ticaretle uğraşmıştır. O bakımdan Peygamberimiz (A.S.) okuma ve yaz¬ma bilmezdi. Nitekim A'raf Sûresi 157, 158. âyetlerle onun «ümmî» olduğu açıklanmaktadır. Her ne kadar bu sıfat üzerinde durulmuş ve şu üç ayrı yorum getirilmişse de, konumuzu oluşturan âyetle birleştirdiğimiz zaman, «okur-yazar» olmayan kimse hakkında daha yaygın olduğu ağırlık kaza¬nır.
Üç ayrı yorum :
a) Okur-yazar olmayan kimse,
b) Okuma-yazma bilmeyen bir kavim veya millete mensup olan,
c) Ümmu'l-kura (kasabalar anası, ana merkezi Mekkejye mensup olan..
Kur'ân, Kendilerine İlim Verilenlerin Gönlünde Işıldamaktadır
«Bilâkis Kur'ân, kendilerine ilim verilenlerin gönüllerinde ışıl ışıl ışıldayan açık âyetlerdir. Bizim âyetlerimizi ancak zâlimler inkâr eder.»
Bu âyetle, Kur'ân-ı Kerîm'in daha çok gerçekçi ilim adamlarının kal¬binde ve kafasında ışıl ışıl ışıldayacağı haber veriliyor. Bunun sebebi gayet açıktır. Şöyle ki : İlmi temel kabul eden ve ilim adamına lâyık olduğu değe¬ri ve yeri veren Kur'ân, elbette ki ilim adamına ışık tutan, ana fikir veren, temel bilgiler sunan kudret ve muhtevadadır
Kur'ân'ın yansıttığı mükemmel hukukî sistem, özellikle asrımızda ilmî araştırmaların belirtilen ilim dallarında Kur'ân'ın taşıdığı te¬mel bilgileri tasdîk etmesi bize neyi öğretmekte veya ne gibi gerçekleri ha¬tırlatmaktadır? Hemen cevap verelim ki, Kur'ân'ın her cümle ve kelimesiyle Allah'tan indirildiğini, insan sözünün ona kanştırılmadığını ve Allah'ın her şeyi en iyi bilen olduğunu, bilimsel alanda getirdiği ana fikirlerin, temel bil¬gilerin bir insanın kafasından çıkmayacak kadar kusursuz ve mükemmel bulunduğunu isbatlamakta ve Hz. Muhammed'in (A.S.) Allah'ın Resulü ol¬duğunu, O'ndan alıp öylece tebliğde bulunduğunu hatırlatmaktadır.
Nitekim Asr-i Saadet'ten bu yana gecen her çağda hemen hemen bir¬çok ilim adamları bu gerçeği görebilmiş ve bağlı bulunduğu dini bırakarak İsiâmiyeti din olarak seçmiştir. Son birkaç yıl içinde Batı ülkelerinde de il¬mi sahada haklı şöhrete sahip olan Roger Garaudy, Maurice Bucaille ve emsali birkaç ilim adamının da Kur'ân'ın bütünüyle ilâhî olduğuna inandık¬larını ve o yüzden İsiâmiyeti benimsediklerini ilân etmeleri bir gerçektir.O halde Kur'ân'ın nasıl bir kitap olduğunu, nasıl bir kudret taşıdığını bilmek ve anlayabilmek için, ilim gözüyle ona eğilmek yeter
Said nursi hz lerinden ilimle hikmetli sözler uyarısı
Tevekkül, kanaat ve iktisat öyle bir hazine ve servettir ki hiçbir şey ile değiştirilemez.
Atalet(tembellik) sıkıntıyı, sıkıntı sefahati, sefahat (lüzumsuz yere zevk ve eğlence) fakirliği ve bedbahtlığı doğurur.
Kusurunu görmemek, o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Ve kusuru görse o kusur, kusurluktan çıkar. İtiraf etse, affa müstehak olur.
Her söylediğin doğru olmalı; fakat her doğruyu söylemek doğru değil.
İdarede kuvvet, kanunda olmalı. Ve ilimde de kuvvet hakta olmalı. Yoksa istibdat hükümferman olur... | |
| | | кa¡η Admin
Mesaj Sayısı : 850 Puan : 1941 Itibar : 6 Kayıt tarihi : 23/10/09 Yaş : 33 Nerden : Sakarya
| Konu: Geri: İlim konusunda en geniş Tefsir'ler..1 Ptsi Ocak 04, 2010 9:12 pm | |
| İlim Konusunda En Geniş Tefsirler-8 Li yec-ale ma yülgış şeydanü fitnetel lillezine fi gulubihim merazuv vel gasiyeti gulübühüm ve innez zalimine le fı şigagım beid **VELİYE' LEMEZZELİNE UTÜL İLME ENNEHÜL HAGGU MİRRABBİKE FE YÜ- MİNÜ BİHİ FETÜHBİTE LEHÜ GULUBÜHÜM..VE İNNALLAHE VE HE DİLLEZİNE EMENU İLA SIRADIM MÜSTEGİM....
** Şeytanın (bu tür) katıp bırakmaları, kalplerinde hastalık olanlara ve kalpleri (her türlü) duyarlılıktan yoksun bulunanlara (Allah'ın) bir deneme kılması içindir. Şüphesiz zalimler, (gerçeğin kendisinden) uzak bir ayrılık içindedirler..***Bir de, kendilerine ilim verilenler, onun (Kur'an'ın) hakikaten Rabbin tarafından gelmiş bir gerçek olduğunu bilsinler de ona inansınlar, bu sayede kalpleri huzur ve tatmine kavuşsun. Şüphesiz ki Allah, iman edenleri, kesinlikle dosdoğru bir yola yöneltir. hac 54
Taberi Tefsir'ine göre
Bir de kendilerine Mim verilenlerin, Kur'an'ın, rabbin tarafından gelen bir hak olduğunu bilip ona imanetmeleri ve ona gönülden bağlanma¬ları içindir. Şüphesiz ki Allah, iman edenleri dosdoğru bir yola sevkeder.
Yine Allah, Şeytan'ın sokuşturduğu şüpheleri giderir ve âyetlerini muh¬kem kılar ki, kendilerine Allah tarafından ilim verilenler, Allah'ın indirmiş oldu¬ğu âyetlerin, rabbin tarafından gelen gerçekler olduğunu bilsinler ve onlara iman ederek gönülden bağlansınlar. Şüphesiz ki Allah, kendisine ve Peygambe¬rine iman edenleri, Şeytanın sokuşturduğu vesveseleri iptal ederek doğru yola iletir. Böylece Şeytan'ın tuzakları onlara zarar vermez.. Şeytan ın zarar vermez bölümünü aşagıda İbni kesirde anlatacagız orda daha detaylı diye onu sectim..
İbni kesir Tefsir'ine göre
İbn Hatim der ki: Bize Yûnus İ-bn Habîb'in... Saîd İ'bn Cü-beyr'den rivayetine göre; o, şöyle demiştir : Allah Rasûlü (s.a.) Mekke'de Necm sûresini okudu. «Ne dersiniz Lât ve Uzzâ'ya? Üçüncüsü olan diğer Menât'a?» (Necm, 19-20) [color=green]âyetine gelince; şeytân onun diline vesvese karıştırdı da, «İşte bunlar ulu beyaz kuğulardır. Şefâat-ları umulur.» dedi. Onlar (Mekke müşrikleri) : Bu günden önce ilâhlarımızı hayırla anmamıştı, dediler. Allah Rasûlü secde etti, onlar da secde ettiler. Bunun üzerine [b]Allah Teâlâ : «Senden önce gönderdiğimiz hiç bir Rasûl ve hiç bir Nebi yoktur ki bir şeyi arzuladığı zaman şeytân onun arzusuna vesvese karıştırmamış olsun.» âyetini indirdi..
Katâde der ki: Hz. Peygamber (s.a.), makamın yanında uyuklar-ken şeytân onun dili üzerine : Muhakkak ki onların şefâatları umulur. Muhakkak onlar ulu beyaz kuğularla beraberdirler, İfâdelerini karıştırdı. Müşrikler bunu eterlediler. Şeytân bunu sanki Hz. Peygamber (s.a.) okumuş gibi gösterdi. Böylece bu kelimeler onların (müşriklerin) dillerine düştü. Bunun üzerine Allah Teâlâ : «Senden önce gönderdiğimiz hiç bir Rasûl ve hiç bir Nebî yoktur ki...» âyetini indirerek şeytânı tardetti, kovdu. Sonra İ'bn Ebu Hatim der ki: Bize Musa bin Ebu Mûsâ el-Kûfî'nin... İ'bn Şihâb'dan rivayetinde o, şöyle demiştir : Necm sûresi nazil oldu. Müşrikler : Şayet şu adam ilâhlarımızı hayırla anmış olsaydı, biz onu ve ashabım kabul ederdik. Onun dinine muhalif olan yahûdî ve hıristiyanlar bile onun gibi, 'bizim ilâhlarımıza sövmüyorlar, diyorlardı. Onların, Allah Rasûlü (s.a.) ve ashabına olan eziyet ve yalanlamaları son derece şiddetlenmişti. Onların sapıklıkları Hz. Peygamberi üzüyor ve onların hidâyete ermelerini te-mennî ediyordu. Allah Teâlâ Necm sûresini inzal 'buyurup Hz. Peygamber (s.a.), ]«Ne dersiniz Lât ve Uzzâ'ya? Üçüncüsü olan diğer Me-nât'a. Demek erkekler sizin, dişiler O'nun mu?» (Necm, 19-21) âyetini okuduğunda, Allah Teâlâ'nın putları zikrettiği sırada şeytân birtakım kelimeler atıp : Muhakkak ki onlar ulu beyaz kuğulardır. Onların şe-fâatları; işte bu umulandır, dedi. Bunlar, şeytânın düzmeceleri ve fitnesi kabilinden idi. Bu iki cümle Mekke'deki her müşriğin kalbinde yer etti, dilleri bunu söyler oldu. Birbirlerine müjde verip : Muhakkak Muhammed, ilk dini olan kavminin dinine dönmüştür, dediler. Allah Rasûlü (s.a.), Necm sûresinin sonuna eriştiğinde secde etti. Orada bulunan müslüman olsun müşrik olsun herkes secdeye kapandı. Şu kadar var ki Velîd İbn Muğîre cüsseli birisi idi de (secdeye kapana-madığı için) avucuna toprak alıp onun üzerine secde etti. Her iki grup ta (müslümanlar ve müşrikler grubu) Allah Rasûlü (s.a.) nün secdesinden dolayı topluca secde etmelerine şaştılar. Müslümanlar müşriklerin kendileriyle birlikte îmânsız ve yakînsiz olarak secde etmelerine şaşmışlardı. Zîrâ müslümanlar şeytânın, müşriklerin kulağına eriştirdiği âyeti (sözleri) işitmemişlerdi. Böylece müşriklerin gönülleri, Allah Rasûlü (s.a.) nün arzusuna şeytânın karıştırmış olduğu vesveseden huzur -buldu. Şeytân müşriklere, Allah Rasûlü (s.a.) nün fou kelimeleri suretle okumuş olduğunu bildirmişti. Böylece onlar, ilâhlarını ta'zîm için secde etmiş oldular. Bu söz insanlar arasında yayıldı. Şeytân *bu kelimeyi şayia olarak yaydı. O kadar ki bu, Habeş ülkesinde olanlara ve oradaki müslümanlardan Osman İbn Maz'ûn ve ashabına kadar ulaştı. Mekke ahâlîsinin bütünüyle müslüman olduğunu ve Allah Rasûlü (s.a.) ile birlikte namaz kıldıklarını sandılar. Hattâ Velîd İbn Muğîre'nin avucundaki toprağa secdesi haberi dahi onlara ulaştı ve onlara müslümanların Mekke'de emniyyet içinde oldukları söylendi.- Sür'atle (Mekke'ye) geldiler. Halbuki Allah Teâlâ, şeytâmn karıştırmış olduğu vesveseyi gidermiş ve âyetlerini sağlamlaştırarak yalandan muhafaza buyurmuştu. Allah Teâlâ buyurdu ki: «Senden önce gönderdiğimiz hiç bir Rasûl ve hiç bir Nebî yoktur ki bir şey arzuladığı zaman şeytân onun arzusuna vesvese karıştırmamış olsun. Allah, şeytânın karıştırdığını giderir. Sonra Allah kendi âyetlerini yerleştirir. Ve Allah Alîm'dir, Hakîm'dir.» Bu; şeytânın karıştırdığını kalelerinde hastalık bulunan ve kaskatı olan kimseleri sınamaya vesîle kılmak içindir. «Zâlimler şüphesiz derin bir ayrılık içindedirler.» Allah Teâlâ kazasını beyân buyurup onu şeytânın uydurmalarından temizlediğinde; müşrikler sapıklıklarına, müslümanlara olan düşmanlıklarına döndüler. Onlara karşı şiddetli davranmaya başladılar. Bu rivayet de mür-seldir.
Allah Teâlâ'nm : «Senden önce gönderdiğimiz hiç bir Rasûl ve hiç bir Nebî yoktur ki bir şeyi arzuladığı zaman şeytân onun arzusuna vesvese karıştırmamış olsun.» kavli Allah Rasûlü (s.a.) nü tesellî-dir. Yani: Bunlar seni üzmesin. Senden önceki rasûl ve nebilere de bunun bir benzeri isabet etmiş, onların da başına gelmiştir. Buhârî-nin rivayetinde İbn Abbâs, «Şeytân onun arzusuna vesvese karıştırmamış olsun.» âyeti hakkında der ki: Konuştuğu zaman şeytân onun sözüne vesvese karıştırır. Ama Allah şeytânın vesvesesini yok eder, âyetlerini yerleştirir.Demiştir.
Allah Teâlâ buyurur ki : Ve Allah olan içleri ve hâdiseleri en iyi bilendir. Hiç toir gizlilik ona gizli kalmaz. Takdirinde, yaratmasında, emrinde tâm hikmet ve en yüce hüccet O'nundur, Hakîm'dir O. Bu sebepledir ki: «Şeytânın karıştırdığı; kalblerinde hastalık, (şek, şüphe, küfür ve münafıklık) bulunan ve kalbleri kaskatı olan kimseleri sınamaya vesile kılmak içindir.» buyurmuştur. O müşrikler gibisi ki, bununla sevinmişler ve ancak şeytândan olduğu halde bunun sahîh olduğuna inanmışlardır. İbn Cüreyc «Kalblerinde hastalık bulunan kimseler»in münafıklar; «Kalbleri kaskatı olan kimseler»in de müşrikler olduğunu söyler. Mukâtil İbn Hayyân'a göre bunlar, yahûdîler-dir. «Zâlimler şüphesiz derin bir ayrılık, (derin bir sapıklık, muhalefet ve hakka, doğruya karşı derin «bir inâd) içindedirler.»
Bir de bu, kendilerine ilim verilenlerin, hak ile bâtılı birbirinden kendisiyle ayıracakları faydalı ilme nail olanların, Allah'a ve Rasûlüne inanmış kimselerin sana vahyetmiş olduğumuz ve Allah'ın ilmi ile, başka şeylerle karışmasından korumasıyla inzal etmiş olduğu bu Kur'an'm Rabbim-den gelme bir gerçek olduğunu bilip inanmaları ve gönüllerini ona bağlamaları içindir. Muhakkak o, hikmet dolu bir kitabdır. ]«Önünden de ardından da bâtıl sokulamaz. O; Hakîm, Hamîd katından indirilmiştir.» (Fussilet, 42), «Muhakkak ki Allah, îmân edenleri (dünyada ve âhirette) dosdoğru yola iletir.» Dünyada onları hakka ve ona tâbi olmaya iletir, bâtıla muhalif olmaya ve ondan sakınmaya muvaffak kılar. Âhirette ise onları cennet derecelerine ulaştıran dosdoğru yola iletir ve onları elîm azaba ve cehennem derecelerine düşmekten uzaklaştırır, kurtarır.
Beğâvî Tefsirinde İbn Abbâs, Muhammed İbn Kâ'b el-Kurazî ve başkalarının sözlerinden toplanmış olarak yukardakine benzer şekilde olayı anlatmıştır.Alusi tefsir'i gibi bazı tefsir'lerdede aynı şekilde yorumlar getirilmiştir...
Dikkat edilecek olursa EFENDİMİZ e şeytan lanetlenmişi vesvese vermek veya onun gibi bi takım şeyler yapmak istesede Allah cc onu bi şekilde boşa çıkarmıştır.Burdan kendi halimizi düşünelim bize nasıl geliyordur.Vesvese ve diger oyunları kimbilir kaç kozunu vurdu bize,diger meselede İlim sizlere karşı hiçbirşeyin olmaması hep İlim sahibi insanların övülmesi ve onların akıllı bi şekilde düşünebilmesini övüyor.Bu ayette ve gelecek olan diger ayetlerdede hep ilim ehli deniyor.İnş bizde onlardan olalım....
Fahruddin Er-Râzi, Mefâtihu’l-Gayb,a Tefsir'ine göre
Fahruddin Er-Râzi R.h Burda gecen Kugular yücedir onlardan şefaat beklenir.Rivayetlerini tamemen red etmektedir.Delil olarakta...
Ayet'lerden
1) "Eğer (peygamber söylemediğimiz) bazı sözleri bize karşı kendiliğinden uydurmuş olsaydı, elbette onun sağ elini kapıverir, sonra da muhakkak ki, onun kalb damarını kapardık" (Hakka, 44-46) ayeti.
2) "De ki: onu kendiliğinden değiştirmem benim için olmayacak şeydir. Bu, vahyoluna gelenden başkasına uymam" (Yunus, ısı ayeti.
3) O'nun, "Kendi nevasından söylemez o. O, kendisine ilkâ edilegelen bir vahyden başkası değildir" (Necm, 3-4) ayetidir.
Binâenaleyh şayet Hz. Peygamber (s.a.s) bu ayetin hemen peşinden, "O putlar, yüce kuğulardır" sözünü söylemiş olsaydı, o zaman o anda, Cenâb-ı Hak yalancı olmuş olurdu ki iddia eden hiçbir müslüman yoktur.
4) "Onlar sana vahyettiğimizden başkasını uydurup bize iftira edesin diye seni bile nerdeyse fitneye düşüreceklerdi, o takdirde seni dost edineceklerdi" (isra 73) ayetidir
Bazılarına göre (kâde) fiilinin manası, iş henüz meydana gelmediği halde, o işin öyle olmasının yaklaşıverdiğini bildirmektir. (Ayette bu tabir kullanıldığına göre, demek ki bu iş gerçekleşmemiştir).
5) "Etfer sana sebat vermiş olmasaydık, sen onlara biraz meyledecekdin"(\stt,7*) ayetidir.
(Levlâ) kelimesi başka bir şeyin bulunmaması sebebiyle herhangi bir şeyin vücud bulmadığını ifade eder. Binâenaleyh bu ifade, bu azıcık meylin dahi bulunmadığına delâlet eder.
6) "Biz onu senin kalbine iyice yerleştirmek için böyle (yaptık)" (Furkân, 32) ayetidir.
7) "Seni okutacağız da, (asla) unutmayacaksın"(Aiâ, 6) ayetidir.
Ve Sünnet'lerden
Sünnetten delillere gelince şunlardır: Muhammed İbn İshâk İbn Huzeymeden rivayet edildiğine göre, olan bu hadise sorulduğunda o: "Bu, zındıkların bir uydurmasıdır" dedi ve bu hususta bir kitâb tasnif etti. İmâm Ebu Bekir Ahmed İbn •»-Hüseyin el-Beyhaki ise; "Böyle bir hadise, nakl cihetinden sabit ve kesin değildir" demiş, sonra da bu hadisenin ravileri hakkında konuşmaya başlayarak onların "ta'n" edilmiş kimseler olduğunu belirtmiştir. Hem Buharl (r.a), Sahih'inde, Hz. Peygamber (s.a.s)'in, Necm sûresini okuduğunu, orada bulunan müslüman-müşrik, ins-cins herkesin secde ettiğini rivayet etmiş, ama onun bu rivayetinde Garanik Kıssası yer almamıştır. Bu hadis, kendisinde Garanik Kıssası asla bulunmaksızın, daha pekçok tarikten rivayet edilmiştir.
Akli delillere gelince, bunlar da pekçok yöndendir.
1) Hz. Peygamber (s.a.s)'in, putlara saygı duyduğunu söyleyen herkes, kâfir olur. Çünkü, onun en büyük gayretinin, putperestliği kaldırma hususunda olduğu zaruri
2) Hz. Peygamber (s.a.s)'in, nübüvvetinin ilk anlarında, müşriklerin her durumda kendisine sataşıp el uzattığı bir dönemde, onların eziyyetinden güven içinde, Ka'be'de Kur'ân okuyup namaz kılması mümkün değildir. O ancak Ka'be'de onların bulunmadığı gece vakti boş bir zamanda namaz kılabiliyordu. Binâenaleyh, işte bu durum zahire tutunan müfess iri erin bu açıklamasını ibtâl eder.
3) Müşriklerin Hz. Peygamber (s.a.s)'e düşmanlıkları öylesine ileri bir derecede ûi ki, işin aslını araştırıp emin olmaksızın sırf bir cümleyi işitmiş olmakla yetineceklerini kabul etmek mümkün değildir. Binâenaleyh, müşrikler nezdinde, Hz. Peygamber (s.a.s)'in kendilerine muvafakat ettiği dahi henüz anlaşılmamışken, daha nasıl onlar Hz. Peygamber (s.a.s)'in onların ilâhlarını ululadığında ittifak etmiş ve böylece de secdeye kapanmış olabilirler. (Böyle bir şey olamaz).
4) Dördüncü delil, "Nihayet Allah, şeytanın ilkâ edeceği (o fitneyi) giderir, ibtal eder. Yine Allah, ayetlerini sabit kılar" ayetidir. Bu böyledir, zira Allah'ın, şeytanın ilkâ ettiğini, kattığını, peygamberden izâle etmek suretiyle ayetlerini sabit kılıp sağlamlaştırması, beraberine şüphenin kaldığı bu ayetlerle onu neshetmesinden daha Kuvvetlidir. Binâenaleyh, Cenâb-ı Hak, Kur'ân'a Kur'ân olmayanın karışmaması için, ayetlerini sağlamlaştırmak istediğine göre, şeytanı bundan men edip, böyle bir şeye asia yaklaştırmaması, öncelikle gerekir.
5) Bu hususta yapılan izahların en kuvvetlisi olan bu açıklamaya göre şayet biz, bunun olabileceğini söylemiş olsaydık, o zaman onun şeriatına dair güven ortadan caıkar ve biz, herbir hüküm ve kanun hususunda da böylesi bir ihtimalin geçerli aDileceğini tecviz etmiş olurduk. Ayrıca bu, Cenâb-ı Hakk'ın "Ey peygamber. Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer yapmazsan, elçiliğini tebliğ etmiş olmazsın. Allah seni insandan koruyacaktır' (Maide,67) buyruğunu da iptal ederdi. Çünkü, vahyi eksiltmekle onu artırmak, ilâvede bulunmak arasında bir fark bulunmamaktadır.
Bütün bu izahlar sayesinde, kısaca bu kıssanın uydurulmuş olduğunu anlamış Dulunuyoruz. Bu mevzuda en ileri derecede söylenebilecek söz şudur: Bir kısım - -'essirler bu hadiseyi zikretmiştir, ancak ne var ki onların sayısı tevatür derecesine aşmamıştır. Haber-i vahid ise, mütevatir olan aklî ve naklîdelillere karşı duramaz.
Böylece "Bunlar yüce kuğulardır" sözü ile ilgili olarak yapılan bu izahlarla, bunun yalan ve uydurma olduğu kesin kes ortaya çıkmış oldu. Yaptığımız bütün bu izahlar, ayetteki "temenni"y\, okuma manasına aldığımızda söz konusu olur. Fakat bunu "düşünme ve kalbin arzusu" manasına tefsir ettiğimizde, mana "Hz. Peygamber (s.a.s), her ne zaman arzu ettiği şeylerden birisini temenni etmeye kalkıssa, şeytan ona bâtıl vesveseler verir ve onu uygun olmayan şeylere davet eder. Derken Allah Teâlâ, şeytanın bu vesvesesini bertaraf edip, peygamberini onun vesvesesine iltifat etmemeye muvaffak kılar" şeklinde olur.Diye bu tefsir ediyor..
Bu hadiseleri oldu diye iddia edenlerin o kadar cok iddiası varki ben bile okumaktan imtina ettim ki,yazacak olsam hiçbir şeyi yazmadan onlara ugraşmam lazım birde onların her iddiasına Fahruddin Er-Râzi Rh. ın cevapları varki cok güzel aslında okunması gereken şeyler.Ama bıtkınlık glemesin diye kısadan alıyorum..Kısacası yapılan onlar beyaz kugulardır şefaatleri umulur kelamı EFENDİMİz e ait olmadıgını tefsirinde beyan etmektedir.Kendi yorumunda olsa olsa mana "Hz. Peygamber (s.a.s), her ne zaman arzu ettiği şeylerden birisini temenni etmeye kalkıssa, şeytan ona bâtıl vesveseler verir ve onu uygun olmayan şeylere davet eder. Derken Allah Teâlâ, şeytanın bu vesvesesini bertaraf edip, peygamberini onun vesvesesine iltifat etmemeye muvaffak kılar" şeklinde olur.Diye bu tefsir etmiştir..
Hak Teâlâ'nın "Kalblerinde bir maraz bulunanlara, yürekleri katılaşmış olanlara" ifadesi ile ilgili şu iki soru sorulabilir.
Birinci soru: Cenâb-ı Hak niçin "kalblerinde bir maraz olanlara bir imtihan vesilesi yapmak için" buyurarak, bunun bu kimselere mahsus olduğunu bildirmiştir?"
Cevab: Çünkü bunlar, küfürlerinden dolayı, bunu durup düşünme ihtiyacı duyarlar. Mü'minler ise, bunu daha önce bilip, inandıkları için, bunu düşünmeye ihtiyaç hissetmezler.
İkinci soru: Kalbin hastalığı ne demektir?
Cevab: Bu, şek ve şüphedir ve bu hastalığa uğramış olanlar, Cenâb-ı Hakk'ın "Onların kalblerinde bir hastalık vardır" (Bakara, 10) ayetinde bahsettiği gibi, münafıklardır. "Kalbieri katılaşmış olanlar" ifadesi ile de, içleri ve dışları İle cahilliklerini sürdüren müşrikler kastedilmiştir.
Hak Teâlâ "Şüphe yok ki o zâlimler, derin bir ayrılık içindedirler" ifadesi ile, o münafık ve müşrikleri kastetmiştir. Onların zâlim, ayrılık içinde bulunma.mücadeleci, düşman ve haktan uzak olmak hususlarında birbirlerine denk olduklarını göstermek için, "Onlar" zamiri yerine açıkça "O zalimler" denilmiştir.
Mü'minler üzerinde bu vesvesenin tesiri ise ayette ayette "Bir de bu, kendilerine ilim verilenlerin, onun muhakkak Rabbinden olan bir gerçek olduğunu bilsinler" ifadesi ile anlatılmıştır. Buradaki "onun" zamirinin neyi gösterdiği hususunda şu üç izah yapılmıştır.
Bir not:Peygamber'lere Allah cc zelleyi yanılma ve şaşırmayı verdiki onları ilahlar edinmesinler o vasıf şaşmaz ve yanılmaz vasfı sadece kendine özgü olmasını diledigi için bütün kullarına verdi şaşırmayı yanılmayı....
Elmalılı Tefsir'ine göre
53.Her şeyi hakkıyla bilen o olduğu gibi, şeytanın karıştırdığını da bilir. Yine her yaptığını hikmetle yaptığı gibi peygamberler de bile temenniyi şeytanın karıştırmasıyla bağlantılı kılması, sonra o şüpheleri giderip âyetlerini muhkemleştirmesi de hikmetledir. Şöyleki: Bunlar Şeytanın karıştırdığı şüpheleri kalplerinde hastalık bulunanlarla kalpleri kaskatı kesilmiş bulunanlara bir mihnet ve bir azab vesilesi yapmak içindir. Çünkü bunlar hep kuruntulara kapılır ve temenniler peşinde dolaşırlar . Gerçekten o zalimler haktan uzak, derin bir ayrılık içindedir." Araları o kadar açıktır ki, birleşip uzlaşmayı kabul etmez. Her biri başka bir kuruntu ile haktan uzaklaşmış şiddetli bir düşmanlık ve tam bir ayrılık içindedirler.
54.Bir de kendilerine ilim verilmiş olanlar şunu iyi bilsinler ki o Rabbinden gelen bir gerçektir. Kur'ân veya o şeytanın karıştırdığı şeyi giderip, âyetleri tahkîm etmek Rabbin tarafından indirilmiştir. Yani Peygamber bir arzu ve temenniyi takip ettiği zaman şeytanın bir şeyler karıştırmasına imkan verilmeseydi veya o karıştırılan şey giderilip da Allah'ın âyetleri muhkemleştirilmeseydi, vahiy ile temenni'nin farkı olmazdı. O vakit ilim sahipleri de Kur'ân'ın ve dolayısıyla da peygamberliğin Allah tarafından gelen bir gerçek olduğunu bilemezlerdi. Fakat Allah'ın hikmetiyle öyle yapıldı, Ta ki ilim sahipleri bilsinler de ona, o Kur'ân'a veya âyetleri tahkim işine iman etsinler Böylece kalpleri ona bağlanıp saygı duysun ve şüphesiz Allah iman edenleri doğru yola eriştirir..
Muhammed gazali tefsir'ine göre
Şayet insan ve cin şeytanları o putları ele geçirip savunmasalardı, o putperestler belki de Müslüman olacaklardı. "Böylece biz, insan ve cin şeytanlarını düşman kıl-dık. Bunlar, aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar..." (En'âm, 6/112) En'âm Sûresi'nde, insanları saptırarak yoldan çıkaran "yaldızlı!süslü söz", bu sûrede şeytanın ilkasıldikte etmesi olarak İsimlendiriliyor;
"Biz, senden önce hiçbir resul ve nebî göndermedik ki, o, bir temennide bulun¬duğunda, şeytan onun dileğine ille de {beşerî arzular) katmaya kalkışmasın. Ne var ki Allah, şeytanın katacağı şeyi iptal eder. Sonra Allah, kendi âyetlerini sağ¬lam olarak yerleştirir. Allah, hakkıyla bilendir ve hüküm ve hikmet sahibidir." (Hac, 22/52)
Şeytanın vesvesesi, bazen hakikate karşı bir isyan ve ayaklanma, bazen de bâtılı savunanlara karşı hiçbir tepki göstermeme ve çaba harcamama şeklinde olabilir. Zira bizler, nice yalancıların dağları sarsacak derecedeki yalanlarını ve iftiracıların boş sözlerini dinledik. Fakat Allah Teâlâ onların tüm hilelerini başlarına geçirerek ve ya¬lanlarını ortaya çıkararak, bu mücâdeleden hakkın, hiç bir yara almadan sapasağlam çıkmasını sağlamıştır.
Allah'ın risâletleri hususunda şeytanın bir başka vesvesesi de, toplumun önde ge¬len liderlerinden veya geniş halk yığınlarından gelen bid'at, hurafe ve arzuların, bu ilâhî risâletlere eklemlenmesi suretiyle olabilir. Bu da, dinin hakikatini bozar, bir kıs¬mını diğerinden ayırır ve din hakkında kötü düşünceler oluşturur.
Fakat şu iyi bilinmelidir ki, hangi şartlar altında olursa olsun, şeytanın bu tür ves¬veseleri, patlamaya hazır bombalar gibidir ve en ufak bir darbede patlar. Sonuçta hak, saf, temiz ve berrak olarak kalır. Hakkın taraftarları ise, ellerinde apaçık emir ve ya¬saklar olduğu halde hayatlarını sürdürürler.
Biz burada "Garanik Aldatmacasını anlatacak değiliz, çünkü bu hâdise sadece câhil, ahmak, aptal ve kalın kafalıların kandırılabileceği kocaman bir yalandır. Allah izin verirse biz bunu Necm Sûresi'ne ulaştığımızda anlatacağız.
Allah (c.c.)'ın yoluna davetin güzelliği ve cihadın doğruluğunu ortaya koyan hu¬suslardan birisi de, davet ettiğimiz ve yolunda cihad ettiğimiz zâtin', kadrini ve yüce¬liğini bilmektir. Allah (c.c.)'ın kelimesinin yücelmesi İçin çaba sarf eden bir kişi, dün¬ya arzulan ve yaşam kaprisleri için gayret gösteren kişiden elbette ki farklı olacaktır. İşte bu sebeple Allah (c.c), elçisini tebliğ yolunda yürümeye teşvik ediyor...
Tefhimu'l-KUR'AN Mevdudi tefsir'ine göre
Şeytanın (bu tür) katıp-bırakmaları, kalplerinde hastalık olanlara ve kalpleri (her türlü) duyarlılıktan yoksun bulunanlara (Allah'ın) bir deneme kılması içindir. Hiç şüphesiz zalimler, (gerçeğin kendisinden) uzak bir ayrılık içindedirler 54- (Bir de) Kendilerine ilim verilenlerin, bunun (Kur'an'ın) hiç tartışmasız Rablerinden olan bir gerçek olduğunu bilmeleri için; böylelikle ona iman etsinler ve kalpleri ona tatmin bulmuş olarak bağlansın. Hiç şüphe yok Allah, iman edenleri dosdoğru yola yöneltip-iletmektedir.( Temenna kelimesi Arapça'da hem "arzu" hem de "bir şey okumak" anlamına gelir.
98. Eğer birinci anlam alınırsa ayet: "Şeytan onun arzusunu yerine getirmesini engellediği" anlamına gelir. Eğer ikinci anlam alınırsa şu anlama gelir: "Peygamber ayetleri okuduğu sırada, şeytan insanların kafasında onların doğruluğu ve anlamı hakkında şüpheler yapar."
99. Eğer birinci anlam kabul edilirse: "Allah nebisinin arzusunu yerine getirir ve şeytanın engellerine rağmen onun görevini başarılı kılar. Peygamber'e (s.a) yaptığı va'dleri yerine getirerek vahiylerinin doğruluğunu teyid eder." İkinci anlam kabul edilirse: "Allah, şeytanın insanların kafalarında yaptığı şüphe ve itirazları siler ve inen vahiylerle ilgili meydana gelen karmaşıklıkları ortadan kaldırır."
100."Allah bilendir" ve şeytanın kurduğu tuzaklardan ve onların etkilerinden haberdardır. "Hikmet sahibi" olduğu için de şeytanın tüm tuzaklarını bozar.
101. Yani, "Allah hem salih, hem de günahkar insanları sınamak için, şeytanın böyle tuzaklar kurmasına izin verir." Çarpık bir kafa yapısına sahip olanlar bunlardan yanlış sonuçlara varmışlar ve doğru yoldan sapmışlardır] Oysa İlim sahibi olupta, doğru düşünebilenler tüm bunların şeytanın aldatmaları olduğunu ve Peygamber'in mesajının Hakk'a dayandığını anlayıp kabul ederler. Onlar şeytanın bu denli çok uğraşıp karşı çıkmasının bile O'nun Hakk olduğunun bir delili olduğu sonucuna varırlar. Bu bölümün (52-54. ayetler) ciddiyetini kavramak çok önemlidir, çünkü bu konuda bir çok yanlış anlamalar meydana gelmiştir..
Kurtubi Tefsir'ine göre
Ali b. Ebi Talha´dan, o İbn Abbas´tan yüce Allah´ın: "Okumak istediği za¬man... mutlaka" buyruğu; ancak konuştuğu zaman şeytan onun konuşma¬sına bir şey katmak istemiştir; yani onun konuşmaları arasına bîr şeyler so¬kuşturmaya çalışmıştır, diye açıklamıştır. "O şeytanın katacağını Allah iptal eder." (İbn Abbas) dedi ki: Allah, şey¬tanın kattığını, bıraktığını iptal eder, boşa çıkartır.
en-Nehhâs dedi ki: Bu açıklama âyet-i kerîme hakkında yapılmış açıkla¬maların en üstünü ve en değerlisidir. Derim ki: Yüce Allah´ın: "Tâ ki şeytanın koyacağı şeyi... Allah bir fitne (imtihan sebebi) kılsın" âyeti (bunun) içinden geçirdiği şeyler hakkında oldu¬ğuna dair yorumlan reddetmektedir. İbn Attyye de şöyle demektedir: Şeyta¬nın telkinlerinin işitilen lafızlar olduğu hususunda bir görüş ayrılığı yoktur. Fitne bundan dolayı söz konusu olmuştur. Doğrusunu en iyi bilen Allah´tır.Diye ilk bölümü tefsir etmiştir...
53. Tâ ki şeytanın koyacağı şeyi kalplerinde hastalık bulunan ve kalbkri gayet katı olanlar için Allah bir fitne (sebebi) kılsın. Mu¬hakkak zalimler uzak bir ayrılık içindedirler.
es-Sa´lebî der ki: Âyet-i kerîmede peygamberlerin şeytanın vesvesesi ile yanılmalarının, unutmalarının ve şaşırmalarının caiz olduğuna yahut ta şaşı¬racak kadar kalplerinin meşgul olabileceğine delil vardır. Daha sonra pey¬gamber uyarılır, dikkati çekilir ve doğru olana döner. îşte yüce Allah´ın: "O şeytanın katacağını Allah iptal eder. Sonra Allah kendi âyetlerini sapasağ¬lam yerleştirir" (Hacc 22152) buyruğunun anlamı budur. Ancak peygambe¬rin şaşırması bizden herhangi birimizin şaşırması gibidir. Asılsız rivayetleri nakledenlerin rivayetlerinde ona izafe olunan: İşte bunlar o yüksek putlar¬dır, gibi ifadeler ise Peygamber (sav)a uydurulmuş bir yalandır. Çünkü bu ifa¬delerde putların ta´zim edilmesi söz konusudur. Peygamberler hakkında ise bu caiz değildir. Nitekim Kur´ân-ı Kerîm´in bir bölümünü okuyup, daha sonra da bir şiir okuyarak: Ben şaşırdım ve bunu Kur´ân zannettim, deme¬sinin caiz olmadığı gibi.
İmam Kurtubiye görede EFENDİMİZ in onlar beyaz kuğular şefaatleri umulur demesi yani şeytan ın aklına girip veya başka bi deyimle uykulu ve yanılgılı bihalinde ona vesvese ile söyletti kelimesini sadece EFENDİMİZ e isnad edilmiş bi yalan kabul eder.Vesvesenin imtihan için şeytan ın insanların akıllarına kazıdıgı bi evham,kuruntu oldugu görüşündedir.Bunu direk insana nufus ettigini beyan eder.EFENDİMİZ için bu söz konusu degildir beyanını yapar.
54. Ve tâ ki kendilerine ilim verilenler, bunun Rabbinden gelen hak olduğunu bilip ona iman etsinler ve onunla kalbleri rahat ve hu¬zur bulsun. Muhakkak Allah iman edenleri dosdoğru yola ileten¬dir.
''Said nursi Hz den İlme dair güzel bir örnek''
İlimde iz'an-ı kalb (Basiretli Anlayışlı. Teslim olan itaat eden. * Anlayan. . İnanan. İdrak, eden Bilen bir kalp demektir.) olmazsa, o kalp cahildir. İltizam(gerekli görmek) başka, itikad (İnanmak gönülden tasdik etmek) başkadır. Bilmek luzumlu olanı almak luzumsuz olanı bırakmaktır. Bilmemekse herşeyden beri olmaktır... ” Mektubat
Abdulvahit Metin Belagat Tefsir'ine göre
"Biz senden önce hiçbir rasul veya nebi göndermedik ki..." ayetindeki "er-sdnâ" ve "rasul" kelimeleri arasında cinaslı iştikak sanatı yapılmıştır.
"Allah şüpheleri derhal giderir." ve "Allah kendi ayetlerini muhkem kılar." ifadeleri arasında tezat sanatı vardır.
"Şüphesiz zalimler" ifadesinde zamir yerine zahir isim kullanılmıştır. As-lolan "ve innez-zalimîn" yerine "ve innehüm" denilmesidir. Bu ifade kâfirlerin zulüm ve düşmanlık yaptıklarına hüküm vermektedir.
"Yahut kendilerine kısır bir günün azabı gelinceye kadar..." ayetindeki "al:îm=kısır" kelimesinde istiare yapılmıştır. Kendisinden sonra hiçbir gündüz veya gecenin bulunmadığı kıyamet günü zamanının sona ermesi sebebiyle gün¬düzlerin peşinden gelen, böylece gecelerin evlâdı mertebesinde bulunan dünya günlerinin aksine gece doğurmayan gün olduğundan evlât doğurmayan kısır bir kadına benzetilmiştir
Tefsir'ül Münir'e göre
Şeytanın ortaya attığı sözlerin duyulan lafızlar olup bu sebeple fitnenin meydana geldiği hususunda hiçbir ihtilâf yoktur. Ancak alimler bu şeytanın or¬taya atış şekli hususunda ihtilâf etmişlerdir. Fakat kesin olan husus Peygam¬berimiz (s.a.), kendisinin masum olduğuna delâlet eden önceki ayetlerin delale¬tiyle amel edilerek, kendisinin hevasından konuşmayacağından hareketle, şey¬tanın ortaya attığı sözlerde ona uymadı. Nitekim şeytanın vesvese ile söylediği sözler onun lisanıyla tekrar edilmemiştir.
Bu ayetlerin en güzel te'vili Kurtubî'nin ifade ettiği gibi: Peygamberimiz Ista.) Rabbinin emrettiği şekliyle Kur'an'ı tertil üzere okuyor, kıraati esnasında -güvenilir ravilerin kendisinden rivayet ettikleri gibi- ayetlerin arasını ayırı-yordu. Böylece şeytanın bu sekteleri gözetmesi ve buraya uydurduğu bazı kelimeleri Peygamberimiz'in (s.a.) nağmesini taklit ederek sokması mümkün oluyordu. Böylece ona yakın olan kâfirler bunu işitiyor, bunu Peygamberimiz'in (s.a.) sözünden zannedip bu durumu yayıyorlardı. Bu sureyi daha önce Allah'ın indirdiği şekilde ezberledikleri için ve Peygamberimiz'in (r.a.) putları kötüle¬mek ve ayıplamak hususundaki durumunu gayet iyi bildikleri için bu durum Müslümanlar yanında bir kusur sayılmıyordu.
Buna göre ayetin manası: "Ya Muhammedi Biz senden önce hiçbir rasul veya nebi göndermedik ki, o Allah kelâmını okuduğu zaman şeytan onun kıra¬atine ve tilâvetine bazı sözler ve batıl vesveseler atmasın." şeklindedir. "Hiçbir rasul veya nebi" ifadesi "rasul" ve "nebi'nin birbirlerinden ayrı olduğuna delildir. Aralarındaki fark Keşşaf müellifinin dediği gibi rasul nebilerden olup mucize ile birlikte kendisine kitap indirilen kimsedir. Nebi ise rasulden ayrı olup kendisine kitap indirilmeyen, ancak insanları kendinden önceki Peygam¬berin şeriatına davet etmekle emrolunan kimsedir, (bk. Kelime ve ibareler)
"Fakat Allah şeytanın verdiği şüpheleri derhal giderir. Sonra Allah kendi ayetlerini muhkem kılar." Yani Allah şeytanın verdiği vesveseleri ve bazı kâfir¬lerin sarıldıkları hurafeleri ortadan kaldırır. Sonra ayetlerini muhkem, sağlam ve sabit kılar. Karalama, bozma, ilâve etme ve eksikliği kabul etmez.
Bu durum, bugün bazı papazların İslam prensipleri ve esasları içerisine bazı yalan ve şüpheleri sokma, gerçekleri ters yüz etme, olayları değiştirme ve bazı ayetleri sahih olmayan bir şekilde te'vil etme teşebbüslerine benzemekte¬dir. Sonra bu çirkin gayretler dağılacak, bu iftiralar güvenilir müslüman alim¬ler ve başkaları vasıtasıyla çürütülecek ve bu okul kitapları ve bildirilerdeki yabancı ve sokma fikirler karanlığa gömülecektir.
"Allah her şeyi en iyi bilendir, sonsuz hikmet sahibidir." Yani Allah her şe¬yi, peygamberine vahyettiği hususları, meydana gelecek iş ve olayları gayet iyi bilir. Ona hiçbir şey gizli kalmaz. O takdirinde, yaratmasında, emrinde ve fiil¬lerinde hikmet sahibidir. Tam hikmet, sonsuz hüccet O'nundur. İftira edeni ifti-rasıyla cezalandırır. Hak müminler için açık seçik ortaya çıkar. Münafıkların gönüllerindeki karanlık dağılır.
İşte Allah'ın iki gurubun durumu hakkında açıkladığı gerçek de budur:
1- "Böylece Allah şeytanın ortaya attığı şüpheleri kalplerinde hastalık bu¬lunanlar ve kalpleri katılaşanlar için bir imtihan vesilesi kılar." Yani şeytanın verdiği vesveseleri kalplerinde şüphe, şirk, küfür ve nifak bulunan münafıklar için ayrıca şeytan bazı kelimeleri ortaya atınca sevinen ve bunun şeytandan ol¬duğu halde Allah tarafından gelen sahih ayetler olduğuna inanan müşrikler ve katı kalpli inatçı Yahudiler için imtihan ve deneme vesilesi kılar.
"Şüphesiz zalimler derin bir muhalefet içindedirler." Yani o kendi nefisleri¬ne zulmeden münafık ve kâfirler, haktan ve doğrudan uzak, isyan ve Allah Te-alâ ve Rasulüne karşı muhalefet içindedirler.
2- "Ayrıca kendilerine ilim verilenler de bunun (Kur an m) Rabbin tarafından gelen bir hak olduğunu bilip ona iman etsinler ve gönülden bağlansınlar." Yani hakkı batıldan ayırd edebilecek faydalı ilme sahip olan, Allah ve Rasulü-ne iman edenler sana vahyettiğimiz kitabın Rabbinin ilmiyle ve himayesiyle indirdiği ve onu başka şeylerin karışmasından koruduğunu, Rabbinden gelen doğru, değişmez, hak kitap olduğunu bilsinler. Böylece onu tasdik etsinler, ona boyun eğsinler, kalpleri ona bağlansın, gönülleri onunla ürpersin, onun ahkâ¬mı, adabı ve şeriatıyla amel etsinler.
Savfetü't Tefasir'e göre
Allah, şeytanın vereceği o vesvese ve şüpheleri, kalplerinde kuşku ve tereddüt bu¬lunan münafıklar ile Allah'ın zikrine kalpleri yumuşumayan kafirler için fitne kılmak maksadıyle böyle yapar. Kalpleri katı olanlar Ebu Cehil, Nadr ve Utbe gibi, Kureyş'in ileri gelen kibirli kâfirlerdir. Anlatılan o münafık ve müşrikler, kesinlikle Allah ve Rasulünün şiddetli düşmanlarıdır. Kâfirler, son derece sapıklık içinde ve hayırdan uzak bulun¬dukları için, âyette, "düşmanlık" kelimesi, "uzak" kelimesiyle ni¬telenmiştir.
Bir de ilim sahipleri, Kur'ân'ın Allah katından inmiş bir gerçek olduğunu bilsinler de ona iman etsinler. Kalplerinde hastalık bulunanların aksine, kalpleri ima¬na boyun eğip itaat etsin. Şüphesiz Allah müminleri doğru yola ileten ve onları sapıklık ve helakten kurtarandır..
Şifa Tefsir'İne göre
Kendilerine ilim verilenler onun Rabbinden bir gerçek oldu¬ğunu bilmeleri, ona iman etmeleri ve kalbleri ona ısınması için (Allah onu şeytanın vesvesesinden korur) Şüphesiz Allah iman edenleri doğru yola iletir.
Kalbleri katılaşmış ve kalblerinde hastalık olan insanları imtihan için Allah(cc), onların kalblerine, şeytana vesvese verme fırsatını verir. Mü'minle kâfiri ortaya çıkarmak için Allah(cc) şeytana vesvese verme imkanını vermiştir. "Herşeyin yaratıcısı Allah'dır" âyetinde ifade edildiği gibi, onun vesvesesini de Rabbim yaratır.
O Mü'minler, Allah'tan gelen hakka iman ederler. Kalbleri de Allah'tan korkar. Allah(cc) iman edenleri dosdoğru yola hidâyet eder. İslam yolunda olmamızın ilk müsebbibi Allah (cc)'dır. Bu Rabbimızin Mü'minlere olan bir lütf-û keremidir. Aynı göze ve uzuvlara sahip bir imansız bunu başaramıyor....
El Veciz Tefsir'ine göre
” Yarattığı şeyleri sağlam yapar. Sonra Allahu teala bunun bir kısım insanları fitneye düşüreceğini zikreder.
53- “Şeytanın attıklarını fitne kılmak için”
Onları saptırmak için “Kalplerinde hastalık olanları” Nifak ehlinden kimseleri “Ve kalpleri katı olanları” Müşrikleri “Zulmedenler” Kafirler“Uzak bir ayrılıktadırlar” Peygamber ve mü'minlerle uzun bir ihtilaf içindedirler.
54- “İlim verilenlerin bilmesi için”
Tevhid ve Kur’an verilenler. “Onun hak olduğunu”
Yani Allah’ın Kur’an ayetlerinden sağlamlaştırdıklarının hak olduğunu “Böylece kalpleri ona içten inanır” Huşu ve saygı duyar, ürperir.
Celal Yıldırım Tefsir'ine göre
Senden önce ne kadar bir Resul ve bir Nebî gönderdikse, O bir arzu ve temenni¬de bulunduğunda şeytan mutlaka Onun temennisine bir vesvese atmış (arzusunu karıştırmıştır..»
İniş Sebebi
Bu âyetlerin iniş sebebi hakkında klasik tefsîrlerin çoğunun naklet¬tiği kıssanın sahih hiçbir yanı yoktur. «Garaniku'l-Ulâ» sözünün Peygam¬ber (A.S.) Efendimiz tarafından Necm sûresinin «efere'eytüm..» âyetinden sonra okunduğu tamamen asılsız ve dayanaksızdır. Zira Peygamberler ge¬rek ilâhı vahyi alırlarken, gerekse aldıklarını teblîğ ederlerken hatâ yapmazlar ve hepsi de emrolundukları şeyleri kusursuz şekilde Allah'ın kullarına duyurmaya çalışırlar.
Nitekim hadîs münekkidleri bu konuyla ilgili rivayetlerin hemen hep¬sinde ıstırap, senetlerinde inkıta' bulunduğunu belirterek gereken tesbit-leri yapmışlardır.
Şeytan, bilindiği gibi, yalın ateşten veya ışından yaratılmıştır. Onda da nefis vardır. O bakımdan hem iyilik, hem de kötülük işlemeye müsa-^ ittir. Ne var ki, o iyiliğe meyletmeyip kötülükte bulunmayı tercih etmiş ve o yüzden ilâhî emre karşı gelerek O'nun rahmetinden kovuimuştur. Kıya¬mete kadar da kendisine mühlet verilmiş ve böylece insanlara karşı olan kin ve düşmanlığını tatmin edebilmek için onların kalp ve kafalarına şüp¬he sinyalleri göndermeyi kendine bir bakıma vazife saymış veya vecibe kabul etmiştir.
Şeytan hılkatındaki özelliği gereği, maddî hiçbir engel tanımaz; her yere girip çıkabilir. Ancak Allah'a dosdoğru imân edip O'na güvenip da¬yanan bir kalbe giremez; bir esinti verse bile, Allah'ın izniyle imân kud¬reti onu tesirsiz kılıp geri çevirir. Peygamberlerde ise imanın bu kudreti çok daha belirgin ve çok daha tesirlidir.
Zira Peygamberlerin gerek ruhî yapıları, gerekse imân ve irfanları en yüksek derecededir. Cenâb-ı Hakk'ın emirlerini telakki ederlerken bütün dikkatleri, kalbî hizmetleri, ruhî yönelişleri vahiy üzerinde toplanır da dış âlemleriyle ilgileri kesilir. Şeytan o arada vahyin iyi kavranmasına engel olmak; peygamberin bu husustaki arzusunda bir başkalık doğurmak için uzaktan faaliyete geçer; durmadan sinyaller gönderir. Ama Allah'ın pey¬gamberlere olan inayeti, gelen sinyalleri, diğer bir deyimle esintileri gide¬rip tesirsiz bırakır. O bakımdan peygamberler korunmuştuk düzeyinde inen vahyi aynen telakki edip kalp ve hafızalarına nakşederler de en kü¬çük bir hataya mahal bırakmazlar.
Kalplerinde inkâr ve şüphe hastalığı bulunanlara gelince : Onlar fü-yuzat-i İlâhiyeden mahrum kalıp kalp katılığına uğramışlar ise, Allah'ın emirlerini Allah Kelâmı'ndan aimak isterlerken, şeytan onların kalbinde müsait bir ortam bulacağı için, peşpeşe vesvese sinyalleri verip şüphe fır¬tınasını hızlandırır ve böylece mevcut hastalık biraz daha artar da onlar çok çetin bir sınavı kaybetmiş olurlar. Böyleleri cidden kendilerine hak¬sızlık etmiş sayılırlar. O sebeple de Hak'tan uzak bir sapıklık içinde bo¬calayıp bir ömür tüketirler
Kendilerine İlim Verilenler
«ve bir de kendilerine ilim verilenlerin, onun (Kur'ân'ın) senin Rabfaından hak ola¬rak (indirildiğini) bilmeleri ve böylece ona inanıp da saygı duyarak bağ¬lanmaları içindir.,»
Gerek kendilerine ledünnî (fizikötesinden) ilim verilenler, gerekse ilâ¬hî ilimleri Allah için tahsil edenler, ilmi sağlam imânla birleştirip bütünleş¬tirirler. O bakımdan Kur'ân'a eğildikleri zaman şeytanın vesvese gönder¬mesi, onların Kitabullah'a olan saygısını artırmaktan başka olumsuz bir tesir meydana getiremez. Öyle ki, ilim adamlarının hak olan tezleri, anti¬tezin şiddeti nisbetinde kuvvetlenir ve onların irfanlarını artırır. Allah da bu derecede imân ve irfana sahip olan mü'minleri doğru yola iletir ve o yolda yürümelerini devam ettirir.
Böylece Kur'ân ilme ve ilim adamına gereken payeyi vermekte ve her iki âlemde de başarılı olmanın, sağlam imânla birleşip bütünleşen ilim ve irfanla gerçekleşebileceğini vurgulamaktadır. Bundan da anlaşılıyor ki, Kur'ân ve İslâm ilimle ikiz kardeşlerdir; onları birbirinden ayırmak, bütün¬lüklerini bozmak demektir. '
İnkarcı sapıkların ise, Kur'ân'a dosdoğru inanmaları pek beklenemez. Zira beyinleri yıkanıp idrâkleri dumura uğrayınca ve hakkı reddetme hu¬susunda şartlanınca, ortaya ön yargı çıkmış olur. Bu çizgide bulunduklan sürece, kendilerini değiştirmek veya hakka yönlendirmek çok zordur. Allah'ın hidâyet nasip ettiği kimseler müstesna
Et Tefsir'ül Hadis'e göre
Gördüğümüz kadarıyla aşağıdaki hususlar dikte ediliyor:
1) Peygamberimizden Önce Aliah tarafından görevlendirilmiş hiç bir resul ve nebi yoktur ki bir şey arzulamasın ve şeytan onun arzusunun gerçekleşmesine giden yola di¬kilmesin.
2) Ama yüce Allah, Rasulünü veya Nebisini destekler ayetlerini sağlamlaştırır, şey¬tanın hile ve desiselerini etkisiz hale getirir.
3) Şeytan ancak kalplerinde hastalık bulunanlar, kalpleri duyarlılığını yitirmiş olan¬ları kandırabilir. Şeytanın bu tür insanların içine attığı düşünceler, onlar açısından bir tür sınama aracıdır, onlar da şeytanın telkinlerini içtenlikle kabul ederler. Bunun nedeni ka¬rakterlerinin bozuk ve kalplerinin hastalıklı olmasıdır. Bu tür zalimlerin hakka karşı amansız bir muhalefet yürütmeleri, inatla karşı çıkmaları geleneksel bir tutumdur.
4) Kendilerine ilim ve anlayış verilenlerse, Rasulün ve Nebinin sunduğu sağlamlaş¬tırılmış ayetlerin Rablerinden gelen gerçeğin kendisi olduğunu kavrarlar. Hak içerikli ilahi mesaja inanır, onu kılavuz edinirler. Kalpleri derin bir saygı duygusu ile ürperir.
5) Yüce Allah, dosdoğru yoluna ancak çağrısına olumlu karşılık veren mü'minleri iletir. Onların bu tutumları kuşku yok ki yüce Allah'ın kendilerine bahşettiği bilgi ve anlayışın bir sonucudur. Çünkü onlar özü itibariyle iyi niyetli, samimi ve sağlam yürekli kimselerdir. Kafirler ve müzmin muhalifler geleneksel kuşkulan, kararsızlıkları, bundan doğan bunalımları içinde kıyametin ya da ecellerinin gelip çatmasına ya da Allah'ın azabının gelip çatmasına kadar bocalayıp dururlar. Bu öyle bir gündür ki bir benzeri, sonrası olmayacaktır. Dehşeti benzersizdir, görülmemiş türdendir. Vaadedilen gün gelip çatınca onlara yeni bir fırsat da tanınmayacaktır.
6) O gün hüküm, iktidar ve yargı Allah'ın tekelindedir. İnsanlar arasında son hük¬münü verir: İnanıp salih (yapıcı) ameller işleyenleri nimet cennetlerine yerleştirir. İnkar edip Allah'ın ayetlerini alaya alanlar içinse, onur kinci bir azap ön görür...
Birçok tefsir bilginin de vurguladığı gibi bu rivayetlerin ravi zinciri son derece za¬yıftır. Kaldı ki, rivayetlerin konusu da zayıftır, dayanaksızdır. Bir kere risaletinin temel esprisini, şirke ve düzmece ilahlara savaş açma şeklinde formüle eden bir peygamberin böyle bir söz söylemesi, böyle bir şeyi yapması mümkün değildir. Ona inen Kur'an, yo¬ğun olarak şirk ve Allah'a ortak koşulan düzmece ilahlar konusu üzerinde durur ve bu¬nun mesnetsizliğini vurgulamaya yönelik son derece etkili, kesin vurgulu ifadeler kulla¬nır. Bu olay, peygamberliğin masumiyeti ile de çelişir..
Dipnot:Bu tefsirde garanik olayı daha detaylı anlatılıyor ama uzun olduğu için yer verilmedi..Ancak şunu diyeyim garanik olayını verilen bazı hadis'leri zayıf diyerek ve yukardaki kısa açıklama ile red etmektedir.. | |
| | | кa¡η Admin
Mesaj Sayısı : 850 Puan : 1941 Itibar : 6 Kayıt tarihi : 23/10/09 Yaş : 33 Nerden : Sakarya
| Konu: Geri: İlim konusunda en geniş Tefsir'ler..1 Ptsi Ocak 04, 2010 9:14 pm | |
| İlim Konusunda En Geniş Tesfirler-9 ****VE TİLKEL EMSELÜ NAZRİBÜ HELİNNASİ ... VE MA YEA GİLÜHE İLLEL ALİMUN....
İşte biz, bu temsilleri insanlar için getiriyoruz; fakat onları ancak bilenler düşünüp anlayabilir.. ANKEBUT 43
İbni Kesir Tefsir'ine göre
Bu Allah Teâlâ'nın, Allah'tan başka ilâhlar edinip onlardan yardım ve nzık uman, sıkıntılarda onlara sarılan müşrikler hakkında vermiş olduğu bir misâldir. Onlar bu durumlarında zayıflık ve boşluğu itibarıyla örümcek evine benzerler. Onların ilâhlarından ellerine geçecek olan, sâdece örümcek evine yapışanın eline geçecek olan gibidir. Şüphesiz ki bu, hiç bir fayda sağlayacak değildir. Bu durumu bilmiş olsalardı, elbette Allah'ın dışında dostlar edinmezlerdi. Bu, kalbi ile Allah'a inanmış müslümamn durumunun tersinedir. Kalbi Allah'a îmân etmekle beraber o, bir de şeriata tâbi olmakla güzel ameller de işler. Kuvveti ve sebatı ile asla kopmayacak olan en sağlam kulpa yapışmıştır o. Sonra Allah Teâlâ, kendisinden bir başkasına tapmanlan ve zâtına ortak koşanları tehdîd buyurur.
Şüphesiz O, onların üzerinde oldukları işleri, onların ortak koşmakta oldukları eşleri en iyi bilendir ve onların Allah'ı bu şekilde nitelemelerinden ötürü onları cezalandıracaktır. Şüphesiz O Hakîm'dir, Alîm'dir.«İşte misâller. Biz onları insanlara anlatıyoruz. Onları ancak bilenler anlar.»
Allah'ın vermiş olduğu bu misâlleri ancak ilimde derinleşmiş olan gerçek bilginler anlarlar. İmâm Ahmed der ki: Bize İshâk İbn îsâ'nın... Amr İbn Âs (r.a.)tan rivayetinde o, şöyle demiş: Allah Rasûlü (s.a.)nden bin misâl (işitip) anlamışımdır. Bu, Amr İbn Âs (r.a.) için güzel bir menkabedir. Zîrâ Allah Teâlâ: «İşte misâller. Biz onları insanlara anlatıyoruz. Onları ancak bilenler anlar.» buyurmuştur. İbn Ebu Hâtim'in Ali İbn Hüseyn kanalıyla... Amr İbn Mürre'den rivayetinde o, şöyle demiş: Allah'ın kitabında anlayamadığım bir âyete rastladığımda, bu beni mutlaka üzmüştür. Çünkü ben Allah Tealâ'nın: «İşte misâller. Biz onları insanlara anlatıyoruz. Onları ancak bilenler anlar.» buyurduğunu işittim.
Anlarsın bilir isen,bilmiyen ne anlar.. Bilmiyenler erir cehalette su gibi damlar... Cehalette kayıp olan her damla bir hakikatse eger... Bu ömrü ilme versen anca bulursun değer.........
Taberi Tefsir'ine göre
Ankebut 43- Biz bu misalleri insanlara açıklıyoruz. Bunları ancak âlimler an¬lar.
AlIah teala Kur'an-i kerimde sivrisinek ve örümcek gibi bir kısım var¬lıkları misal olarak zikredince Kurayş'in beyinsizleri bu âyetleri alaya alıyorlar¬dı. Allah teala bu âyet-i kerimede, Kur'an-ı Kerimde zikrettiğini ancak ilmin de¬rinliklerine inen âlimlerin anlayabileceklerini beyan etmiş ve cahillerin bunları anlamamasının Kur'an'ın bir eksikliği değil kendilerinin kusuru olduğunu ortaya koymuştur...
KURAN'ı KERİM'in en belirgin ayetlerini bile bilemezsek tabiki en derin ayetlerinide bilemeyiz oysa İlminde derinleşmiş olanlar. Ve Allah cc Hz lerinin övdügü kullar arasında olmamızda söz konusu olamaz.Zira insan her ilimle haşır neşir olurken onlarla uğraşırken kendisine indirilen bu Mubarek kitapla meşgul olmazsa ne kadar büyük şeyler kayıp edecegini burda anlamazsa mahşerde anlıyacaktır..Neden ilk ayet namaz kıl,oruç tut,zekat ver, vs vs şeyler degilde oku ?oku ki,bil okumazsan bilemezsin bilmedigin gibide yaptığın amelide beceremezsin zaten bilmedigin birşeyide yapamazsın velevki yaptıgın ibadetin öz,temel bilgilerini bilmez isen onuda beceremezsin manasına geliyor.Onun için cahil in ibadeti kabul makbul değildir denir.Nedeni ise o ne yaptığını bilmiyorki,makbul olsun namaz var şartları nedir bilmezse,oruç var şartları nedir bilmezse bunun gibi meselelerde şartlarını bilmeden yaparsa nolur o amel işte heder olur.Allah cc ibadetlere şartlar koymuştur.Bunlar bilinmesin kafanıza göre niyet edin yapın diyemi koymuştur.Hayır asla değil bilakis okuyun öğrenin diye koymuştur.Düğünlerde kurtlar dökeceğimize Komşularda dedikodu gıybet yapacağımıza boş boş akşama akşamda sabaha çıkacağımıza ilim öğrensek ne kadar daha güzel olur degilmi.?70 yaşına gelmiş nene benim aklım almıyor diyor.Ama oya,dantel gibi işleride elinden bırakmıyor.Ona aklın nasıl yetiyor.Kimbilir kaç ipligi kaç delikten geçiriyorsun bu nene bunu anlıyor ama KURAN'ı aklım almıyor diyor.Akşam a kadar köyün eskilerini anlatırken en ince detayına kadar anlatıyor.Ama iş ilme gelince benim aklım almıyor diyor.!!!Bu nene hele birde gençlere baksak o ohalde bunları yapıyorken gençler neler yapmıyorki!!!igneden deve gecirecek işler yapıyorlar.Bir kız veya erkek sevdiğiyle buluşmak için kırk fikir yürütüyor.Kaç kişiyi birden atlatıp buluşuyor.Ama iş ilme gelince benim aklım kesmiyor diyorlar.Bunlar mazeretmi ama nefsin için olanı yapmaya gelince bulmadık kurnazlık kesmedik akıl kalmıyor.Uyanmak lazım Allah için ve Allah aşkına bu ilimlerle uğraşalım bakın imam şafi ne buyurmuş..Bi insan hanımından hanımıda erkeginden zevk aldığı kadar ilimden zevk almıyorsa ben o okumaya ilim demem buyurdu.Ya hiç okumıyana ne derdi?... Cehaletten Allah sıgındık ancak cahil toplumlar batarlar.....
Fahruddin Er-Râzi, Mefâtihu’l-Gayb,a Tefsir'ine göre
işte bu misalleri Biz, insanlar için getiriyoruz. Bunları ancak âlimler anlar." (Ankebût, 43).
Kafirler, "Göklerin ve yerin yaratıcısı, nasıl oluyor da, karasinek, sivrisinek ve gibi böcekleri mesel getiriyor" dediler. Onlara şöyle denilebilir: "Teşbihler, insanlar için yapılır. Eğer sizler hayvanlar gibi olsaydınız, içinde oldugunuz durumdan nefret etmenizi gerektiren anlayışlar o mesellerden gelirdi. Çünkü teşbihler, insanların kalbine, tıpkı deliller gibi tesir eder.
Zira, Teâlâ hazretleri, o gıybet edene, "Sen, gıybet etmekle sanki ötü bir adamın yedin. Çünkü sen, o adamın bulunmadığı bir yerde, gıybetini yaptın. O, senin duyup anlayamadı ki cevap versin" demiştir. Bu, tıpkı ölünün etini yiyen ve ölünün durumdan habersiz olduğu, haberi olsa bile kendisine manî olamayacağı bir kimse gibidir. Tıpkı insan tabiatının bundan hoşlanmayışı gibi. "Bak gıybet, ilahî azabı getirir.. İkâba sebeb olur" dendiğinde, bundan da nefret eder.
Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Bunları ancak âlimler anlar" "Bu mesellerin gerçeğini, hakikatin böyle olduğunu, Allah'ın dışında kalanların olup, ondan başkasına ibadetin yanlış olduğunu bilenler bilir" buyurmuştur. Burada şöyle hikmetli bir mana daha var. Doğuştan (fıtri) olan bir ilmi insan bilir. Ama fikrî olan, tefekküre dayanan ince ilmî (bilgileri) ise, ancak alim olan bilir. Zira insana, açık bir konu arzedildiğinde, idrâk edilecek şey açık, idrâk eden de akıllı olduğu için, o onu olduğu gibi doğru olarak anlar. O, bunun için, daha önce birtakım şeyleri bilmeye muhtaç değildir. Ama dakîk, tefekkürî ilim İse, kendinden önce birtakım bilgilerin olmasına ihtiyaç hissettirir. Binaenaleyh bunları anlamak için, kişinin alim olması gerekir.
Hem sonra böyle bilgiler, bazan son derece dakîk olur ve kişi de onu anlayabilir. Ama kişinin, onu tamamen anlayabilmesi için âlim olması gerekir. Bunun böyle olduğu bilinince, ayetteki "Bunları ancak âlimler anlar" ifadesi, "Allah insanlara bir darb-ı mesel (teşbih) getirdi. O teşbihin hakikatinı ve ifade etmek istediği herşeyi ancak âlim olanlar anlayabilir" demek olur
Elmalılı Tefsir'ine göre
43- Bu meseller, biz onları insanlar için getiriyoruz. Kâfirler demişlerdi ki, gökleri ve yeri yaratan Allah nasıl olur da böyle örümcek, sinek gibi böcekler ve haşereler ile misal getirir? Bununla Allah ne demek istiyor: "Allah böyle misal vermekle ne murad eder?" (Bakara, 2/26) Bu soruya karşı Bakara Sûresi'nde "Şüphesiz Allah, sivrisinek ve ondan daha büyüğü ile (hakkı açıklamak için) misal getirmekten çekinmez." (Bakara, 2/26) buyurulduğu gibi, burada da böyle cevap veriliyor. Yani bu mesellerin ne için getirildiğini soranlar bilsinler ki, biz onları insanlar için getiriyoruz, hayvan değil de, insan iseler anlarlar. Gerçi onları, onların hakikatini ancak âlimler idrak edebilir. Yani Allah'ın gayrısının fani ve aciz ve bu sebepten O'ndan gayrısına ibadetin batıl olduğuna ilim sahibi olanlardır ki, bu meselin bütün incelikleri ve detayları ile zevkini ve faydalarını idrak ederler. Bu ilim ve cehalet farkı neden, denilirse:
Allah, o gökleri ve yeri, o yüksekleri ve aşağıyı hak ile yarattı, boşuna değil, gelişigüzel de değil, bir hak sebebi ve hikmeti iledir. Göğü de öyle, yeri de, yukarısı da, aşağısı da, âlimi de, cahili de, hepsinin hakkı da, yaratıcının hakkı önünde baş eğmek, boyun bükmektir. Şüphesiz bunda müminler için bir âyet var. İlmin kıymetini, hakkın önemini, Hak'tan gayrısının hiçliğini ve bundan dolayı Allah'ın gayrısından veli, dost edinmenin çürüklüğünü ve bunun neticesinde müminlerin muvaffak olacaklarını isbat eden bir âyet.
Konulu Tefsir Muhammed Gazali'ye göre
"Biz bu misalleri İnsanlara anlatıyoruz ama onları, bilenlerden başkası düşünüp anlamaz." (Ankebût: 43)
Mücâhidler yükleri omuzlansınlar, ya bu dünyada olmazsa ceza gününde gele¬ceklerini gaıanti altına alsınlar.
Kitap ehli, iki sınıftır. Bir; bizim yaşam, ibâdet ve davet hakkımıza karışmayan ve bizi kendi hâlimize bırakan sınıf. Bunların lehinde olanlar lehimize, aleyhinde olanlar ise aleyhimizedir. Yapılan zimmet geçerli olup ahit bozulmaz.
îki; bizi, kitabımızı ve peygamberimizi kıskaç altına alan, binamızı çökertmek ve sancağımızı indirmek isteyen sınıf. Bunlara karşı kendimizi korumamız ve ihtiyatlı davranmamız gerekir. Akıllı olan hiç bir kimse onlara inanmamızı teklif edemez.
Ankebût Sûresi, bu İki sınıfla muamelede genel irşâd kuralları içermektedir: İç¬lerinden zulmedenleri hâriç, kitap ehliyle ancak en güzel tarzda mücâdele edin ve de¬yin ki:
"Bize indirilene de, size indirilene de inandık. İlah'ımız ve İlah'ınız birdir ve biz O'na teslim olanlardanız. İşte sana, böyle (bir) kitap indirdik. Kendilerine kitap verdiklrimiz ona inanırlar. Şunlardan(Araplardan) da ona inananlar vardır. Ayetlerimizi, kâfirlerden başkası inkâr etmez." (Ankebût: 46-47)
Tarih boyu Doğu-Batı arasındaki ilişkileri gözden geçiren akıllı tarafsız bir "ko-mite"nin olmasını ve bunların arasındaki kanlı savaş kronolojisini, hele de Roma'nın dünyaya karşı nasıl savaştıklarını, Asya'nın batısını ve Afrika'nın kuzeyini ele geçir¬melerini ortaya çıkarmalarını ne kadar da isterdim.
İslâm, bu bölgeleri onların pençelerinden kurtarırken taşkınlık yapmış mıdır? Sonra onların evlatları ve yandaşları İlk Haçlı seterlerinde saldırıya geçtiler, asırlar¬dan sonra eski yaptıklarına dönerek vurkaç taktiği uyguladılar.
Bunlar, modem çağda, İslâm topraklarını sömürmek amacıyla bir bakanlık oluş¬turarak Napolyon'un Mısır'a, Mussolini'nin Libya ve Habeşistan'a Fransa'nın bütün Mağrib Ülkelerine ve İngİlizler'in Nil Vadisi'ne saldırmaya başlamasıyla yeniden hortladılar. İslâm toprakları Ehli Kitab'ın eline geçti. Bu kahredici savaşlarda biz mi haddi aştık?
Bugün diniyle yaşamak İsteyen Müslümanların geneli, bu yaşamdan mahrum edi¬liyor. Onlara işkence yapılıyor. Bu gidişatta insaf nerede? Müslümanlar kitaplarının her satırına inanıyorlar ve onunla amel etmek arzusun¬dalar. Bundan onları alıkoyan ne olabilir? Durum böyleyken bu kitabın sahibine kar¬şı küstahça davranabilirler mi? O'nu yalanla itham edebilirler mi?
Kitap Ehli'nin mezalim fitnesi, pek şiddetlidir... Diyerek konuya başka bi boyutta tefsir getirmiştir...
Kurtubi Tefsir'ine göre...
İşte misaller!" Yani Biz, bu misali ve bundan başka Gerçekten Allah bir sivrisineği ya da (küçüklükte) ondan daha üs¬tün herhangi birşeyi misal vermekten çekinmez. İman edenler, bunun Rablerinden bir gerçek olduğunu bilirler. Ama kâfirler: "Allah bu misal ile ne anlatmak istemiştir?" derler. Allah bunun¬la bir çoğunu saptırır ve bir çoğunu da hidâyete eriştirir. O, bu¬nunla fasıklardan başkasını saptırmaz. el-Bakara Sûresi´nde (2/26. âyette), "Eğer sinek, onlar¬dan birşey alsa, bunu ondan geri alamazlar.el-Hac Sûresi´nde (22/73. âyette) ve başkalarında zikredilen misalleri, "Biz bunları İnsanlara veriyoruz" açıklıyoruz "Onlara âlimler¬den" Allah´ı bilenlerden "başkası akıl erdiremez" kavrayaaıaz. Nitekim Câbîr, Peygamber (sav)´dan şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Âlim kişi Allah´tan gelenleri aklıyla kavrayarak, O´na itaat ile amel eden, O´nu gazab-landıran şeylerden de kaçınan kişidir. "[30]
Abdulvahit Metin Belagat ve Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir
Allah'tan başka dostlar edinenlerin durumu kendine yuva yapan örüm¬ceğin durumu gibidir." ayeti temsilî bir teşbihtir. "Temsili teşbih" benzetme yönü birden çok unsurlardan alınan teşbihtir. Burada kâfirlerin putlara tapınmaları, örümceğin dokuması güçsüz, bir hava üfürmekle bozulabilecek ve yok olabilecek güçsüz bir yuva kuran örümceğin durumuna benzetilmiş¬tir.
"Eğer bilselerdi..." cümlesinde, hazif yoluyla îcâz vardır. Âyetin akışından anlaşıldığı için. Şartın cevabı söylenmemiştir.Ancak hiç bilenle bilmiyen bir olurmu? Takdiri şöyledir: Bilselerdi, dünyayı âhirete, geçici olanı ebedî olana el¬bette tercih etmezlerdi..
Tefhimu'l Kur'an Mevdudi Tefsir'ine göre
"Alemlerin düzeni bâtıla değil Hakk'a dayanmaktadır. Bu düzeni önyargısız bir kafa ile İlmiyle tefekkür eden herkes, yerlerin ve göklerin varlıklarını, hurafeye, hayale değil, hak ve gerçeğe borçlu olduklarını görür. (Ya ilmi olmayan bu yer,gök ve içindekilerin muaazam yaratılışını bilmiyenler ona kafalarını yormıyanlar nolur acaba.?) Bir kimsenin kafasından uydurduğu bir sistemin ayakta kalamayacağı kesindir. Bu düzende ancak hak ve gerçekle uyum içinde olan bir şey başarılı olup varlığını devam ettirebilir. Gerçek dışı varsayım ve hipotezler üzerinde yükseltilen bir yapı, gerçekle karşılaştığında mulutlaka yıkılacaktır.Yıkımıda yapabilecek kişiler ancak ilim sahibleridir.Yoksa misallerden anlamıyacak bi insanın bu akli ve ilmi delilleri bilmeden onlar hakkında tefekkür etmediside akla uzak bi anlayış olur. Kâinatın düzeni, yaratıcısının bir tek Allah olduğuna ve sadece bir tek Allah'ın malik ve hakim olduğuna şehadet etmektedir. Eğer bir kimse, bu alemde hiçbir İlah olmadığına veya kendisine inananların hizmetlerini kabul eden ve karşılığında onlara diledikleri gibi yaşama ehliyeti, mutluluk ve barış içinde yaşama garantisi veren birçok İlah'ların varolduğuna inanırsa; gerçek, bu varsayımlara göre değişmeyecek, bilakis o kimse sonunda büyük bir felaketle karşılaşacaktır..
Et Tevsir'ül Hadis
"İşte bu örnekler; biz bunları insanlara vermekteyiz. Ancak alimlerden başkası bun¬lara akıl erdirmez".
Ayet-i kerimesi, bilginleri övücü, yüceltici ifadeler içermesi açısından üzerinde du¬rulmaya değerdir. Kastedilen bilginler, hiç kuşkusuz bilgileri sayesinde eşya ve olayları doğru biçimde değerlendiren, verilen örnekleri kavrayan ve bunlardan gerekli dersleri çıkaran kimselerdir. Bu tür ifadelere, bundan Önce incelediğimiz bir çok sûrede rastla¬dık. Bununla güdülen amaç bir yönden bilgi sahibi kimseleri yüceltmek, bir diğer yön¬den de insanları bilgilerinin kapsamını genişletmeye teşvik etmektir. Aynca bilginlerin sorumlulukları,çeşitli meseleler üzerinde düşünüp bunları insanlara açıklamakla yüküm¬lü oldukları da vurgulanıyor. Diğer bir amaç da bilginin hakkın gerektirdiği sınırlar için¬de tutulmasıdır. Bilginin haksızlık ve gerçekleri çarpıtma aracı olarak kullanılmaması¬dır.
İnsanların geneli ile bilginler arasında bu tür mutlak bir ayrıma gidilmiş olması gös¬teriyor ki, bu değerlendirme bilgi ve bilginliğin değişik dereceleri ile birlikte din ve dün¬ya ile ilgili meseleleri de kapsamaktadır. Ayete bakıldığında daha ilk etapta farkedilecek bir husustur bu
Şifa Tefsir'ine göre
İşte bu misalleri insanlara veriyoruz. Onları ancak alimler anlar.
Biz, bu misalleri insanlara açıklıyoruz. Bu misallerden ancak alim olanlar anlar. Onlar aklederler. Alim olmayanlar bunlardan ibret çıkara¬maz. Bu ayette "teşbih-i temsili" vardır. Teşbihi temsili demek; benzeti¬len yönler birden çok ise, bu teşbihi temsilidir. "Ali, Aslan gibidir" teş¬bihinde, benzetme bir tanedir. O da cesarette aslan gibi olmasıdır. Yukarıda geçen, kafirlerin amellerinin örümceğin evine benzetilmesi, teşbihinde birden çok yön vardır.
Küfrün de örümcek ağına benzeyen bir ağı vardır. İşte bazı din kar¬deşlerimiz bu ağın başlangıç noktasını arama ve araştırma yapma eğili¬mindeler. Benim kanatım buna gerek yoktur. Bir yerinden başlayıp, küf¬rün ağını atmaca ve şahin kuşlarının örümcek ağını delip geçtiği gibi de¬lip geçmek gerekir.
Nitekim Afganistanlı, başları sarıklı, büyük şalvarlı insanlar Rus kafi¬rinin ağını kırık dökük silahlarıyla deliverdiler.
Bir arkadaş; "Taşkent Elden Nasıl Çıktı" diye bir kitap getirmişti. Ben de; "o kitabı ben okumam, bana "Taşkent nasıl elde edilir'i" anlatan kitap getir" dedim. Allah(cc) insana iki kulak vermiş, bu kulakların da yönü öne doğru, önden gelen sesleri almaya ayarlanmış, arkadan gelen sesleri daha az alır. Onun için biz de; daima ileriye dönük programlar yaparak, hedefimiz daima ileri olmalıdır.
Celal Yıldırım Tefsir'ine göre
«Biz. işte bu misalleri insanlar için (gerçeği daha iyi anlasınlar diye) getiriyoruz. Bunları ancak ilim adamları düşünüp akleder.»
İslâm ve onun kitabı Kur'ân insan aklına her vesileyle yer verir; ayrıca aklın, ilmin hizmetine, ikisinin birden imânın hizmetine verilmesini emreder. O bakımdan Kur'ân'da gerek Allah'ın varlığına, birliğine, kudretinin sınırsız¬lığına delâlet eden belgeler sıralanırken, gerekse gelip geçen milletlerin hayatından ve yok edilme sebeplerinden söz edilirken, akıl ilmin ışığında ha¬kem olarak belirlenir ve imandan güç ve kuvvet alması istenilir.
Varlık âleminde mutlak denge ve düzeni idrâk edebilmemiz için bu iki unsurdan, yani akıl ile ilimden yararlanmamız devamlı tavsiye edilir; son¬ra da ana tema ve amaç şu cümleyle vurgulanır: «Bunları ancak ilim adam¬ları düşünüp akleder..»
Zira akıl, insanoğlunu öteki canlı yaratıklardan üstün yapan en önemli, en büyük kaynaktır. Bu kaynağı, bize veren Yüce Kudretin rızası ve di¬leği doğrultusunda kullandığımız nisbette mutlu oluruz.' Aklın temeli olan düşünce de yalnız insana vergidir. Onun için Kur'ân'da bazan düşünce uf¬kumuz genişletilir, bazan aklımıza hareket sağlanır ve birtakım temel bil¬giler, ön fikirler verilir.
Kuran Yolu Tefsir'ine göre
"Gerçek bilgi sahibi olanlar" diye çevirdiğimiz "âlimûn" kelimesi bu bağlamda...ilâhî hakikatleri anlama yeteneğine, birikimine sahip olan; kendilerine okunanlarla gözlemledikleri şeyler üzerinde düşünerek doğru sonuçlar çıkaran inançlı ve kavrayışlı zihinleri ifade etmektedir. Gerek bu âyetin gerekse bundan önceki âyetin sonunda geçen ilim ve akıl kavramlarıyla insanın zihinsel yeteneklerine vurgu yapılmakla, dünya işlerinde olduğu gibi dinî konularda da bu yeteneklerin önemli rolüne dikkat çekilmiştir.
Risale-i nur'dan Tefekkür ve İlim damlası
Ey vesveseli arkadaş! Gel, bu azîm sarayın nakışlarına dikkat et ve bütün bu şehrin zînetlerine bak ve bütün bu memleketin tanzimatını gör ve bütün bu âlemin san'atlarını tefekkür et! İşte bak: Eğer nihayetsiz mu'cizeleri ve hünerleri olan gizli bir zâtın kalemi işlemezse, bu nakışları sâir şuursuz sebeblere, kör tesadüfe, sağır tabiata verilse, o vakit ya bu memleketin herbir taşı, herbir otu, öyle (mu'ciznümâ),(mucize gösteren) nakkaş, (nakış işliyen)öyle bir hârikulâde kâtib olması lâzımgelir ki, bir harfte bin kitabı yazabilsin, bir nakışta milyonlar san'atı dercedebilsin. Çünki bak bu taşlardaki nakşa, herbirisinde bütün sarayın nakışları var, bütün şehrin tanzimat kanunları var, bütün memleketin teşkilât proğramları var. Demek bu nakışları yapmak, bütün memleketi yapmak kadar hârikadır. Öyle ise herbir nakış, herbir san'at, o gizli zâtın bir ilânnamesidir, bir hâtemidir. Mâdem bir harf, kâtibini göstermeksizin olmaz. San'atlı bir nakış, nakkaşını bildirmemek olmaz. Nasıl olur ki: Bir harfte koca bir kitabı yazan, bir nakışta bin nakşı nakşeden nakkaş, kendi kitabıyla ve nakşıyla bilinmesin... Öyle ya bunca güzel izah'ı kim hangi akli delilleriyle bilebilirki,ama Üstad ne güzel diyor.Bir şeyi bilmemek, cehildir.(cehalet) Bilmediğini bilmemek, yani bilmediğinin farkına varmamak ise, cehl-i mürekkeb.(cahilin mürekkebi) İçinde yaşadığımız şu harika âlemde, güneşin her gün doğup batması, her sene bahar olması, kış olması gibi olaylar, devamlılık arzettiğinden, pek çok insanda harikalığı örten bir perde olmuştur. Ülfet perdesini yırtabilenler, kainata adeta başka boyuttan bakarlar. Başkalarının görmediğini görürler. İlmî keşiflerde bulunan kişilerin en seçkin bir meziyetleri, bu boyutu yakalamış olmalarıdır.
********* ***
Kitaptan (Allah tarafından verilmiş) bir ilmi olan kimse ise: Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm, dedi. (Süleyman) onu (melikenin tahtını) yanıbaşına yerleşmiş olarak görünce: Bu, dedi, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere Rabbimin (gösterdiği) lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük edene gelince, o bilsin ki, Rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, çok kerem sahibidir. neml 40...
Not: Bilindigi üzre Hz Süleyman belkis ve ahalisini imana davet etmiş ve onlarda bu davete eger icabet etmezsek o bizi zelil ve perişan eder.Hatta Belkıs ozaman dediki o kral degil kral dan daha üstün onunla savaşırsak esir oluruz bizi perişan eder.Bu sürede geniş bi şekilde anlatılmıştır.Ama biz sadece kendisine ilim verilmiş bir kişi dediki onu ben göz açıp kapamadan getiririm bölümünün tefsirini yazacağız konunun geniş bölümünü neml süresinden bakabilirsiniz gerçekten tefsir boyutuyla okundugunda çok güzel şeyler öğrenebiliriz..
Belkıs Süleyman a.s davetine icabet etmek için yola cıkmıştı,beraberinde binlerce ileri gelenler vardı Belkıs geride bıraktıgı korumalarına mallarımı iyi koruyun demişti, özellikle tahtının iyi korunmasını istemişti.Yolda iken Süleyman a.s onun yolda oldugunun haber aldı ve onlar burya benim yanıma gelmeden önce onun tahtını kim bana getirebilir dedi...
İbni kesir tefsir'ine göre
Hz. Süleyman her gün ve gecede onların yürüyüşlerine dâir haber almak üzere bir cinnî göndermeye başlamış. Belkîs yaklaştığı zaman, emri altındaki cinn ve insanları toplayıp: «Ey ileri gelenler, kendileri bana müslüman olarak gelmeden önce hanginiz onun tahtını bana getirebilir?» diye sormuş. Katâde der ki: Belkîs'ın gelmekte olduğu haberi Hz. Süleyman'a ulaştığında —ki Belkîs'ın bir tahtı olduğu ona anlatılmış ve taht onun çok hoşuna gitmişti. Bu taht altundan olup ayaklan inci ve cevherden imiş, üzerinde saf ipekten bir örtü varmış. Bu tahtın üzerinde dokuz kilit bulunuyormuş.— Hz. Süleyman onlar müslüman olduktan sonra bunu almayı kerih görmüş. Allah'ın peygamberi biliyormuş ki; onlar müslüman olduklarında, kanları ile beraber malları da haram olacaktır. Bunun üzerine « Ey ileri gelenler, kendileri bana müslüman olarak gelmezden Önce hanginiz onun tahtım bana getirebilir?» demiş. Ata el-Hora-.. sanı, Süddî ve Züheyr tbn Muhammed de «Onlar bana müslüman olarak gelmezden önce...» âyeti hakkında onların müslüman olmalarıyla mallarının haram olacağı açıklamasını getirmişlerdir. Mücâhid, «Cinn-lerden bir ifrît dedi ki...» âyetindeki ifriti; güçlü kuvvetli bir cinn ile tefsir eder. Şuayb el-Cübbâî bu cirminin adının ( OjjS* ) (?) olduğunu söyler. Yezîd tbn Rûmân'dan rivayetle Muhammed îbn îshâk ile Vehb îbn Münebbih de böyle söylemiştir. Ebu Salih onun, dağ gibi (iri) olduğunu söyler. îbn Abbâs, «Sen, yerinden kalkmadan onu sana getiririm.» âyetini: Sen, meclisinden kalkmazdan önce, şeklinde açıklar. Mücâhid ise: Sen, oturduğun yerden kalkmazdan önce, açıklamasını getirir. Süddî ve bir başkası ise şöyle diyor: Hz. Süleyman insanlar için günün başlangıcından güneşin zevaline kadar hüküm, hasımlaşmalar ve yemek için otururdu. îbn Abbâs, «Eminim ki buna gücüm yeter.» âyetini şöyle açıklıyor: Ben onu yüklenecek kadar güçlü, ondaki cevherleri koruyacak emîn birisiyim. Hz. Süleyman (a.sj:, Ben bundan da acele olmasını istiyorum, demişti. Buradan anlaşılıyor ki Allah'ın peygamberi Hz. Süleyman bu tahtın yanında hazır edilmesiyle Allah'ın kendisine bahşetmiş oldğu hükümdarlığın, kendisinden önce kimseye verilmemiş, kendisinden sonra hiç kimseye müyesser olmayacak, buyruğuna verilmiş ordunun büyüklüğünü izhâr etmek, Belkîs ve kavmine karşı peygamberliğine bir delil edinmek istemişti. Zîrâ onlar kendisinin yanma gelmezden önce ülkesinden tahtını olduğu şekilde getirmek harikulade büyük bir şeydir. Ayrıca Belkîs bu tahtı kilitler, muhafızlarla emniyet altına almıştı. Hz. Süleyman: Bundan daha da çabuk olmasını istiyorum, dediğinde «Nezdinde kitâbdan bir ilim bulunan biri de dedi ki...» îbn Abbâs bu kimsenin, Hz. Süleyman'ın kâtibi Âsaf oldğunu söyler. Muhammed îbn İshâk'ın Yezid tbn Rûmân'dan rivayetine göre; bu, Âsaf tbn Berhiyâ'-dır. Sıddîk birisi olup tsm-t A'zam'ı bilirmiş. Katâde der ki: Mü'min bir insan olup, adı Âsaf idi. Ebu Salih, Dahhâk ve Katâde de onun insanlardan olduğunu söylerken, Katâde ayrıca onun tsrâiloğullanndan olduğu fazlalığını getirir. Mücâhid, onun isminin Ustum olduğunu söyler. Kendisinden gelen rivayetlerden birinde Katâde, onun adının, Be-lîha olduğunu söylemiştir. Züheyr tbn Muhammed ise onun, Zünnur adında Endülüslü biri olduğunu söylüyor. Abdullah tbn Lehîa, onun Hızır olduğunu sanmıştır. Ancak bu, gerçekten garîbdir.
«Gözünü açıp kapamadan ben, onu sana getiririm. (Gözünü kaldır ve güç yetirebildiğin kadarıyla gözünün uzanabildiği yere kadar bak. Sen gözünü daha kendine çevirmeden tahtı yanında hazır bulacaksın.)» Vehb îbn Münebbih burayı şöyle açıklıyor: Gözünü açıp uzaklara bak. Gözlerin, ulaşabileceği en uzak yere ulaşmadan ben onu sana getireceğim. Anlattıklarına göre; o kişi Hz. Süleyman'a, istenilen tahtın bulunduğu Yemen tarafına bakmasını söylemiş, sonra kalkıp abdest alarak Allah Teâlâ'ya duâ etmiş. Mücâhid, onun duasında; ey Celâl ve İkram sahibi (olan Allah), dediğini nakleder. Zührî'nin naklettiğine göre ise: Ey ilâhımız, ey her şeyin tek olan ilâhı. Senden başka ilâh yok. Onun tahtını bana getir demiş, taht hemen önünde belirivermiş.
Mücâhid, Saîd tbn Cübeyr, Muhammed İbn tshâk, Züheyr îbn Muhammed ve başkaları şöyle diyor: O, Allah Teâlâ'ya duâ edip Belkîsîın tahtını getirmesini istediğinde, —ki taht Yemen'de, Hz. Süleyman ise Beyt-i Makdis'te idiler— taht kaybolup yere batmış, sonra Hz. Süleyman (a.s.)ın önünde ortaya çıkıvermiştir. Abdurrahmân tbn Zeyd tbn Eşlem der ki: Hz. Süleyman nasıl taşındığını anlayamadan Belkîs'm tahtının taşınıp önüne getiriliverdiğini görmüştür. Tahtı getiren deniz kul-larındana birisiydi. Hz. Süleyman ve çevresindeki ileri gelenler bunu mü-şâhade edip tahtı Hz. Süleyman'ın yanına konulmuş gördüklerinde, Hz. Süleyman şöyle^demiş: «Bu, Rabbımın lutfundan (bana olan nimetle-rin)dendir. Şükür mü yoksa küfür mü edeceğim diye beni sınamak, (denemek) içindir. Kim şükrederse; ancak kendisi için şükretmiş olur.» Bu, Allah Teâlâ'nm şu âyetleri gibidir: «Kim sâlih amel işlerse kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa aleyhinedir.» (Fussilet, 46), «Kim de sâlüı amel işlerse kendisi için rahat bir yer hazırlamış olur.» (Rûm, 44).
Taberi tefsir'ine göre
Âyet-i kerimede, nezdinde kitaptan ilim bulunanın, Belkıs'ın tahtını bir anda Hz. Süleyman'a getireceğini söylediği ifade edilmektedir.
"Nezdinde ilim bulunan'dan maksadın, insanlardan âlim bir kimse olduğu rivayet edilmektedir. Ancak bu kişinin ismi ve sıfatları hakkında farklı rivayetler vardır.
Abdullah b.Abbas ve Yezid b.Ruman'a göre bu zat, Hz. Süleyman'ın kâtipliğim yapan "Âsif b.Berhiya"dır. Bu kişi takva sahibi birisiydi. Allah'ın is¬mi â'zamını bilirdi.Katade'ye göre ise bu zatın ismi "Belhiya'dır. Bazılarına göre ise "Zün-nur"dur.
İbn-i Zeyd'e göre ise bu zat, denizin içinde bir adada yaşayan takva sahibi bir kul idi. Allah'a isimlerinden biri ile dua etti böylece Melike'nin taht'ı Hz. Sü¬leyman'ın Önünde görünüverdi.
Müfessirler, bu zatın "Kitaptan bildiği ilmin" ne olduğu hakkında da çe¬şitli rivayetler zikretmişlerdir. Bazılarına göre bu ilimden maksat, Allanın bir is¬midir, onunla kendisine dua edildiğinde duayı kabul eder. Ancak bu ismin hangi isim olduğu bilinmemektedir.
Mücahid, "Kendisine ilim verilen zat"ın, Allah'ın "Zülcela-i Vel İkram" isimleriyle dua ettiğini söylemiş Zührî ise: "Yâ İlahenâ Ve İlahe Külli Şey'in İla¬hen Vahiden Lâ İlahe İlla Ente İ'tinî Bi Arşihâ" "Ey İlahımız ve herşeyin tek ila¬hı olan Ali ahım. Senden başka hiçbir ilah yoktur. Sen o kadının tahtını bana ge¬tir." diye dua ettiği nakledilmiştir.
Ayet'i kerimede geçen "Gözünü açıp kapamadan getireceğim." ifadesini, Said b.Cübeyr ve Ma'mar, göz görecek kadar bir mesafede bulunan bir kimse¬nin, sana gelmesinden önce ben onu sana getireceğim." şeklinde izah etmişler¬dir.
Vehb b.Münebbih ise: "Senin bakışın, gözlerin görebileceği mesafeye he¬nüz ulaşmadan ben onu sana getireceğim." şeklinde izah etmiştir.
Bazıları ise bu ifadeyi şöyle izah etmişlerdir: "Sen, tahtın geleceği yöne doğru bak. Gözünü oradan ayırmadan ben o tahtı sana getireceğim." şeklinde izah etmişlerdir.
Âyet-i kerimede geçen "Süleyman taht'ı yanında görünce" ifadesi, tahtın, hemen Süleyman aleyhisselamın yanına geldiğini açıklamaktadır.
Bazı âlimler, nezdinde Allah'ın kitabından ilim bulunan zatın dua etmesi üzerine, taht'ın bulunduğu yerden, yere gömülüp Hz. Süleyman'ın önünden çık¬tığını söylemişlerdir.
"Bu, rabbimin bir lütfudur. Şükür mü yoksa nankörlük mü edeceğimi sı¬naması içindir." ifadesi ise şöyle izah edilmiştir:
"Rabbim, beni nimetlerine karşı imtihan etmektedir." Veya "Rabbim beni Melike'ye karşı imtihan etmektedir." Yahut: "Rabbim beni, bu kıymetli taht'a karşı imtihan etmektedir. Benim,§ükür mü, yoksa nankörlük mü edeceğimi ortaya çıkarmak istemektedir..
Fahruddin Er-Râzi, Mefâtihu’l-Gayb,a Tefsir'ine göre
Tahtı getirtme sebebi.....
1) Bundan maksat, bunun, Belkıs için, Allah'ın kudretine, Hz. Süleyman'ın peygamberliğine dair bir delil olması ve böylece Belkıs'ın, bu delili daha önce geçmiş' olan diğer delillere eklemesidir.
2) Hz. Süleyman, o tahtı getirtmeyi, böylece şeklini ve şemailini değiştirmeyi, daha sonra da Belkıs'ın onu tanıyıp tanıyamayacağını anlamak için, o tahtı ona sunmasıdır. Ki, bunun gayesi de, Selkıs'ın aklını ve zekâsını ölçmektir. Cenâb-ı Hakk'ın "Onun tahtını bilinmez hale getirin. Bakalım (tanımaya) muvaffak olacak mı, yoksa başaramayanlardan mı olacak?" (Nemi. 41) ifadesi de, bu görüşe delâlet eder gibidir.
3) Katâde şöyle der: "Hz. Süleyman, Bel kıs müslüman olduğunda, onun malını almasının helâl olmayacağını bildiği için, o müslüman olmadan önce, onun tahtını almak istemiştir."
4) "Arş", bir memleketin kudretini simgeleyen bir şeydir, tahttır. Böylece Hz. Süleyman, Belkıs kendisine gelmeden önce, onun mülkünün miktarını, (ne derece zengin olduğunu) bilmek istemiştir
İfrit'in Teklifi
Ayetteki, "Cinlerden bir ifrit dedi..." ifadesine gelince, insan hakkında kullanıldığı zaman, "İfrit" akranlarını ezip geçen, onları zefil kılan kötü adam demektir. Şeytanlar için kullanıldığında ise, âsî ve habîs anlamına gelir.
Ayetteki, "Sen makamından kalkmadan..." ifadesi, "sen meclisinden kalkmadan" demektir. Bu işin, bir zamana ve bir müddete bağlanabilmesi için, bu hususta mutlaka malûm olan bir örfün bulunması gerekir. İşte bu sebeple, bu cümleden olarak bununla, insanlar arasında hükmetme meclisi (zamanı) kastedilmiştir, denildiği gibi; bununla, kendisinde insanlara bir hutbenin, hitabenin îrad edileceği bir vaktin kastedildiği de ileri sürülmüştür. Yine bu müddetin, gündüzün yarısına (öğleye) kadar olan bir müddet olduğu da ileri sürülmüştür.
Ayetteki lafzına gelince bu, "Onu taşıyabilirim, hiçbir şeyi kırmadan, dökmeden, olduğu gibi getirebilirim" anlamındadır
Ayetteki "Nezdinde kitaptan bir ilim olan... "tabirine gelince, bu hususta şöyle iki bahis bulunmaktadır:
Birinci Bahis: Alimler bu ifade, bahsi gecen şahsın kimlerden olduğu hususunda şu iki şekilde ihtilaf etmişlerdir:
a) Bunun meleklerden olduğu ileri sürüldüğü gibi,
b) Bunun insanlardan olduğu da ileri sürülmüştür. Binâenaleyh, birinci görüşte olanlar da, kendi aralarında ihtilaf ederek,
1) Bu Cebrail (a.s)'dir,
2) Allah Teâlâ'nın Hz. Süleyman'ı desteklediği bir melektir
İlim Ehli Kim İdi?
İkinci görüşü benimseyenler de kendi aralarında inkişaf ederek şu izahları yapmışlardır:
1) İbn Mes'ûd'a göre bu, Hızır (a.s)'dır.
2) İbn Abbas'ın en meşhur görüşüne göre bu, Hz. Süleyman'ın veziri Asaf İbn Berhiyâ'dır ki bu, Allah'ın ısm-i azamı'nı bilen sıddîk bir kuldu. O bununla dua ettiğinde, duası kabul olunurdu.
3) Katâde'ye göre bu, ism-i azamı bilen bir insandı.
4) İbn Zeyd'e göre bu, o denizdeki bir adada yaşayan salih bir kimseydi. O gün, Hz. Süleyman (a.s)'a bakmak için çıkmıştı.
5) Doğrusu bu, Süleyman (a.s)'ın bizzat kendisidir. Hitap olunan şahıs ise Hz. Süleyman (a.s)'ın kendisiyle konuştuğu ifrittir. Hz. Süleyman (a.s), bir mucize ortaya koymak ve böylece de, herşeyden önce onlara meydan okumak istemiştir. Daha sonra da İfrît'e, İfrît için mümkün olmayan bir sürat içinde, o tahtı kendisinin getireceğini açıklamıştır.
Elmalılı Tefsir'ine göre
Ey heyet, ey ulular, dedi. Bu heyetten maksat açıklanmamıştır. "Cinlerden, insanlardan ve kuşlardan müteşekkil orduları Süleyman'ın hizmetine toplandı" (Neml, 27/17) âyetindeki orduların komutanları (başkanları) olsa gerektir. O kadının tahtını bana kendileri müslim olarak gelmeden önce hanginiz getirir? Süleyman (a.s) onların hediyelerine güvendiklerini bilmişti. Bu sebepten, hediyelerini tehdit edercesine geri gönderince, geleceklerini de bildiğinden gelir gelmez iman etmelerine sebep olacak olağanüstü bir şey göstermek istediği rivayet olunur ki, elçiler kadına varıp Süleyman (a.s)'ın dediğini anlattıklarında "durumu bilmiş vallahi, bu yalnız bir melik değil, biz bunun karşısında güç gösteremeyiz" demiş ve tekrar bir elçi gönderip "kavmimin beyleriyle huzuruna geliyorum, buyruğunu ve davet ettiğin dinini görmek isteğindeyim" diyerek yanında büyük bir kalabalıkla hareket etmiş ve tahtını köşklerinin en sağlam ve korunmuş yerine koydurup kapıları kilitleterek önemli bir şekilde koruma altına aldırmıştı.
Cinlerden bir ifrit, ben getiririm dedi, Ragıb'ın Müfredatı'nda: İfrit, yani pis, çetin demektir. Şeytan gibi insan hakkında da kullanılır, ifrit nifrit, denilir. İbnü Kuteybe demiştir ki: "İfrit, 'müvesseku'l-halk' yani yaratılışı kuvvetli, demektir. Aslı, toprak demek olan 'afer' dendir. 'Afere' güreşti, yere yıktı, demektir." "Ahkâmu'l-mercan fi ahkâmi'l-cânn" isimli eserde Ebu Amr b. Abdülberr' den naklen der ki; Lisanı iyi bilen kelâm âlimleri cinleri dereceler
Yanında kitaptan ilmi olan kimse ben sana onu, gözünü açıp kapamadan getiririm, dedi. Bu kişinin kim olduğu hakkında değişik sözler vardır. İbnü Mes'ud'a göre: Hızır (a.s)dır. İbnü Abbas'ın meşhur görüşüne göre, Süleyman (a.s)ın veziri Asaf b. Berhıya'dır ki, sıddık (dosdoğru) idi. Dua edildiğinde Allah'ın mutlak kabul edeceği ism-i azamı bilirdi Hz. Süleyman'ın bir mucizesi olarak veziri böyle bir keramet göstermiştir. Fahreddin Razi, bu kişinin Süleyman (a.s)'ın kendisi olmasını birçok yönden daha uygun bulmuştur. Bu cümleden olarak, mevsûlün, sıla ile bilinene işaret olması kaidesine göre burada Kur'ân'ın âyetleri iyi düşünüldüğünde "Yanında kitaptan bir ilim" olmakla bilinen kimse ancak Süleyman (a.s)dır. Çünkü yukarda "Andolsun ki biz Davud'a ve Süleyman'a bir ilim verdik." (27/15) "Süleyman, Davud'a varis oldu ve (Süleyman) Ey İnsanlar! Bize kuş dili öğretildi, dedi." (27/16) buyurulmuştu, ancak bu şekilde "Onu ben getiririm" sözü İfrit'edir. Süleyman, İfrit'e karşı söylemiştir diye zamir ile zikredilecek yerde işin büyüklüğünü anlatmak için mevsul getirilmiş ve bununla yukarda zikredilen ilimden bir örnek gösterilmiştir.
Bununla beraber çoğunluk bu kişinin Süleyman (a.s)ın kendisi değil, adamlarından birisi olmasını ifadenin gelişine daha uygun bulmuşlardır. Muhyiddin-i Arabî "Füssûs" isimli eserinde "Bu Süleyman (a.s)'ın ashabından birisi eliyle olmuştur ki,orada bulunanların nefislerinden Süleyman (a.s)'ın şanı için daha yükseltici olsun." demiştir. Gerçekten adamlarından böyle kerametin meydana gelmesi kendisinin daha yüksek oluşuna işaret demektir. Ve bu ilmin, ona verilen ilimden olduğunu anlatır. Bu taht ne kadar uzaklıktan getirildi? Yukarda Hüdhüd kıssasında San'â'ya kadar varıldığına dair bir rivayet geçmişti. San'â'dan ise Sebe' üç günlük uzaklıktadır, deniliyor. Bazıları da, bu sırada Süleyman (a.s) San'â'dan dönmüş, Şam toprağında bulunuyordu, demişlerdir. Bu takdirde iki aylık uzaklık demektir. Bu kadar uzaklıktan bir taht göz kırpıncaya kadar nasıl gelir? Şüphe yok ki bu, basit bir olay değil, bir keramet ve mucize olmak üzere söz konusudur.
Muhyiddin-i Arabî bunu şöyle anlatmıştır: Asaf, tahtın yapısında değişiklik yaptı da, onu bulunduğu yerde bırakıp her an meydana gelmekte olan yeniden yaratılmakta olunduğunu bilen kimselerden başkasının aklının eremeyeceği bir şekilde Süleyman (a.s)'ın yanında meydana getiriverdi. Mevcud olduğu an, yok olup kaybolduğu anın aynı idi. İkisi bir anda idi ve Asaf'ın sözü zamanda fiilin aynı idi. Zira olgun kimseden çıkan söz, yüce Allah'ın "ol" sözü yerindedir. Bu tahtın oluşumu konusu, en zor konulardandır. Ancak bahsettiğimiz meydana getirme ve yerinde bırakmayı idrak eden kimseler müstesna. Taht, ne bulunduğu yerden başka yere taşındı ve ne de yeryüzü onun için dürüldü veya yarıldı.
En azından diyecek kadar bir zaman var. Gerçekte "Asaf'ın sözü zaman yönünden yaptığı işin aynı idi." demekle Şeyh Muhiddin Arabi tamamen gerçeği söylemiştir. Bu sözde, yani sözünde iş, yapma değil, getirmedir. Bunu söylemesi ile getirmesi bir olmuştur. Yani söyleyinceye kadar getirmiştir. Zira ilmini biliyordu. Bir saniyede binlerce kilometrelik sürat zamanımız teknolojisinin düşünmeye alışık olduğu konulardandır. Önemli olan nokta, ancak bu hareketi yapmak için tatbik olunacak kuvveti ve fenni bilmekten ibarettir. Bir yıldırımda, bir elektrikte, bir telgrafta, görülen bu sürat bir cisimde de görüle bilir. Yakından tesir gösterdiğini gördüğümüz iradenin bir telsiz gibi uzakta da etkili olabildiğini gösteren misaller de yok değildir.
Derdemez onu yanıbaşına yerleşivermiş görünce bu, dedi, Rabbimin lütfundandır. Normal bir ilâhî hadise değil "Bizi mümin kullarının birçoğundan üstün kıldı." (Neml, 27/15) âyeti ile işaret edildiği üzere özel ihsanı olan bir keramet veya mucizedir. "Beni imtihan etmek için: Şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü" . Ona dedi: Tahtını bilemeyeceği bir vaziyete sokun, o değilden gösterin, yabancılaştırın, bakalım doğruyu bulabilecek mi? Kendininki olduğunu bilecek, vaziyeti kavrayacak, gerçeği anlayacak mı? Yoksa tanımayıp yola gelmezlerden mi olacak? Tahtının getirilmiş olması şaşırtıcı bir işle mülk ve hükümranlığının elinden alınmış olduğuna işarettir. Böyle korkutucu bir anda, o tahtın o değilmiş gibi gösterilmesinde büyük bir incelik ortaya konulmuş ve bununla onun yeteneği üzerinde bir deney yapılmak istenmiştir. Bunun üzerine gelince; senin tahtın da böyle mi? denildi. Bu senin tahtın denilmedi, o değilmiş gibi gösterildi. Sanki tıpkı o, dedi zaten bize daha önce bilgi verilmişti. Bu mucizeden evvel Hüdhüd'ün mektup getirmesi gibi tesbit ve duyduğumuz şeylerle Allah Teâlâ'nın kudretine ve senin peygamberliğinin doğru olduğuna bilgi sahibi olmuştuk. Ve biz teslimiyet gösterip müslüman olmuştuk, dedi. Hiç şaşırmadan durumu olduğu gibi kavrayarak ustaca söz söyledi, peki öyle de önce niçin gelmedi?Önce, Allah'tan başka taptığı şeyler (dünya saltanatı) kendisini alıkoymuştu. Çünkü kendisi inkârcı bir kavimdendi
Bu gibi durumlar Hadis'i Şerif'lerde coktur.Efendimiz'in Miraç'taki ve hayatının bi çok aşamasındaki alanlarında benzeri şeyler olmuş ve Efendimiz Hz MUHAMMED sav Allah cc hz lerinin ey kalem yaz Mucizeyi Peygamber'lere Kerameti Veli kullarıma Hadis-i kudsi'si ile bizlere beyan buyurmaktadır.(anverül aşıkın syf,21)Bu gibi zaman ve mekan ın dışına çıkma veya olağan üstü şekillerle bu zamanı kısatlma daraltma işleri olmuştur.Bu olaylar tamemen Allah cc Hz lerinin İlim ehli takva ehli kullarına verdigi bi lutuftur.Allah cc herşeye kadirdir.Diledigine hesabsız rızık verır zaten ayettede bunun gibi buyurmuştur.Efendimiz in hayatı ve onun dostlarının hayatında birçok akıl üstü şeyler olmuştur.
Kurtubi tefsir'ine göre
İbn Abbas dedi ki: Süleyman heybetli bir kişi idi. Kendisi bir hususu sor¬madan ilk olarak kimse ona bir şey demezdi. Bir gün yakınlarda bir toz bu¬lutu gördü, bu ne oluyor? dedi. Yanında bulunanlar: Ey Allah´ın peygambe¬ri, Belkıs dediler. Bunun üzerine Süleyman askerlerine -Vehb ve başkaları da cinlere dediler- dedi ki:
"Onlar bana müslümanlar olarak gelmezden önce kadının tahtını hanginiz bana getirebilirsiniz?" Abdullah b. Şeddad dedi ki: Süleyman (a.s): "Kadının tahtını hanginiz bana getirebilirsiniz?" dediğinde Belkıs bir fer¬sahlık uzaklıkta bulunuyordu, tahtını ise Sebe´de bırakmış, onu korumak için de muhafızlar görevlendirmişti.
Denildiğine göre Belkıs hediyesini gönderdiği sırada elçilerini askerleriy¬le birlikte göndermişti. Bundan maksadı ise şayet Süleyman eğer krallık pe¬şinde koşan birisi ise gerekli hazırlıklarını yapmadan, onunla aniden bir sa¬vaş başlatmak idi. Süleyman (a.s) bu durumu öğrenince "kadının tahtını han¬giniz bana getirebilirsiniz?" dedi. İbn Abbas dedi ki: Kadının tahtının ge¬tirilmesine dair verdiği emir ona mektub yazmadan önce idi. Kadının tahtı kendisine getirilmeden de ona mektub yazmamıştı...Ve tahtın onlar Müslüman olmadan getirilmesini istemiştiki Müslüman olsa malına dokunmak haram olurdu.Onun içindirki onlar yaklaşmışken ve gelmeden tahtın getirilmesi lazımdı.
İbn Zeyd de dedi ki; Tahtın getirilmesini istemesi, Belkıs´a Allah tarafın¬dan kendisine verilmiş olan kudreti göstermek ve bunu peygamberliğine de¬lil olarak ortaya koymak istemesi idi. Çünkü herhangi bir ordu ve savaş söz konusu olmaksızın bu tahtı ele geçirmiş olacaktı.
Bu açıklamaya göre "müslümanlar olarak" buyruğu, teslim olmuşlar olarak, demektir. İbn Abbas´in görüşü de budur. Yine İbn Zeyd dedi ki; O bu yolla kadının aklını denemek İstemişti, bundan dolayı: "Tahtını onun ta-nıyamayacağı bir şekilde değiştirin. Bakalım o yol bulacak mı, yoksa yol bu¬lamayacaklardan mı olacak?" demişti.
Yine denildiğine göre cinler Süleyman (a.s)´ın onunla evleneceğinden ve ondan çocuğunun olacağından, böylece Süleyman (a.s)´ın soyundan gelecek¬lerini de angarya ve hizmetlerinin sürüp gideceğinden korkmuşlardı. O ba¬kımdan cinler kendisine bu kadının aklı pek sağlam değildir, demişlerdi. İş¬te bundan ötürü o da tahtı ile kadını sınamak istemişti...
Ve bir ifrit dediki buyruğundaki "ifrit" lafzını cumhur; "İfrit" diye okumuştur. Ebu Reca´ ve İsa es-Sakafî ise; diye okumuşlardır. Bu kıraat Ebubekir es-Sıddiyk (r.a)´dan da rivayet edilmiştir. Ha¬diste de: "Şüphesiz ki Allah ıfrîte de, nifrîte de buğ-zeder"[95] diye buyrulmuştur. Buradaki nifrît, ifrite itbâ ile söylenmiştir. (Türk-çede ifrit, mifrit demek gibi).
Katâde dedi ki: Bu fevkalede akıllı anlamındadır. en-Nehhâs dedi ki: Güç¬lü kuvvetli bir kimse ayrıca hilebaz ve çok ileri derecede kurnaz birisi İse ona; denilir. "İfrif´in reis anlamında olduğu da söylenmiş¬tir. Bir kesim de bu kelimeyi; şeklinde "ayn" harfi de esreli olarak oku¬muşlardır. Bunu da İbn Atiyye naktetmiştir.
Sü¬leyman (a.s) ben daha da hızlı gelmesini istiyorum deyince,
"Nezdinde kitaptan bir bilgi bulunan kişi dedi ki: Ben onu sana gözü¬nü kırpmadan getiririm." Müfessirlerin çoğunun kanaatine göre nezdinde kitap bilgisi bulunan kişinin adı Asaf b. Berhiya´dır ve bu İsrailoğullarına men-subtur. Bu kişi sıddîklardan olup, yüce Allah´ın kendisi anılarak istenileni ver¬diği, kendisi anılarak dua edildiğinde duayı kabul ettiği, yüce Allah´ın ism-İ a´zamını biliyordu. Âişe (r.a) dedi ki: Peygamber (sav) buyurdu ki: "Asaf b. Berhiya´nin kendisini anarak dua ettiği Allah´ın ism-i a´zam´ır Ya hayyu, ya kayyum idi."[99] Denildiğine göre bu onların dilinde "Âhiya, şerâ-hiyâ" diye söylenirmiş,
Mücahid dedi ki: Dua ederken şöyle dedi:..."Ey bizim ve herşeyin ilahı, ey celal ve ikram sahibi..." es-Siiheylî dedi ki: Nezdinde kitabın bilgisi bulunan şahıs, Süleyman´ın tey¬zesinin oğlu Âsaf b. Berhiyâ idi. Bu kişi yüce Allah´ın isimlerinden ism-i a´zamı biliyordu.
.İbn Lehia dedi ki: Bu kişi Hıdır (a.s)´dır. tbn Zeyd de dedi ki: Yanında ki¬tabın bilgisi bulunan kişi denizdeki adalardan birisinde bulunan salih bir zat idi. Bu şahıs adasından yeryüzünde kimlerin bulunduğunu yüce Allah´a ibadet edenin olup olmadığını görmek üzere çıkmıştı. Süleyman´ı görünce, o da yüce Allah´ın isimlerinden bir ismi anarak dua etti ve böylelikle kadı¬nın tahtı getirildi..
Başka bir görüş:görüş: Bu kişi Yemliha adında İsrailoğullarına mensub bir adam idi. Yüce Allah´ın ism-i a´zammı biliyordu. Bunu da el-Kuşeyrî zikretmiştir.
İbn Ebi Berze derki: Kitabın bilgisine sahip kişi Ustum idi. Bu İsrailoğul-ları arasında çok ibadet eden bir zatdı, bunu el-Ğaznevî zikretmektedir.
Muhammed b. el-Münkedir dedi ki: Bu bizzat Süleyman (a.s)´dır. İnsan¬ların, o yüce Allah´ın ism-i a´zamını biliyordu şeklindeki görüşlerine gelin¬ce, durum böyle değildir. Bu kişi İsrailoğullarına mensub bilgili, yüce Allah´ın da kendisine ilim ve fıkıh (dini kavrayış) verdiği bir adam idi. Bu kişi; "Ben onu sana gözünü kırpmadan getiririm" deyince, haydi getir dedi. Bu se¬fer adam: Sen Allah´ın bir peygamberisin ve Allah´ın peygamberinin oğlusun. Eğer yüce Allah´a dua edecek olursan, o sana bu tahtı getirir. Bunun üzeri¬ne Süleyman (a.s) yüce Allah´a dua etti. Yüce Allah da tahtı ona getirdi
İbn Atiyye der ki: İnsanların çoğunluğunun kabul ettiği görüş şudur: Bu kişi Âsaf´b. Berhiyâ adında, İsrailoğullarına mensub salih bir kişi idi. Riva¬yete göre iki rekat namaz kıldıktan sonra Süleyman (a.s)´a şöyle demiştir; Ey Allah´ın peygamberi, uzağa doğru bir bak, o da Yemen´e doğru baktı ve tah¬tı önünde buldu. Süleyman daha gözünü kırpmadan taht yanında idi.
Mücahîd dedi ki: Burada kasıt kişinin gözünü yorgun ve bitkin olarak ka-patıncaya kadar bakışını devam ettirmesidir.
Bir diğer görüşe göre gözünü açıp kırpacak kadar bir zamanı kastetmiştir. Bu da kişinin: Bu işi bir lahzada yap, demesine benzer. Bu görüş daha kuvvetli gibidir, çünkü eğer tahtı getiren Süleyman (a.s)´ın yaptığı bir iş ol¬saydı, bu bir mucize olurdu. Şayet Asaf veya onun dışındaki Allah´ın veli kul¬larının işi ise o takdirde bu bir keramettir. Velinin kerameti ise tabi olduğu peygamber için bir mucizedir.
Onun derhal yanında durduğunu" yanında sabit olarak bulunduğunu "görünce dedi ki: Bu" yardım, bu imkan ve iktidar "Benim Rabbimin lüt-fundandır. Acaba şükür mü ederim, yoksa nankörlük mü ederim diye be¬ni sınaması İçindir." el-Ahfeş dedi ki: Yani benim ne yapacağımı ortaya çı¬karması içindir. Başkaları da şöyle demiştir: "Sınaması içindir" benim ona ibadet etmem içindir, demektir. Bu da mecazi bir ifadedir. Sınamada aslolan ise denemektir, yani ben nimetine karşı şükür mü edeceğim, yoksa nankör¬lük mü edeceğim. Beni denemek içindir
Belagat tefsir'inden Şerîf Râdî, Telhîsul-beyân, görüşü
"Gözünü açıp kapamadan" cümlesinde güzel bir istiare vardır. Tahtı getirmesinin hızı, insanın bakışının geri dönmesine benzetilmiştir. Göz kapaklarının birbirine değmesi demektir. Bu, hızın ifade edilmesinde mümkün olan en kuvvetli vurgudur. "Kıyamet saatinin durumu ise, göz açıp kapama gibi, veya daha az bir zamandan başkası değildir"Mealindeki âyette de bu sanat vardır. Yüce Allah, yüksek hız için, irtidâdu'1-tarf i müsteâr olarak kullanmıştır.
Birçok âyette, âyet sonlan birbirine uygun düşmüştür. Bunun da, insan ruhuna güzel bir etkisi vardır. Mesela: Yoksa kayıplara mı karıştı?" mutlaka bana apaçık bir delil geti¬rir", "Sana Sebe'den çok doğru bir haber getirdim. "Bu bölümün sonuna kadar böyle âyetler vardır
Savfetü't Tefasir'e göre
Kendisinde kitap bilgisi olan kimse ise, "Gözünü açıp kapamadan ben onu sana geti-rim" dedi. Tefsirciler şöyle der: "O, Âsaf b. Berhiyâ'dir. Sıddîklardan olup, dua edildiğinde kabul olunan ism-i a'zam duasını bilirdi. Belkıs'm tahtını getiren odur. Süleyman'a (a.s) şöyle demişti: Sen gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm. Allah'a dua etti. Taht anında geliverdi, Süleyman (a.s) bakıp tahtı yanıda hazır görünce: "Bu, Allah'ın bana lütfü ve ihsanıdır" dedi. Lütuf ve ihsanına şükür mü yoksa onu inkar mı edeceğimi denemek için böyle yaptı. Kim şükrederse, faydası kendisinedir. Çünkü şükür, Allah'ın lütfunu artırır. Nitekim âyet-i kerimede, "Eğer şükrederseniz sizin için mutlaka artırırım("İbrahim süresi.67) buymlmııştur. Kim de şükretmez ve Allah'ın lütfuna nankörlük ederse, bilsin ki, Allah'ın ona ve şükrüne ih¬tiyacı yoktur. Allah, nimetine nankörlük edenlere lütfetmede de cömerttir. Sebe' kraliçesi, Süleyman (a.s)'ın ülkesine yaklaşınca, kraliçeyi imtihan et¬mek için tahtının bazı alâmetlerinin değiştirilmesini emretti.
Tefsir'ül Münir'e göre
Belkıs'ın heyeti Şam diyarına yaklaşınca Hz. Süleyman (a.s.) insanlardan ve cinlerden meydana gelen ordusunu topladı. Onlara şöyle hitap etti: "Ey ileri gelenler! Onlar bana müslüman olarak gelmeden önce, o Melikenin tahtını bana hanginiz getirebilir?"
Hz. Süleyman şöyle seslendi:Ey efendiler! Yardımcılarım! Belkıs heyetiyle birlikte boyun eğerek ve itaat ederek bana ulaşmadan önce, sizden kim bana Belkıs'ın tahtını getirebilir?Bu peygamberliğimizin doğruluğuna delil olacak ve Allah'ın yüce sıfatları ve eşsiz kudretinin önünde Belkıs'ın krallığının küçük bir şey olduğunu bildiren ilâhî bir mucize olacaktır.
Hz. Süleyman'ın bu teklifine ordusundan cevap geldi. Cinlerden bir ifrit: "Sen şu makamından kalkmadan ben o tahtı sana getiririm. Doğrusu ben bunu yapabilecek güce sahip güvenilir bir kimseyim dedi."
Yani cinlerden bir şeytan: "Sen şu hüküm ve karar verme meclisinden ay¬rılmadan önce o tahtı sana getirebilirim." dedi. Hz. Süleyman'ın meclisi günün ortasına kadar devam ediyordu. Cinnî bu kararlığını ve fiilinin sonuç vereceğini şu sözüyle garantiledi: "Ben onu taşımaya kadir olup aciz değilim, emin olup hain değilim. Ondan hiçbir şey almam ve o tahttaki mücevher ve in¬cilere dokunmam söz konusu olmaz."
Daha sonra Hz. Süleyman'ın:" "Ben bundan daha çabuk istiyorum." demesi üzerine bir başka cinnî ileri atıldı. Zira Hz. Süleyman bu tahtın getirilmesiyle Allah'ın kendisine bağışladığı imkânların ve kendisinden önce ve sonra hiçbir kimseye verilmeyen cin-şeytan ve kuşların emrine verilmesi nimetinin azame¬tini ortaya koymak istiyordu. Böylece Belkıs'ın Yemen'de koruma altında bıraktığı tahtının kendisi henüz Hz. Süleyman'a ulaşmadan önce getirilmesi gibi harikulade bir olayı gerçekleştirmek suretiyle Belkıs ve kavmine karşı Hz. Süleyman'ın peygamberliği hususunda hüccet getiriliyordu.
Bir rivayete göre bu alim insanlardan olup Hz. Süleyman'ın veziri olan Âsıf b. Berhıyâ idi. Bu konuda İbni Abbas'ın meşhur kavli de budur. Bu alim ism-i âzami biliyordu. Nitekim bununla dua edilirse icabet olunurdu. Bu alim bir başka görüşe göre Hızır aleyhisselâmdır.
Allah'ın kudreti Allah'ın kitabını, esrarını ve ism-i a'zamı bilen mümin bir kimsenin eliyle ortaya çıktı. Belkıs'ın tahtı son derece süratle getirildi. Bu i-im uzun bir zamanda -bir kaç saat içerisinde- tahtı getirmeye hazır olduğunu bildiren sert ve güçlü cinnî ifritten Allah'ın takdiri ve muvaffak kılmasıyla daha muktedir idi. Zira çok süratli, yakın ve kısa bir zamanda bunu yapmıştı. İfritin teklifi hüküm verme müddeti içinde tahtı getirmesi şeklindeydi. Alimin tahtı getirme müddeti ise göz kapaklarını açıp kapatma müddeti kadardı.
Burada ilmin mertebesinin yüceliğine ve alimlerin ilimleriyle salih amel¬ler işledikleri zaman dünya ve ahirette erişecekleri yüksekliğe delil vardır.
Kuşeyrî diyor ki: Kendisinde kitaptan ilim olan kimse Süleyman'dır (a.s.). İfrite: "Ben o tahtı sana gözünü açıp kapamadan getiririm." diyen Hz. Süley¬man'dır, diyen kimse evliyanın kerametlerini inkâr etmektedir. Onlara göre bu ifritin yaptığı ne mucize cinsinden ne de keramet cinsindendir. Zira cinler bu gibi fiilleri rahatlıkla yapabilirler.
Durum ne olursa olsun taht Allah'ın muazzam kudretiyle Yemen'den Şam'a nakledildi. Hz. Musa'nın asâsıyla denize vurup denizin yarılması gibi görünüşte bir vesika olsa da asıl denizi yaran asâ değil Cenab-ı Haktır...
Şifa Tefsir'ine göre
Yanında kitaptan bir ilim olan dediki: "Sen gözünü açıp kapa¬madan onu sana getiririm" Onu, yanında durur görünce, (Süleyman) dedi: "Bu Rabbimin bana bir lütfudur. Şükürmü edeceğim yoksa nan-körlükmü yapacağım?, beni denemek içindir. Kim şükrederse kendine şükretmiş olur. Kim nankörlük ederse şüphesiz benim Rabbim bağışla¬yıcıdır, rahmet edicidir.
Bir göz açıp kapayıncaya kadarlık zaman içinde koltuğu getiren, kitabı bilen veli bir insandır. Kitabı bilen ve onu yaşayan bir mü'min cinlerden, şeytanlardan daha güçlüdür. İlimsiz velilik olmaz | |
| | | кa¡η Admin
Mesaj Sayısı : 850 Puan : 1941 Itibar : 6 Kayıt tarihi : 23/10/09 Yaş : 33 Nerden : Sakarya
| Konu: Geri: İlim konusunda en geniş Tefsir'ler..1 Ptsi Ocak 04, 2010 9:18 pm | |
| RE: İlim Konusunda En Geniş Tefsirler-9'un Devamı El Veciz Tefsir'ine göre
40- “Yanında kitaptan ilmi olan biri dedi ki:”
Asaf b. Barhiy’a dır. Çünkü o Allah’ın kitaplarını okumuş biri idi.
“Sen gözünü açıp kapatmadan ben onu sana getirebilirim”
Gözünü açıp kapama gibi daha kısa bir sürede getirebilirim.
“Onu görünce” Süleyman tahtı görünce
“Yanında duruyor görünce dedi ki: Bu Rabbimin bir fazlıdır. Beni denemek içindir. fiükür mü edeyim?”
Bu nimetine “Yoksa nankörlük mü?” Bu nimete nankörlük mü? “Kim şükür ederse kendisine şükür eder”
Çünkü bunun faydası kendisine döner. Allah şükür edenlere daha fazla vereceğini belirtiyor.
“Kim de nankörlük ederse Rabbim ganidir” Onun şükrüne ihtiyacı yoktur. “Ve kerimdir” Nimetine nankörlük edene dahi ihsan eder.
Muhammed Gazali konulu tefsir'ine göre
Süleyman, kraliçeye kendisini doğrulatacak bir mucize göstermek istedi. Bunun üzerine yandaşlarına dedi ki:
"Onların bana teslim olarak gelmelerinden önce hanginiz onun tahtını bana ge¬tirebilir?" (Nemi: 38 )
Taht, Yemen'den Beytü'l-Makdis (Kudüs)'e Allah'ın kudretiyle bir anda getirili-verdi.Süleyman, olup bitenlerin azameti karşısında şöyle dedi:
"Bu Rabbimİn lütfundandir. (Lütfuna) şükür mü edeceğim yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak istiyor. Şükreden kendisi için şükretmiş olur; nan¬körlük eden de (bilsin ki) Rabbim, onun şükrüne muhtaç değildir, çok kerem sa¬hibidir." (Nemi: 40)
Kanaatimce -bunun yorumu- maddenin ışık hızıyla enerjiye dönüşümüdür. Daha sonra madde, kraliçenin üzerinde oturduğu ilk arşa dönüşmüştür.Belkıs, hayretler içinde bakınca O'na şöyle denildi:
"Senin tahtın da böyle mi? Tıpkı o, dedi." (Nemi: 42)
Bu, O'nun aklının olgunluğuna işaret eden bir yanıttır. Sonra O, Süleyman'ın Al¬lah'ın elçisi olduğunu bildiren durumu görünce O'na iman etti ve ardından şunu dedi:
"...(Artık) Süleyman ile birlikte âlemlerin Rabbi Allah'a teslim oldum." (Nemi: 44 | |
| | | | İlim konusunda en geniş Tefsir'ler..1 | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|