54Forum
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

54Forum

Sakarya'lıların Forumu... Sakaryalı Olmak Ayrıcalıklıdır...
 
AnasayfaAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Sünnetin Delil Oluşunun Delilleri

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
кa¡η
Admin
кa¡η


Mesaj Sayısı : 850
Puan : 1941
Itibar : 6
Kayıt tarihi : 23/10/09
Yaş : 32
Nerden : Sakarya

Sünnetin Delil Oluşunun Delilleri Empty
MesajKonu: Sünnetin Delil Oluşunun Delilleri   Sünnetin Delil Oluşunun Delilleri Icon_minitimePaz Mayıs 02, 2010 12:47 am

SÜNNETİN DELİL OLUŞUNUN DELİLLERİ

Daha önceki anlattıklarımızdan anlaşıldı ki; sünnetin delil olu¬şu, dinî
bir zarurettir. Aslında bu kadar açıklama, bize ve kalbinde zerre kadar
imanı olan kimseye yeterlidir; delillerini söylemeye hacet yoktur.


Ancak zamanımızda iyice çığırından çıkmış fikrî hürriyet ve gerçeği
araştırma perdesi arkasına gizlenerek İslâm'ı içten yıkmak ve aklı zayıf
müslümanları oyalamak isteyen zındıkların düşmanlık¬larını ve
dinsizlerin patırtılarım kesmemiz için bu delilleri açıklama¬mız,
yerinde bir tutum olacaktır. Bütün kuvvet ve kudret Allah'a ait¬tir,
deyip söze başlıyoruz:

Sünnetin dinde hüccet olduğunu gösteren deliller yedi tanedir:
1. İsmet.
2. Allah Teâlâ'nın, Sahâbe-i Kirâm'm, Hz. Peygamber'in haya¬tında
sünnete sımsıkı yapışmalarını tasdik etmesi.
2. Kur'ân-ı Kerîm.
4. Sünnet-i Şerîf.
5. Sadece Kur'ân'la amelin mümkün olmayışı.
6. Sünnetin vahiy ve vahiy derecesinde iki kısımda oluşu.
7. İcmâ.

Birisi çıkıp: "Sen, sünneti onun hüccet oluşuna nasıl delil
gös¬terebilirsin; bu, aynı noktaya dönmek gibi bir şey değil midir?"
diye¬bilir, biz de deriz ki: Bir kimse, aşağıdaki gelecek ismet
delilinin açıklamasını biraz düşünecek olsa bu itirazın cevabını anlar.

Çünkü biz, Hz. Peygamber (s.a.v)'in yalandan masum olduğu tebliğle
ilgili haberini, O'nun, emir, nehiy, fiil ve tasviplerinin hüccet
olduğuna delil gösteriyoruz. Bunun açıklaması ileride geniş olarak
gelecektir.

Diğer bir ifadeyle biz, hasmın da hüccet olduğunu inkâr edeme¬diği bir
çeşit sünneti, o derece olmayan ve hasmın bazen eleştiri imkânı
bulabildiği diğer bir çeşit sünnetin hüccet olduğuna delil
gös¬teriyoruz. Hasmın ilk kısmı inkâr edemeyişi, Peygamber (s.a.v)'in
risâletini kabul eden herkese göre O'nun, bu haberlerinde hata ve
ya¬landan masum oluşunun apaçık bilinmesindendir. Bu durumda, inkâra
gidenin, bunu tamamen azgınlık ve kibirden dolayı yaptığı or¬taya
çıkacaktır.


Nitekim biz, sünnetin hüccet olduğuna, Kur'ân'ı da delil gösteri¬yoruz.
Malumdur ki, delil gösterdiğimiz âyet veya bir parçasının Kur'ân'dan
olduğu ancak Hz. Peygamber (s.a.v)'in haberiyle sabit ol¬maktadır.


Aynı şekilde, hüccet olduğu haberle sabit olan Hz. Peygamber (a.s)'in
emrini, O'nun fiillerinin ve tasviplerinin hüccet olduğuna delil
gösteriyoruz.

Kısaca, delil olarak gösterdiğimiz kısmın hüccet oluşu, hüccet oluşuna
delil gösterdiğimiz kısımla sabit olmamıştır. Burada aynı ye¬re dönüş
yoktur. Şimdi delilleri açıklamaya başlıyoruz.

Birinci Delil: İsmet

Bil ki Rasûlullah (s.a.v), mucizenin delâleti ve ümmetin icmâı ile
tebliği zedeleyecek şeyleri kasden yapmaktan masumdur ve yine sahih
görüşe göre bu konuda hata ve yanılmaya düşmekten de ko¬runmuştur. Hem
O'nun bu alanda hataya düşmesini kabul edenler, böyle bir durumda Allah
Teâlâ tarafından hemen uyarılması ve tas¬vip edilmemesinin şart
olduğunda icmâ etmişlerdir.
Bu, şunu gerektirir: Gerçekten, tebliğle ilgili her haber, -Allah
Teâlâ'nm tasvibinden sonra- icmâ ile doğrudur. Allah'ın katındakine
uygundur. Bu durumda, ona yapışmak vâcibdir.

İşte bu şekilde, Hz. Peygamber (s.a.v)'in Kur'ân hakkındaki: "Bu
Allah'ın kelâmıdır," sözünün delil oluşu sabit olur. Yine hadîs-i
kudsîdeki: "Rabbu'l-izzet şöyle buyurdu..." şeklindeki sözleriyle, Ebû
Davud ve Tirmizî'nin, Mikdam b. Ma'dikerib'den (r.h) rivayet et¬tikleri
hadîs-i şerifte geçen: "Dikkat edin! Bana, Kitab (Kur'ân) ve beraberinde
benzeri (değerde sünnet) verildi. Ensesi kalın, karnı tok bir adamın,
koltuğuna yaslanarak: 'Size bu Kur'ân'la amel vâcibdir. Onda helâl
bulduğunuzu helâl, haram bulduğunuzu haram sayın, başka şeye bakmayın,'
demesi yakındır. Gerçek şu ki, Peygamber'in haram kıldığı, Allah'ın
haram kıldığı gibidir, " [44] sözünün delil oluşu, bu şekilde sabit
olmuştur.


Yine Huzeyfe'nin (r.h) rivayet ettiği hadiste geçen: "Bu, âlemlerin
Rabbinin elçisi Cibril'dir. Kalbime şunları ilham etti: Hiç¬bir nefis,
ulaşması gecikse de rızkı tamamen eline geçmeden ölmez. Öyleyse
Allah'tan korkun ve rızkınızı güzel yollardan arayın. Sakın, rızkınızın
gecikmesi, sizi, onu Allah'a isyan ederek almaya sevketme-sin. Hiç
şüphesiz, Allah katındaki şeylere ancak ona itaat edilerek ulaşılır,"
[45] sözünün delil oluşu da onun masumiyeti ile sabit olur.

Bütün bu haberler, yalandan korunmuştur. Bu da gösterir ki, vahiy iki
kısımdır:
Biricisi, Kitâb-ı Kerîm'dir ki o, tilâvetiyle ibâdet yapılan mu'ciz bir
kelâmdır.

İkincisi de hadîs-i kudsî ve hadîs-i nebevidir ki, mânâsı vahye, ifadesi
Hz. Peygamber (s.a.v)'e dayanır.

Bütün bunlar, Allah katından olunca, hepsi kıyamete kadar hal¬kın önünde
duran deliller olmaktadır.
Yine Hz. Peygamber (s.a.v)'in tebliğde yalandan korunmuş ol¬masıyla,
fem-i saadetlerinden çıkan:
"Ameller niyetlere göre değerlendirilir." [46]
"iddia sahibine delil, inkâr edene de yemin gerekir." [47]
"İslâm beş temel üzerine kurulmuştur,�[48] gibi ahkâma delâlet eden
sözlerinin de yalandan korunmuş haberler ve deliller olduğu or¬taya
çıkmaktadır.

Yine bu sıfatı sebebiyle: "Ey insanlar! Ben, size ancak Allah'ın
emrettiğini emrediyor ve O'nun size yasakladıklarından nehyediyo-rum,"
sözüyle az yukarıda, el-Mikdam rivayetinde geçen: "Allah Rasûlü'nün
haram kıldığı, Allah'ın haram kıldığı gibidir," [49] sözünün delil
oluşu, sabit olmaktadır.

Bu ve benzeri haberler, yalandan korunmuştur/Bu da bize gös¬terir ki,
Allah Rasülû (s.a.v) ancak Allah'ın emrettiğini emreder ve O'nun
yasakladıklarını nehyeder. Bu durum, bütün emir ve nehiyle-rinin delil
olmasını gerekli kılmaktadır.

Yine bu delil sebebiyle Hz. Peygamber'in (s.a.v): "Benden gördü¬ğünüz
şekilde namaz kılınız, " [50] sözünün hüccet olduğu, sabit olmak¬tadır.
Bu söz hüccet olunca namazı açıklayan bütün fiillerinin de hüccet oluşu
sabit olacaktır.


Aynı şekilde: "Hac ibâdetlerinizi benden öğreniniz," [51] sözünün
hüccet olmasıyla da hacla ilgili fiillerin delil oluşu ortaya
çıkmakta¬dır.

Yine aynı delille, Ebû Davud'un (275/888) Irbaz b. Sâriye'den (r.h)
rivayet ettiği hadisde geçen: "Size, Allah'tan korkmanızı, başı-nızdaki
idareci bir Habeşli köle de olsa, dinleyip itaat etmenizi tavsi¬ye
ederim. Sizden uzun müddet yaşayanlar, pek çok ihtilâf görecek¬tir. O
durumda size, benim sünnetim ve hidâyet üzere yürüyen râşid halifelerin
gidişatı gerekir. Onlara sımsıkı tutunun, azı dişlerinizle (canla-başla)
sarılın. Sonradan uydurulan ve dine sokulan işlerden sakının. Şüphesiz
(dince makbul olmayan) yeni şeyler bid'attır. Her bid'at, bir dalâlet;
her dalâletin sonu ateştir," [52] Peygamber sözleri¬nin de delil olduğu
ortaya çıkar.
Bu hadiste geçen sünnete sarılma emrinin hüccet oluşu sabit olunca Hz,
Peygamber (s.a.v)'in söz, fiil yahut tasviplerinden oluşan bütün
sünnetlerin birer delil olduğu da ortaya çıkmaktadır.

Yine Hz. Peygamber (s.a.v)'in tebliğle ilgili haberlerinde, yalan¬dan
masum olması sebebiyle ve bunun kesin delaletiyle, Hâkim
en-Neysâbûrî'nin (405/1014), İbn Abbas (r.h)'dan rivayet ettiği şu
hadişin de delil oluşu ortaya çıkmaktadır. Rivayet şudur: Rasûlullah
(s.a.v), veda haccında, bize bir hutbe verdi ve bu hutbesinde buyurdu
ki: "Şüphesiz şeytan, bu beldenizde Allah'tan başkasına ibâdet
edil¬mesinden ümidini kesmiştir. Fakat o, bunun dışında, basit
gördüğü¬nüz amellerinizle kendisine itaat edilmesine de razı olur. Bu
hâle düşmekten sakınınız. Şüphesiz ben, size kendilerine sarıldığınızda
hiç sapıtmayacağınız iki şey bıraktım: Bunlar, Allah'ın Kitabı ve
PeyganıberVnin sünnetidir." [53]


Bu hadiste olduğu gibi Buharı (256/870), Müslim (261/874), Ebû Dâvud
(275/888) ve İbn Mâce'nin (273/886) rivayet ettikleri: "Bizim işimizde
(dinimizde), dinin kabul etmediği bir şeyi icad eden kişi ve işi
reddedilir," [54] hadisi de bir delil olmaktadır.


Gerçekten şu iki haber, -yalandan masum iki haber olmaları se¬bebiyle-
Hz. Peygamber (s.a.v)'in kavlî, fiilî ve takriri bütün sünnet
çeşitlerinin delil olduğunu, bunlara sarılmanın sapıklık olmadığını,
asıl sapıklığın, onları terk edip aksine amel etmekte olduğunu
gös¬termektedir. Inşâallah, sana sünnetin bu konuda delil oluşunu
göste¬rirken pek çok hadisler zikredeceğiz, onları iyi düşün ve anla.
Sakın şeytan, aklını karıştırıp seninle oynamasın.


Bütün bunlardan anladın ki, Hz. Peygamber (s.a.v)'in tebliğle il¬gili
haberlerinde masum oluşu, yukarıda geçtiği gibi bütün sünnet
çeşitlerinin delil olduğunu isbat etmede, tek başına bize yetmektedir.
Fakat bununla birlikte biz, diğer ismet çeşitlerini de açıklamak ve onun
delâlet yönünü kuvvetlendirmek istedik. Bunun için diyoruz ki: Hz.
Peygamber (s.a.v)'in, ümmetin üzerinde icmâ ettiği gibi tebliği
zedeleyecek şeylerden korunmuş olması, sadece tebliğle ilgili
haber¬lerinde yalandan korunmuş olmasına ait değildir. Hiç şüphesiz
hü¬kümlerin tebliği, sözlü haberle olduğu gibi fiil ve tasvip, emir ve
ne-hiyle de olmaktadır. Bütün bunlar, tebliğin bir çeşididir.

Şu halde, Hz. Peygamber (s.a.v)'in tebliğe ait haberlerin dışında,
tebliği zedeleyecek şeylerden korunmuş olması, onun bütün fiil, tas¬vip,
emir ve nehiylerinin de bizzat delil olmasını gerekli kılmakta, bunun
için başka bir habere ihtiyaç duyulmamaktadır. Yine bilmek¬tesin ki
Rasûlullah (s.a.v), günah işlemekten korunmuştur. Bu konu¬da değişik
görüşte olan ve bunun bazı çeşitlerini kabul edenler de bir hata anında,
hemen uyarılmasını ve tasvip edilmemesini gerekli gör¬müşlerdir.

Buna göre Hz. Peygamber (s.a.v), aslında kendisiyle tebliği
kas-detmediği, herhangi bir yemeği yemek veya bir tür şeyi içmek gibi
bir fiil yaptığında yahut herhangi bir fiile sükût buyurduğunda veya
kendisinden -dünyevî konulardaki konuşmaları gibi- herhangi bir söz
çıktığında, Allah Teâlâ tarafından uyarılmıyor ve bu haliyle tasvip
görüyorsa o zaman, kendisinden meydana gelen bu şeylerin günah ve hata
olmadığına kesin olarak hükmederiz. Bu durumda o şeyler, en azından,
alınmasında sakınca bulunmayan bir delil olurlar.


Biz, Hz. Peygamber (s.a.v)'in kendisiyle tebliğ kasdetmediği
fiil¬lerinin -meselâ, tabiî fiilleri gibi- delil oluşundan
bahsettiğimizde, bununla maksadımız, onların vücûb veya mendûba delâlet
ettiği de¬ğildir ki bazıları, bu konuda bizimle çekişmeye girsin. Bundan
kasdı-mız, onların, bu fiillerde bir sakınca bulunmadığına veya mübâh
ol¬duklarına delil olduklarını göstermektedir.


Aynı şekilde, Hz. Peygamber (s.a.v)'in dünya meseleleriyle ilgili emir
ve nehiylerinin delil oluşlarından maksat da onların, vücûb, mendûb,
haram veya mekruha delâlet etmesi değildir. Çünkü Hz. Peygamber (s:a.v),
bunlarla -bir âlimin câhili, bir dostun dostu irşadı gibi- sadece
irşadı kasdetmiştir.

Demek ki, bu fiillerin delâletindeki hüccet olma, bir fiilin
yapıl¬masını veya yapılmamasını, kesin veya başka bir şekilde istemeyi
ifade eden kullandığımız lügat mânâsında değildir. Bununla anlatıl¬mak
istenen, bu tür fiillerin, bir başkası tarafından işlenmesinin mübâh
olduğunu göstermektir. Yine bildiğin gibi Hz. Peygamber (s.a.v)'in
içtihadla ibâdet etmesiyle ve bunda bazen yanılabileceği ko¬nusunda
ihtilâf vardır. Caiz görenlere göre de hatasına göz yumul¬mayacağı,
aksine, derhal uyanlıp hatasının açıklanacağı bilinmekte¬dir. Hz.
Peygamber (s.a.v) tarafından içtihadı bir hüküm ortaya kon¬duğunda,
Allah Teâlâ onu tasvip ve takrir ettiğinde hiç şüphesiz o, icmâ ile
delil olur.

İkinci Delil: Rasûlullah'ın (s.a.v) Zamanında Ashâb-ı Kirâm'ın Sünnete
Sarılmasını Allah Teâlâ'nm Tasvip ve Takdir Etmesidir

Bilindiği gibi Hz. Peygamber (s.a.v), ümmetini, sünnetine sarıl¬maya
teşvik ediyor ve ona muhalefetten de sakındırıyordu. Allah kendilerinden
razı olsun, gerçekten Sahâbe-i Kiram da O'nun bu konudaki emrine
yapışıyor, ona uyuyor, bütün söz, fiil ve tasviplerinde kendisine tâbi
oluyor ve O'ndan sâdır olan her şeyi, kendilerine ittibâyı gerekli kılan
bir delil olarak görüyorlardı.

Ancak bu hüküm, Hz. Peygamber (s.a.v)'in dünyevî konularla il¬gili bir
içtihadı olunca o zaman, bunun nasıl ve niçin olduğu konu¬sunda
kendisine danışıyorlardı.

Aynı şekilde, kendisinden dinî konularda bir içtihad vâki olunca -bir an
onun olduğunu düşünelim- içtihad esnasında yahut hüküm bizzat
tarafından açıklanınca veya o konuda Allah Teâlâ'nm takrir ve tasvibi
gerçekleşmeden önce Ashâb-ı Kiram, hükmün işaret ettiği noktalarda
kendisiyle konuşup tartışabiliyorlardı.
Yine indirilen bir hüküm, kendilerince anlaşılmaz bir durumda olunca,
gerçek olduğuna inanmadıkları için değil, ancak hikmetini anlamak için
onu, Hz. Peygamber (s.a.v)'e sorup hakikatim anlama¬ya çalışıyorlardı.

Yine bazı vakitler, Hz. Peygamber (s.a.v)'in birtakım fiillerinde, -bu
fiillerin, özellikle Efendimize has kılınmış olabileceğini
düşün¬düklerinden- kendisine tâbi olmuyorlardı. Yahut Rasûlullah
(s.a.v)'ın, kendilerine emrettiği bir fiili, Efendimiz (s.a.v) yapmadığı
zaman: "Bu emir, o işin mübâh ve ruhsat olduğunu bildirmek için¬dir.
Efendimiz (s.a.v), onu yapmadığı için emredilenin dışmdakini yapmak daha
faziletlidir," diye düşündüklerinden o fiili yapmıyor¬lardı. Yoksa bu
çeşit davranışlar, Rasûlullah'a (a.s) uymanın vâcib olmadığını ve O'na
muhalefetin de yasaklanmamış olduğunu kabul ettiklerinden
kaynaklanmıyordu. Çünkü onların diğer davranışları, bunun aksini
göstermektedir. Yine malumdur ki Sahâbe-i Kiram, Ki-tab'dan hüküm
çıkarmaya ve içtihad yapmaya bizden daha muktedir idiler.


Bununla birlikte onlar, başlarına gelen bir hadisede, çözümü için sadece
Kur'ânla yetinmiyorlar di. Bilakis, başlarına gelen her hadisede, sorma
imkânı buldukları müddetçe Rasûlullah (s.a.v^a da¬nışıyorlardı.

Eğer onlardan birisi, Efendimiz (s.a.v)'den uzakta bulunduğun¬da başına
bir hadise gelirse, onun halli için önce Kitab'da cevabını araştırır,
O'nda bir cevap bulamazsa sünnette araştırır, orada da bir cevap
bulamazsa kendi görüşüyle içtihad ederdi. Rasûlullah (s.a.v)'a döndüğü
zaman da durumu O'na arz eder; eğer içtihadında isabetli ise Efendimiz
(s.a.v) onu tasvip eder, hatalı ise hatasını gösterir, boyladığında
Allah Rasûlü (s.a.v) de üç defa: "Evet, iki için de böyledir," buyurdu.
[55]

İbn Abdilberr (463/1071), Muaz b. Cebel'den (r.h) şu nakli yapmaktadır.
O, demiştir ki: Rasûlullah (s.a.v), beni Yemen'e vali olarak gönderdiği
zaman bana: "Önüne bir dâva getirildiği zaman nasıl hüküm verirsin?"
buyurdu.

Ben:

"Allah'ın Kitabı'yla hükme bağlarım," dedim. Efendimiz (a.s): "Allah'ın
Kitabı'nda bir çözüm bulamazsan, ne yaparsın?" diye sordu. Ben:
"Allah Rasûlü'nün sünnetiyle hüküm veririm," dedim. Efendi¬miz (s.a.v):
"Allah Rasûlü'nün sünnetinde de bir çözüm yoksa, ne yapar¬sın?" buyurdu.
Ben de:
"Kendi görüşümle içtihad ederim; meseleyi yüzüstü bırakmam," dedim. Bu
cevap üzerine Rasûlullah (s.a.v) göğsüme vurarak:
"Rasûlü'nün elçisini, onun razı olduğu şeyde muvaffak kılan Al¬lah'a
hamd olsun..." diye hamd etti. [56]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://kain.beep.com
кa¡η
Admin
кa¡η


Mesaj Sayısı : 850
Puan : 1941
Itibar : 6
Kayıt tarihi : 23/10/09
Yaş : 32
Nerden : Sakarya

Sünnetin Delil Oluşunun Delilleri Empty
MesajKonu: Geri: Sünnetin Delil Oluşunun Delilleri   Sünnetin Delil Oluşunun Delilleri Icon_minitimePaz Mayıs 02, 2010 12:47 am

İbn Abdilberr, Ebû Hureyre'den (r.h) rivayet ediyor: O, de¬miştir ki:
"Rasûlullah (s.a.v), bir gün, Ubeyy 6. Ka'b'ın (r.h) yanına vardı. O,
namaz kılıyordu. Efendimiz (a.s): Ya Ubeyy! diye seslendi. Ubeyy, namaza
devam etti. Allah Rasûlü'ne icabet etmedi. Namazı hafif tutup Allah
Rasûlü'ne döndü. Allah Rasûlü, kendisine:
'Ya Ubeyy! Seni çağırdığımda bana icabet etmene engel olan neydi?' diye
sordu. Ubeyy:
'Namaz kılıyordum, ya Rasûlallah,'dedi. Efendimiz (a.s): ' Sen, âyet-i
kerîme'de: 'Size hayat veren şeye çağırdığı zaman Al¬lah'a ve Rasûlü'ne
icabet edin,' buyurduğunu bilmiyor musun? diye sorunca, Ubeyy:
'Evet, ya Rasûlallah! Biliyorum, inşâallah bir daha böyle yap¬mayacağım,
dedi." [57]

Buhârî, Ebû Vâil Şakik b. Selme'nin şöyle dediğini rivayet etmektedir:
"Sıffln savaşının yapıldığı ve iki hakemin hüküm verdiği günde Sehl b.
Hanifin: 'Ey insanlar, dininize karşı kendi görüşünü¬zü kusurlu görün.
Ben, Ebû Cendel'in, anlaşma gereği düşmana tes¬lim edildiği Hudeybiye
gününü hatırlıyorum. O an, Rasûlullah (s.a.v)'ın emrini geri çevirmeye
gücüm yetseydi, mutlaka yapardım. Bizi rezil duruma düşüren bu durum
karşısında kılıçlarımızı omuz¬larımıza koymamız, bize, bildiğimiz daha
sonraki işleri kolaylaştır¬dı. Fakat bugünkü iş, böyle değil,'dediğini
işittim.' [58]


Ebû Ya'la el-Mevsîlî, Müsned ve Beyhakî, el-Medhal adlı eserinde, Hz.
Ömer'in (r.h) şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: "Ey insanlar,
dininizin hükümleri karşısında kendi görüşlerinizi kusurlu görün- Ben,
Ebû Cendel'in, düşmana geri verildiği Hudeybiye gü¬nündeki hâlimi
hatırlıyorum. Ben, kendi içtihadımla, Rasûlullah (s.a.v)'ın emrini
değiştirmeye çalışıyordum. Vallahi ben, haktan yüz çevirmiş değildim.
Durum, şöyle cereyan etmişti: Rasûlullah (a.s) ile Mekke müşrikleri
arasında anlaşma metni yazılıyordu. Efendimiz (s.a.v):
'Bismillahirrahmanirrahim yazın,' buyurdu. Müşrikler: 'Söy¬lediklerini
kabul ettiğimizi mi zannediyorsun? Söylediğin gibi değil, fakat
Bismikellahumme yaz,* dediler. Rasûlullah (s.a.v), razı oldu; bense
dediklerine yanaşmadım. Ben itiraz edip dururken Rasûlullah (s.a.v),
bana: 'Ben razı olmuşken, sen razı olmuyor musun?' dedi. O zaman razı
oldum."


İmam Ahmed (241/855) ve Buhârî (256/870), Hudeybiye hadi¬sesini
anlatırken şunları rivayet etmişlerdir: Hz. Ömer (r.h), demiş¬tir ki:
(Hudeybiye anlaşmasıyla Kabe'yi tavaf etmeden geri dönmeye karar
verince) Rasûlullah'a (a.s) geldim ve:

"Sen, Allah'ın gerçek peygamberi değil misin?" dedim. "Evet,
peygamberiyim," dedi. Ben:
"Bizler hak üzere, düşmanlarımız da bâtıl üzere değil mi?" de¬dim.
"Evet öyledir," dedi. Ben:
"Öyleyse niçin dinimiz konusunda basit tavizler veriyoruz?" de¬dim. Hz.
Peygamber (s.a.v):
"Ben, Allah Rasûlü'yüm; O'na isyan edecek değilim. O, benim
yardımcımdır," buyurdu. Ben:
"Sen, bize Kabe'ye gidip tavaf edeceğimizi söylemedin mi?" de¬dim.
"Evet, bunu sana söyledim; sana, gelecek yıl muhakkak oraya gideceksin
demedim mi?" dedi.
"Hayır," dedim.
"Sen, muhakkak oraya gidecek ve tavaf edeceksin," dedi. Dura¬madım, Ebü
Bekir'in yanına gittim. Ona:
"Ya Ebâ Bekir, bu zât, Allah'ın gerçek peygamberi değil mi¬dir?" dedim.
"Evet, Allah'ın hak peygamberidir/' dedi.
"Biz, hakk üzere, düşmanlarımız da bâtıl üzere değil midir?" de¬dim. Ebû
Bekir:
"Ey adam! O, Allah'ın Rasûlü'dür.,Rabbine isyan etmez. Allah, O'nun
yardımcısıdır. Sen, O'nun sözüne ve gidişine yapış. Vallahi O, hak
üzeredir," dedi.
"Peki O, bize Kabe'ye gideceğimizi ve onu tavaf edeceğimizi söy¬lemedi
mi?" dedim.
"Evet, söyledi; sana gelecek yıl oraya gideceğini bildirmedi mi?" dedi.
"Hayır," dedim.
"Sen mutlaka oraya gidecek ve Kabe'yi tavaf edeceksin," dedi.
Hz. Ömer (r.a), anlatmaya devam ediyor: "Bu iş için çok uğraş¬tım. Sonra
Kitab'ın hükmü geldi. Fetih Sûresi nazil oldu. Allah Rasûlü, ilâhî
haber ve hükümleri okuyup bitirince, ashabına:
'Kalkın, kurbanlıklarınızı kesin, sonra da traş olun,' buyurdu. Vallahi
onlardan hiçbiri (üzüntüsünden) ayağa kalkmadı. Rasûlullah (s.a.v), aynı
emri üç defa tekrarladı. Hiçbiri ayağa kalk¬mayınca, hanımı Ümmü
Seleme'nin çadırına girdi ve ona insanlar¬dan gördüğü davranışı anlattı.
Ümmü Seleme (r.h):
"Ya Nebiyellah! Sen bunu istiyor musun? Öyleyse çık, hiç kim¬seyle bir
şey konuşmadan kurbanlık deveni boğazla ve bir berber ça¬ğır, başını
traş etsin,' dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v), dı¬şarı çıktı;
hiç kimseyle bir şey konuşmadan kuranlık devesini boğazladı. Sonra bir
berber çağırdı; berber, başını traş etti. Ashâb bunu görünce kalktılar,
kurbanlık ^evelerini boğazladılar ve birbirlerini0 traş etmeye
başladılar. Öyle bir hâldeydiler ki, üzüntüden, neredeyse birbirlerini
öldüreceklerdi." [59]

İbn Hacer el-Askalânî (852/1448), Fethu'l-Bâri adlı eserinde, yukarıdaki
hadisin şerhinde: "Ashâb-ı Kiram, Rasûlullah'ın (s.a.v) kendilerine,
müşriklerle savaşmaya izin vereceğini ve onlara gal$ aelerek umrelerini
tamamlayacaklarını ümid ederek, verilen emre derhal uymaktan geri
kaldılar," demiştir.

İmam Buhârî, Ebû Hureyre'den (r.a) rivayet ediyor. O, de¬miştir ki: Hz.
Peygamber (s.a.v), ashabına:
"Hiç ara vermeksizinpeşpeşe oruç tutmayın," buyurdu. Onlar: "Siz bunu
yapıyorsunuz," dediklerinde Hz. Peygamber (s.a.v):
"Ben, sizin gibi değilim; Rabbim, bana yedirir ve içirir. Siz, bu¬na
dayanamazsınız," buyurdu. Fakat onlar, visal orucuna son ver¬mediler.
Hz. Peygamber (s.a.v), onlarla, iki gün ara vermeden oruç tuttu. Sonra
yeni ayın hilâlini gördüler ve ara verdiler*. Bunun üzeri¬ne Hz.
Peygamber (s.a.v), onlara ta'zir yollu:
"Şayet hilâlgecikseydi, size bunu artıracaktım," buyurdu. [60]
İmam Mâlik (179/795), Muvatta adlı eserinde, Ata b. Yesar'm şöyle
dediğini rivayet etmiştir: "Bir adam, oruçluyken hanımını öptü ve bundan
büyük haz aldı. Bunun üzerine, durumu sormak üzere ha¬nımını Hz.
Peygamber (s.a.v)'e gönderdi. Kadın, Ümmü Seleme'nin (r.h) yanına gitti
ve hadiseyi anlattı. JJmmü Seleme (r.h), kendisine, Rasûlullah (a.s)'ın
da oruçlu iken hanımlarını öptüğünü haber verdi. Kadın, bunu kocasına
haber verince, kocası:
'Biz, Allah'ın Rasûlü gibi değiliz. Allah, dilediğini Peygamberi¬ne
helâl kılar,' dedi. Kadın, tekrar Ümmü Seleme'nin yanına gitfy. Hz.
Peygamber (s.a.v)'iyanında buldu.'Efendimiz (a.s):
'Bu kadının derdi nedir? Ne istiyor?' diye sordu. Ümmü Seleme (r.h) de
kendisine durumu haber verdi. O zaman Hz, Peygamber
(s.a.v):
'Ona, benim oruçlu iken hanımlarımı öptüğümü söylemedin mi?'dedi. Ümmü
Seleme (r.h):
'Söyledim. O da gidip kocasına haber verince kocası, biz, Al¬lah'ın
Rasûlü gibi değiliz. Allah, Peygamberine dilediğini helâl kılar
demiş,'deyince, Rasûlullah (s.a.v)gazablandı ve:
'Ben, sizin Allah'tan en çok korkanınızım ve O'nun çizdiği sınırı en iyi
bileninizim,' [61]buyurdu."
İmam Buhârî ve Müslim, Hz. Ali'nin şöyle dediğini naklet-miştir: "Ben,
kendisinden, çok mezi gelen bir adamdım. Bunu Rasûlullah (s.a.v)'a
sormaya utandım ve Miktad b. el-Esved'den,
gidip Hz. Peygamber (s.a.v)'e sormasını istedim. O da gidip sordu.
Efendimiz (s.a.v): 'Mezigelince abdestgerekir,' buyurdu." [62]

Tirmizî hariç, bir grup hadis imamı, İbn Ömer'den (r.a) şu ha*~ diseyi
nakletmişlerdir: İbn Ömer, hayız halinde olan hanımını boşa¬dı. Hz.
Ömer, durumu Hz. Peygamber (s.a.v)'e anlattı. Allah'ın Rasûlü (s.a.v),
buna çok kızdı ve hanımına dönmesini, sonra temizle¬ninceye kadar
yanında tutmasını, sonra tekrar hayız görüp boşamak isterse ona
yanaşmadan boşamasını emretti ve Allah Teâlâ'mn em¬rettiği iddetin bu
şekilde olduğunu söyledi. [63]


İmam Ahmed, Buhârî ve Müslim'in, Ya'la b. Ümeyye'den rivayet ettiklerine
göre O, şöyle demiştir: Ömer b. Hattab'a (r,a), "Kâfirlerin size
kötülük etmesinden endişe ederseniz namazı kısalt¬manızda size bir günah
yoktur," [64] âyetini okudum ve: "Bugün in¬sanlar, bundan emin değil
midir?" dedim. Hz. Ömer (r.a): "Ben de senin gibi bu âyette hayrete
düştüm ve Rasûlullah'a sordum. Efendi¬miz (a.s): 'Bu, size Allah'ın bir
ihsanıdır. Allah'ın ihsanını kabul edi¬niz, [65] buyurdu."

Suyûtî (911/1505), demiştir ki: "Ulemâ, ashabın bu âyetten, düşman
korkusu bulunmadığı zaman, namazı kısaltmanın kalktığı¬nı anlamışlar;
Hz. Peygamber (s.a.v), kendilerine her iki halde bu¬nun bir ruhsat
olduğunu bildirmiştir." [66]

Buhârî ve İbn Abdilberr, İbn Ömer'in (r.h) şöyle dediğim rivayet
etmişlerdir: "Rasûlullah (s.a.v), Ahzab günü (Hendek Sava-şı'nda),
'Ben-i Kurayza'ya varmadan, kimse ikindi namazını kılma¬sın,' buyurdu.
Bazıları yolda iken ikindi namazına ulaştılar. Içlerinden bir kısmı:
'Ben-i Kurayza'ya varmadan namazı kılmayalım,' de¬diler. Bazıları da:
'Hayır, kılalım. Rasûlullah bizden bunu istemedi,' diyerek ikindiyi
kıldılar. Durum Hz. Peygamber'e (s.a.v) aktarılınca, hiçbirine kızmadı."
[67]


Yine rivayet edilir ki, ashâbdan iki kişi, beraberce yolculuğa
çık¬tılar. Namaz vakti geldi. Yanlarında su yoktu. Teyemmüm abdesti alıp
namazlarını kıldılar. Sonra, vakit çıkmadan su buldular. İçlerin¬den
birisi, su ile abdest alıp namazını iade etti, diğeri etmedi. Hadise Hz.
Peygamber'e (s.a.v) intikal edince, ikisini de doğru buldu ve na¬mazı
iade etmeyene: "Sünnete uydun, kıldığın namaz sana yeterli¬dir," dedi.
Namazını iade edene de: "Sana da iki kat ecir vardır,"'bu¬yurdu. [68]


İçlerinde, Hz. Ömer ve Hz. Muaz'ın (r.a) da bulunduğu sahabeden bir
grup, yolculuk yapıyorlardı. Hz. Ömer ve Muaz'ın gusül abdesti almaları
icab etti. Yanlarında su yoktu. Herbiri içtihadını ortaya koydu. Muaz
(r.a), toprakla yapılacak temizliği su ile yapıla¬na kıyas etti ve
cünubluktan temizlenmek için bütün vücuduyla top¬rakta yuvarlanıp sonra
namaz kıldı. Hz. Ömer ise bunu yeterli bul¬madı ve namazım tehir etti.
Rasûlullah (s.a.v)'a döndüklerinde ken¬dilerine işin doğrusunu
açıklayarak Hz. Muaz'ın kıyasının yanlış ol¬duğunu, çünkü onun, "Su
bulamadığınız zaman temiz bir toprakla teyemmüm yapın, yüz ve ellerinize
mesh edin," [69] âyetine ters düştü¬ğünü söylemiş ve ona, teyemmümün
yer ve şeklim gösterek: "Böyle yapman sana yeterlidir," buyurmuş Hz.
Ömer'e de teyemmümün, küçük hadesi ortadan kaldırdığı gibi büyük (hayız
ve cünubluk gibi) hadesi de ortadan kaldıracağını, hem âyet-i kerîme'de
zikredilen ve teyemmümün yeterli olduğu, kadınlara dokunmakla
kasdedilenin (Öpmek, ellemek gibi) cimâya sevkeden şeyler olmayıp,
bizzat cimâ-nın kendisi olduğunu anlatmıştır. [70]



Bu ve bunlardan başka pek çok rivayet, bize az önce konu başın¬da
açıkladığımız delilin doğruluğunu göstermektedir.


Üçüncü Delil: Kitab-ı Kerîm Kur'ân-ı Hakîm'dir

Allah Teâlâ'mn Kitabı, sünnetin delil oluşunu kesin olarak ifade eden
pek çok âyet-i kerîmeyle doludur.

Bu âyet-i kerîmeler, birkaç gruba ayrılmaktadır. Bazen bir âyet-i
kerîme, birden fazla gruba ait olabilmektedir. Biz, burada beş gru¬bu
zikretmekle yetineceğiz.


Birinci Grup Âyetler:

Hz. Peygamber (s.a.v)'e iman etmenin vâcib olduğunu gösteren âyet-i
kerîmelerdir.
Burada Hz. Peygamber'e imanla anlatılmak istenen, O'nun pey¬gamberliğini
ve Kur'ân'da zikri geçsin veya geçmesin, O'nun Allab katından getirdiği
bütün şeyleri tasdik ve kabul etmektir. Yine Hz. Peygamber'e uymamanın
ve hükmüne rıza göstermemenin imanla bağdaşamayacağını ifade eden âyet-i
kerîmeler de bu gruba girer.

Şimdi ilgili âyet-i kerîmeleri ve ulemânın yaptığı bazı açıklama¬ları
sunuyoruz:

Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: "Ey iman edenler! Allah'a, Pey-gamberi'ne,
indirdiği Kitab'a ve daha önce indirdiği Kitab'a (tam manâsıyla) iman
edin. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını ve kıyamet gününü inkâr
ederse, tam manâsıyla sapıtmıştır." [71]
"Artık Allah'a, Rasûlü'ne ve indirdiğimiz nâra (Kur'ân'a) iman edin,
Allah, yaptıklarınızdan tamamen haber dardır,' [72]

"Rasûlüm de ki: Ey insanlar! Gerçekten ben, sizin hepinize ge¬len,
Allah'ın peygamberiyim. O Allah ki, yer ve göklerin tasarrufu O'nundur.
O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, diriltir ve öldürür. Onun için
Allah'a ve O'nun bütün kelimelerine iman eden o ümmî Peygambere iman
edin ve o Peygambere uyun ki, doğru yolu bulaşı-

nız.' [73]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://kain.beep.com
кa¡η
Admin
кa¡η


Mesaj Sayısı : 850
Puan : 1941
Itibar : 6
Kayıt tarihi : 23/10/09
Yaş : 32
Nerden : Sakarya

Sünnetin Delil Oluşunun Delilleri Empty
MesajKonu: Geri: Sünnetin Delil Oluşunun Delilleri   Sünnetin Delil Oluşunun Delilleri Icon_minitimePaz Mayıs 02, 2010 12:50 am

Kâd-ı Iyâz (544/1149), demiştir ki: "Allah'ın peygamberi Hz. Muhammed
(s.a.v)'e iman, kesin bir farzdır. İman ancak O'nunla tamam olur ve
İslâm ancak O'nunla sıhhat bulur," [74] Allah Teâlâ, buyurmuştur ki:
"Kim Allah'a ve Rasûlü'ne iman etmezse bilsin ki muhakkak biz, kâfirler
için tutuşmuş bir ateş hazırladık." [75]
Allah Teâlâ, yine buyurur ki: "(Ey Rasûlüm) Gerçekten biz, seni
(ümmetine) şâhid (Cennetle) müjdeleyici (Cehennemle) korkutucu bir
peygamber olarak gönderdik ki siz insanlar, Allah'a ve Peygamberine iman
edesiniz. Rasûlü'ne yardım edip O'nu yüceliksiniz ve sabah aksam
Allah'ı teşbih edesiniz." [76]

Allah Teâlâ, buyurur: "Mü'minler ancak Allah'a ve Rasûlü'ne iman eden,
sonra imanlarında asla şüpheye düşmeyen ve Allah yo¬lunda mallarıyla ve
canlarıyla cihad edenlerdir. İşte onlar, gerçekten sâdık kimselerdir."
[77]


Bir başka âyet: "Mü'minler ancak Allah'a ve Rasûlü'ne gönül¬den iman
etmiş kimselerdir. Onlar, o Peygamber'le toplu bir iş üze¬rinde
bulundukları vakit, O'ndan izin isteyip O da izin vermedikçe bırakıp
gitmezler. (Rasûlüm) Şu, senden izin isteyenler, hakikaten Allah'a ve
Rasûlü'ne iman etmiş kimselerdir. Öyle ise bazı işleri için senden izin
istediklerinde, sen de onlardan dilediğine izin ver; onlar için
Allah'tan bağış dile; Allah çok mağfiret edici ve merhametlidir." [78]


İmam Şafiî (204/819), demiştir ki: "Allah Teâlâ, kendisine ve Rasûlü'ne
imanı, diğer bütün amellerin başlangıcı ve kâmil imanın kaynağı
yapmıştır. Bir kul, Allah'a iman edip de Rasûlü'ne iman et¬mese, imanı
tamam ve sahih olmaz. Hatta kabul görmez. " [79]



İbn Kayyım el-Cevziyye (751/1350) ise şöyle demektedir: "Al¬lah Teâlâ,
Ashâb-ı Kirâm'ın, Hz. Peygamber'le toplu bir işteyken on¬dan izin
almadan herhangi bir yola ve yere gitmemelerini, imanın gereklerinden
kılınca, O'nun izni olmaksızın, ilmî bir mezhebe ve hükme gitmemeleri,
daha öncelikli olarak imanın bir gereği olmakta¬dır. Hz. Peygamber
(s.a.v)'in böyle bir konudaki izni ise getirdiği va¬hiy ve sünnetin o
şeye izin verdiğini göstermesi ile bilinmektedir." [80]


Allah Teâlâ, buyurur: "Güçsüz durumda bulunanlar, hasta olanlar ve infak
edecek bir şey bulamayanlar, Allah ve Rasûlü'ne sadâkatlerini
korudukları takdirde kendilerine, cihaddan geri kal¬dıkları için bir
günah yoktur. İyilik sahiplerini ayıplamaya bir yol yoktur. Allah Gafur
ve Rahlm'dir." [81]


Ebû Süleyman el-Hattâbî (388/998), demiştir ki: "Âyet ve ha¬dislerde
geçen nasihat, kendisi için nasihat yapılan ve samimiyet gösterilen
kimse için hayır düşünüldüğünü ifade eden bir kelimedir. Nasihata tek
bir mânâ vermek, doğru ve mümkün değildir. Nasihatın lügat mânâsı, ihlâs
ve samimiyettir.

Buna göre Allah Teâlâ için nasihat, O'nun birliğine doğru bir şekilde
itikad etmek, O'nu lâyık sıfatlarla vasfetmek, hakkında caiz olmayan
şeylerden tenzih etmek, sevdiği şeylere rağbet, gazablandığı şeylerden
nefret ve ibâdetinde ihlâs üzere hareket etmektir.

Allah'ın Kitabı için nasihat; ona iman, onunla amel, güzel oku¬mak,
kıraati anında huşu üzere olmak, onu yüceltmek, onu anlamak ve
hükümlerine vâkıf olmak, haddi aşanların hevâlarına göre yo¬rumlarından
ve dinsizlerin hücumlarından onu korumaktır. Allah'ın Rasûlü için
nasihat ise O'nun peygamberliğini tasdik etmek, emir ve yasaklarında
kendisine var güçle itaat etmektir."


Ebû Bekir el-Acurî, demiştir ki: 'Allah'ın Rasûlü için nasihat, O'nu
desteklemek, kendisine yardım etmek, hayatta ve vefat ettikten sonra
himaye etmek; sünneti öğrenip savunarak, halk arasında yaya¬rak, yüce
ahlâkı ve güzel edebiyle ahlâklanarak O'na ait şeyleri ihya etmektir."

Ebû İbrahim İshak et-Tûcîbî (Ö.352 h.), demiştir ki: "Rasû-lullah
(s.a.v) için nasihat, getirdiklerini tasdik, sünnetini tatbik, onu
yaymak ve buna teşvik, Allah'a, Kitabı'na, Rasûlü'ne, O'nun sünneti¬ne
ve onunla amele davet etmektir." [82]

Allah Teâlâ, buyurur ki: "Onlara: Allah'ın indirdiğine ve Rasû¬lü'ne
gelin,' denildiği zaman, münafıkların, kibirlenerek senden yüz
çevirdiklerini görürsün."' [83]


Yine Allah Teâlâ, buyurur: "(Bazı İnsanlar) Allah'a ve Rasû¬lü'ne
inandık ve itaat ettik diyorlar, sonra da içlerinden bir grup yüz
çeviriyor. Onlar gerçekten mü'min değillerdir."

"Onlar, aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Rasûlü'ne
çağrıldıklarında, içlerinden bir kısmının yüz çevirip döndüğünü
gö¬rürsün!"
"Ama eğer (Allah ve Rasûlü'nün hükmettiği) hak kendi lehlerine ise itaat
içinde gelip boyun eğerler."
"Bunların kalplerinde bir hastalık mı var, yoksa şüphe içinde midirler,
yahut Allah ve Rasûlü'nün kendilerine zulüm ve haksızlık edeceğinden mi
korkuyorlar1? Hayır, gerçekten onlar zâlim kimseler¬dir."
"Aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Rasûlü'ne çağrıldık¬ları
vakit, mü'minlerin sözü, ancak: 'Dinledik ve itaat ettik,' demele¬ridir.
İşte bunlar kurtuluşa erenlerdir."
"Kim Allah'a ve Rasûlü'ne itaat eder, Allah'tan içtenlikle korkar ve
O'na isyandan sakınırsa, işte onlar, saadeti ele geçiren kimseler¬dir."
"Bir de münafıklar, kendilerine emrettiğin zaman, muhakkak (savaşa ve
hicrete) çıkacaklarına dair en kuvvetli yeminler ettiler. (Ey Rasûlüm,
onlara) de ki: Yalan yere yemin etmeyin. Sizden istenen hâlis bir
itaattir. Muhakkak Allah, bütün yaptıklarınızdan haber¬dardır. "
"(Ey Rasûlüm) de ki: Allah'a itaat edin, Peygambere de itaat edin. Eğer
yüz çevirirseniz Peygambere düşen tebliğ, size düşen de itaat etmektir.
Eğer O'na itaat ederseniz hidâyete erersiniz; Peygam¬bere düşen, sadece
hakkı açıkça tebliğ etmektir." [84]

İmam Şafiî (204/819), demiştir ki: "Allah Teâlâ, bu âyet-i kerîmelerde
insanlara, onların aralarında hüküm vermesi için Rasûlullah (s.a.v)'a
davet edilmelerinin, aslında, Allah'ın hükmüne bir davet olduğunu
bildirmiştir. Çünkü aralarında hakem, Allah'ın Rasûlü'dür. Allah farz
kıldığı için O'nun Rasûlü'nün hükmüne tes¬lim oldukları zaman hakikatte
onlar, Allah'ın hükmüne teslim olmuş olacaklardır." [85]


Allah Teâlâ, buyurur: "Allah ve Rasûlü bir işe hüküm verdiği zaman,
mü'min bir erkek ve kadına, kendi işlerinden dolayı Allah'ın ve
Peygamberin hükmüne aykırı olanı seçme hakkı yoktur. Kim, Al¬lah'a ve
Rasûlü'ne isyan ederse açık bir şekilde sapıtmış olur." [86]


İbn Kayyım (751/1350), demiştir ki: "Allah Teâlâ, bir mü'min için Allah
ve Rasûlü'nün hükmünden sonra başka şeyi seçme hakkı¬nın bulunmadığını,
böyle bir tutum içine girenin, apaçık sapıtacağı¬nı haber vermiştir."
[87]


Allah Teâlâ, buyurur: "Hayır, Rabbine yemin olsun ki, araların¬da çıkan
bir anlaşmazlıkta seni hakem yapıp sonra da verdiğin hü¬kümden,
içlerinden hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manâsıyla
kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar." [88]


İbn Kayyım el-Cevziyye, demiştir ki: "Allah Teâlâ, kullarının
(büyük-küçük) aralarında çıkan her anlaşmazlıkta, Rasûlü'nü ha¬kem
yapmadıkça mü'min olamayacaklarına zâtı üzerine yemin etti.


İmanlarının kabulü için sadece O'nu hakem seçmeyi yeterli bul¬mayıp
verdiği karar ve hükümlerden, içlerinde herhangi bir darlık ve
sıkıntının bulunmamasını ileri sürdü. Bununla da yetinmeyip veri¬len
hükme tam teslimiyetle boyun eğmelerini istedi.” [89]


İmanı Şafiî (r.h) demiştir ki: "En doğrusunu Allah bilir, bize ulaşan
haberlere göre bu âyet-i kerîme, Zübeyr b. Avvam (r.a) ile arazi
konusunda çekişmeye giren bir adam hakkında nazil olmuştur. Davayı, Hz.
Peygamber'e götürdüklerinde, Allah Rasûlü, Zübeyr'in (r.h) lehine hüküm
vermiştir. Verilen hüküm, Rasûlullah'a ait bir uy¬gulama olup Kur'ân'da,
buna dair bir âyet yoktur, Allah en iyisini bilir, Kur'ân da bu
anlattığıma delâlet etmektedir. Çünkü bu konuda Kur'ân'da bir hüküm
olsaydı, ilgili âyetler bulunurdu." [90]


İmam Şafiî (r.h), özetle şunu demek istiyor: Âyet-i kerîme'nin nüzulüne
sebep olan hadisedeki hüküm, Allah'ın Kitabı'nda açıkça mevcut değildir.
Hüküm, Allah Rasûlü'ne aittir. Çünkü bulunmuş ol¬saydı imansızlık,
Kitab'm hükmünü reddedişlerinden ve ona teslim olmayışlarından olur,
Rasûlullah'm hakem seçilmeyişinden, hükmü¬ne teslim olmayışından ve
karara karşı iç sıkıntısından kaynaklan¬mazdı. Bu durumda zahiren şöyle
denilirdi: "Rabbine yemin olsun ki onlar, Kitab'ın hükmünü kabul edip
ona teslim olmadıkça, iman et¬miş olmazlar." Böyle bir ifade
bulunmadığına göre bu hükmün, Rasûlullah'a ait olduğu anlaşılır.


İkinci Grup Ayetler:

Bu gruptaki âyetler, Rasûlullah (a.s)'m, Kitab'ı (Kur'ân'ı) açıklayıcı
-Allah'ın hükmüne uygun olarak-, Allah Teâlâ katında makbul olacak
şekilde şerh edici olduğunu ve Hz. Pey-gamber'in ümmetine Kitab'ı ve
hikmeti (sünneti) öğrettiğini gösteren âyet-i kerîmelerdir.

Biz, hikmete, İmam Şafiî ve başkalarının dediği gibi sünnet mânâsını
verdik. Hikmetin de Kur'ân mânâsına geldiğini kabul etme durumunda,
Rasûlullah'm (s.a.v) onu ümmetine öğretmesinden anla¬şılması gereken,
Kur'ân'ı şerh, mücmelini beyân ve müşkilini tavzih etmesidir. Bu da
O'nun Kitab'a getirdiği sözlü, fîîlî ve takriri açıkla¬malarının delil
olmasını gerektirir. Şimdi ilgili âyetleri görelim:

Allah Teâlâ, buyurur ki: "İnsanlara kendilerine indirileni açık¬laman
için sana Kur'ân'ı indirdik. Belki düşünüp anlarlar." [91]
"Biz bu Kitab'ı sana, sırf hakkında ihtilâfa düştükleri şeyi in¬sanlara
açıklayasın ve iman eden bir topluma da hidâyet ve rahmet olsun diye
indifdik." [92]
"Nitekim kendi içinizden size, âyetlerimizi okuyan, sizi kötülük¬lerden
temizleyen, size Kitab'ı ve hikmeti ta'lim edip bilmediklerinizi öğreten
bir Rasûl gönderdik." [93]
"And olsun ki, içlerinden, kendilerine Allah'ın âyetlerini okuyan
(kötülük ve küfür kirinden) kendilerini temizleyen, kendilerine Kitab ve
hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle Allah, mü'minlere bü¬yük bir
lütufta bulunmuştur. Halbuki onlar, daha Önce apaçık bir sapıklık içinde
idiler." [94]
"(Okuma yazma bilmeyen) ümmîlere, içlerinden, kendilerine âyetlerini
okuyan, onları küfür ve isyan kirlerinden temizleyen, onla¬ra Kitab'ı ve
hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O'dur. Şüphe¬siz onlar, Önceden
apaçık bir sapıklık içindeydiler." [95]
"Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini, size öğüt vermek üzere in¬dirdiği
Kitab'ı ve hikmeti hatırlayın. Allah'tan korkun. Bilin ki Al¬lah,
herşeyi hakkıyla bilmektedir," [96]
"Allah, sana, Kitab'ı ve hikmeti indirdi ve sana bilmediklerini öğretti,
Allah'ın sana ihsanı çok büyüktür." [97]
"(Ey Peygamber hanımları!) Evlerinizde okunan Allah'ın âyetlerini ve
hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah, herşeyin iç yüzünü bilen ve
herşeyden haberdar olandır." [98]
İmam Şafiî (r.h) (204/819), demiştir ki: "Allah Teâlâ, 'Kitab' deyince
Kur'ân'ı, 'hikmet' ile de -görüşlerine katıldığım ehl-i Kur'ân âlimlerin
dediği gibi- Rasûlullah'm sünnetini kasdetmiştir. Bu gö¬rüş, Kur'ân'ın
ifadesine uymaktadır. Allah, en iyisini bilir. Çünkü Kur'ân, Önce
Kitab'ı, peşinden hikmeti zikretmiştir. Allah Teâlâ da kendilerine,
Kitab ve hikmeti öğretmekle kullarına yaptığı ihsanı zikretmektedir.
Allah, en doğrusunu bilir. Buradaki hikmetin, Rasûlullah'ın sünnetinden
başka bir şey olduğunu söylemek de uy¬gun değildir. Sebebi şudur: Allah
Teâlâ, hikmeti, Kitab'la yanyana zikretmiştir. Ayrıca Peygamberine
itaati ve herkese onun emrine uy¬mayı farz kılmıştır. Allah'ın Kitabı ve
Rasûlü'nün sünnetinden baş¬ka hiçbir söz için 'farz' denilmesi caiz
değildir. Bunun sebebi de Al¬lah Teâlâ'nın, Rasûlü'ne imanı, kendisine
iman ile beraber zikr ve emretmesidir." [99]

İmam Şafiî (r.h), bu ifadeleriyle şunu açıklamak istiyor: Allah Teâlâ,
bütün bu âyetlerde hikmeti, Kitab üzerine atfederek zikret¬miştir.
Atıfla, yanyana zikredilen iki şey aynı olmayacağı için bura¬daki
hikmet, sünnettir. Ayrıca hikmetin, Kitab ve sünnetin dışında başka bir
şey olması da sahih değildir. Çünkü Allah Teâlâ, bize hik¬meti öğreterek
ihsanda bulunduğunu bildirmiştir. Böyle bir ihsan, ancak doğru, gerçek
ve katındaki ilmine uygun bir şeyle olabilir. Şu halde hikmet, Kitab
(Kur'ân) gibi uyulması gereken bir şeydir. Özel¬likle Allah Teâlâ'nın,
hikmetle Kitab'ı beraber zikrettiğini düşünür¬sek, söylediğimiz daha
rahat anlaşılır. Hem Allah Teâlâ, bize, ancak Kitabı'na ve Rasûlü'nün
sünnetine uymamızı emretmiştir. Şu halde hikmetin sünnet olduğu ortaya
çıkmaktadır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://kain.beep.com
кa¡η
Admin
кa¡η


Mesaj Sayısı : 850
Puan : 1941
Itibar : 6
Kayıt tarihi : 23/10/09
Yaş : 32
Nerden : Sakarya

Sünnetin Delil Oluşunun Delilleri Empty
MesajKonu: Geri: Sünnetin Delil Oluşunun Delilleri   Sünnetin Delil Oluşunun Delilleri Icon_minitimePaz Mayıs 02, 2010 12:50 am

Üçüncü Grup Ayetler:
Bu gruptaki âyetler, Hz. Peygamber (s.a.v)'e emir ve nehiylerinde mutlak
olarak uymanın vâcib, O'na ita¬atin Allah'a itaat olduğunu gösteren,
kendisine muhalefetten ve sün¬netini değiştirmekten sakındıran âyet-i
kerîmelerdir.

Allah Teâîâ, buyurmuştur ki: "Allah'a ve Rasûlü'ne itaat edin ki,
merhamet olunasınız." [100]

"De ki: Allah'a ve Rasûlü'ne itaat edin. Eğer itaatten yüz çevirir¬seniz
(şüphesiz bilin ki) Allah kâfirleri sevmez." [101]
"Ey iman edenler! Allah ve Rasûlü'ne itaat edin. Dinlediğiniz halde
O'ndan yüz çevirmeyin. İşitmedikleri halde, işittik diyenler gi¬bi
olmayın." [102]
"Allah'a itaat edin. Peygambere itaat edin. İsyandan sakının. Eğer
itaatten yüz çevirirseniz, biliniz ki, Rasûlümüze düşen, sadece apaçık
tebliğdir." [103]
"Allah'a ve Rasûlü'ne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; yoksa
dağılırsınız ve gücünüz gider. Sabredin; şüphesiz Allah, sabredenler¬le
beraberdir." [104]
"Ey iman edenler! Allah'a itaat edin ve Peygambere de itaat edin. (İnkâr
ve isyanlarla) amellerinizi boşa çıkarmayın." [105]
"Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygambere ve sizden olan
ulü'l-emre (idarecilere) de itaat edin. Herhangi bir konuda ihtilâfa
düştüğünüzde, eğer Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız, onu Al¬lah'a
ve Rasûlü'ne götürün. Böyle yapmanız, sizin için daha hayırlı ve sonuç
olarak daha güzeldir." [106]
Kâd-ı Iyâz (544)1149), Atâ'dan, İbn Abdilberr (463/1071)
Beyâni'l-İlim'de ve Beyhakî (458/1066) el-Medhal'de Meymun b.
Mihran'dan, şunu rivayet etmişlerdir: "Bir dâvayı Allah'a götür¬mek, onu
Kitabı'na arzetmektir."

İmam Şafiî (204/819), demiştir ki: "Alimlerin bir kısmı, âyette geçen
ulü'l-emirden maksadın, Rasûlullah'ın düşmanı takibe gönder¬diği
seriyyelerin başındaki insanlar olduğunu söylemiştir. En doğru¬sunu
Allah bilir. Bize verilen haber böyle. Allah daha iyisini bilir; bu,
şöyle diyenin sözüne benziyor: 'Mekke civarında yaşayan Araplar,
disiplinli yönetim bilmezlerdi. Bir idarî disiplin içinde, bazısının
di¬ğerlerine itaat etmesini gururlarına yediremezlerdi. Allah Rasûlü'ne
itaatle boyun eğdiklerinde, bu itaati, Rasûlullah'tan başkası için
uy¬gun görmüyorlardı. Bunun için Rasûlullah'ın başlarına tayin ettiği
idarecilere itaat etmeleri emredildi. Bu, mutlak mânâda bir itaat
de¬ğildir. Kendileri ve idareciler için istisnaları vardır. Bunun için:
'Herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz,, onu, Allah'a ve Rasûlü'ne
götürün (onların talimatına göre halledin)' buyurdu." Al¬lah, en
doğrusunu bilir. Ulü'l-emre itaatten sonra böyle emir verilme¬si,
onlarla halk arasında bazı anlaşmazlıkların olacağını ve bunun hâl
çaresinin, Allah ve Rasûlü'ne götürmek olduğunu gösteriyor ve âyet şunu
da ifade ediyor: İhtilâfa düştüğünüz zaman, bu konuda Al¬lah ve
Rasûlü'nün hükmünü biliyorsanız, onlara arzedin; eğer bilmi¬yorsanız,
yanına vardığınızda Rasûlullah'a veya sizden onunla bulu¬şan birisine
sorun. Çünkü bu, kimsenin itiraz etmediği bir farzdır. Ayet-i kerîme'de:
"Allah ve Rasûlü, herhangi bir işe hüküm verdiği zaman, mü'min bir
erkek ve kadın için o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur."
[107] buyuruhnuştur.


Rasûlullah (s.a.v)'ın vefatından sonra, bu şekil bir çekişmeye düşen
kimse, meseleyi, önce Allah'm (Kitabı'nda getirdiği) hükmüne, sonra da
Rasûlü'nün (sünnetiyle ortaya koyduğu) kararma götürür. Eğer o konuda,
Kitab ve sünnette veya herhangi birinde bir hüküm ve açıklama yoksa,
başka âyet-i kerîmelerde belirtildiği gibi Kitab ve sünnete dayanarak
kıyasa gider. [108]


Hafız İbn Hâcer (852/1448), Fethu'l-Bâri adlı eserinde, önce ulemânın,
âyette bahsedilen ulül-emrin kimler olduğu hakkındaki ihtilâflarını
açıklıyor ve ulü'1-emr, idareciler mi yoksa âlimler midir? görüşleri
içerisinden birinci gurubun tercihe şayan olduğunu belirtip bir önceki
âyetin de buna delâlet ettiğini söylüyor. Bu âyet şudur: "Allah size,
mutlaka, emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında
hükmettiğinizde, adaletle hükmetmenizi emreder." [109]

Daha sonra şunları naklediyor: Âyet-i kerîme'de, hakikatte ita¬at edilen
sadece Allah Teâlâ olmakla birlikte ''Allah'a itaat edin," şeklinde
itaat fiilinin tekrar edilmesi ve bunun ulü'î-emr için ayrıca
kullanılmaması, mükellef olunan şeylerin kaynağının sadece Kur'ân ve
sünnet olduğunu göstermek içindir. Sanki şöyle denilmiş oluyor:
"Kur'ân'ın size emrettiği konularda, Allah'a itaat edin. Ayrıca
Kur'ân'dan açıkladığı konularda ve sünnetiyle ortaya koyduğu hu¬suslarda
Peygambere de itaat edin."
Yahut âyetin mânâsı şöyle olur:
"Tilâvetiyle ibâdet yapılan vahiyle (Kur'ân'la), size emrettiği şeylerde
Allah'a itaat edin ve Kur'ân olmayan vahiyle (sünnetle), size emrettiği
şeylerde de Peygambere itaat edin..."
Tâbiîn'den bir zâtın, Benî Ümeyye idarecilerinden birine verdiği cevap
ne kadar güzeldir. İdareci, kendisine: "Allah Teâlâ, 've sizden olan
idarecilere itaat edin,' âyetinde sizin bize itaat etmenizi emret¬miyor
mu?" diye sorunca, o zât:
"Hayır, siz, hakka muhalefet ettiğiniz için size itaat ortadan
kalkmıştır. Çünkü, aynı âyetin devamında: 'Herhangi bir konuda
an¬laşmazlığa düşerseniz -eğer Allah'a ve âhiret gününe
inanıyorsanız-onu Allah'a ve Rasûlü'ne götürün,' buyurulmaktadır. [110]
Sizse bunu yapmadınız," demiştir. [111]

Şerefüddîn et-Tayyîbî (743 h.), demiştir ki: [112] "Allah Teâlâ:
'Peygambere itaat ediniz/ buyururken, itaat ediniz fiilini ikinci kez
zikretti ki, Hz, Peygambere mutlak ve müstakil olarak itaatin vâcib
olduğu anlaşılsın. Fakat ulü'l-emir'de aynı emir tekrarlanmadı. Al¬lah
Teâlâ, bununla, idareciler içinde kendisine itaatin vâcib olmaya¬cağı
kimselerin de bulunabileceğine işaret etmiş ve bu: Aranızda herhangi bir
konuda anlaşmazlığa düştüğünüz zaman, onu, Allah ve Rasûlü'ne
götürünüz,'âyetiyle açıklamıştır."


Âyette, sanki şöyle denilmiş oluyor: "Eğer idarecileriniz, hakka
uymazlarsa, onlara itaat etmeyin ve ihtilâfa düştüğünüz şeyi (hallet¬mek
için) Allah'ın ve Rasûlü'nün hükmüne müracaat edin."


Îbnu'l-Kayyım (751/1350), demiştir ki: "Allah Teâlâ, kendisine ve
Rasûlü'ne itaati emretti. Peygambere emrettiklerini, Kitab'a (Kur'ân'a)
arzetmeksizin, bizatihi kendisine itaatin vâcib olduğunu bildirmek için
'Peygambere de itaat ediniz,' buyurarak 'itaat' emrini tekrarladı. Hz.
Peygamber (s.a.v), bir emir verdiği zaman, o emir Kur'ân'da bulunsun
bulunmasın, mutlak ve müstakil olarak kendisi¬ne itaatin vâcib olduğunu
bildirdi. Çünkü O'na Kitab ve beraberinde benzeri değerde sünnet
verilmiştir.


Allah Teâlâ, ulü'l-emre müstakil olarak itaati emretmedi. Aksi¬ne fiili
hazfedip onlara itaati, Peygambere itaatin içinde emretti. Bu¬nunla
onlara, ancak Peygamberin itaatine bağlı olarak itaat edilece¬ğini,
onlardan, Peygamberin taatine uygun emir verene itaatin vâcib; onun
getirdiği hükümlerin tersine emir verenlere hiçbir şekilde itaat etmenin
gerekmeyeceğini bildirmiştir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v), sahih
hadislerinde şöyle buyurmuştur:

Yaratana isyanda, kula itaat yoktur:' [113] 'İtaat ancak hayırda olur.'
[114]
İdareciler hakkında: 'Sizden kim, bir günahı emrederse, asla kendisine
kulak verilmez ve itaat edilmez,' [115] buyurmuştur.

Hz. Peygamber (s.a.v)'e, başlarındaki komutan ateşe girmelerini
emretmiş, ona girmek isteyen bazı kimseler kendisine haber verilince:

'Eğer ona girselerdi, bir daha ondan çıkamaz, Cehennemde de ondan
kurtulamazlardı,' [116] buyurmuştur.

Halbuki onlar, ateşe, komutanlarına bir itaat olarak giriyorlar¬dı ve bu
emre uymanın, kendilerine vâcib olduğunu zannediyorlardı.

Fakat onlar, yanlış ve noksan içtihad yaptılar, Allah'a isyan olan bir
emre uymaya kalktılar, Rasûlullah (s.a.v)'tan o konuda bir emir
gelmemesine ve dinde de bu iş yasak olmasına rağmen onlar, her konuda
emre itaat gerekir, fikrine vardılar; böylece içtihadların-da hata ve
acze düştüler. 'Bu yaptığımız, Allah ve Rasûlü'ne bir itaat midir, yoksa
değil midir?' diye hiç araştırmaksızın, nefislerine azap etmeye ve onu
helake kalkıştılar. Onlar, bunu bilmediklerinden de ol¬sa, emre itaat
ediyoruz diye yaptılar. Sonunda, yukarıdaki tehditle karşılaştılar.
Bunun yanında bir de Allah'ın, Peygamberiyle gönder¬diklerine apaçık
ters düşen konularda, bir başkasına itaat eden kim¬senin hâlini düşün!..

'Sonra Allah Teâlâ, rnü'minlere -eğer imanlarında sâdık
iseler-anlaşmazlığâ düştükleri şeyleri, Allah ve Rasûlü'ne götürmelerini
emretti ve böyle yapmalarının, dünyada kendileri için daha hayırlı,
âhirette de sonucun daha güzel olacağını bildirdi.'


'Bu âyet-i kerime, birçok şeye işaret etmektedir:
1- Mü'minler, bazen muhtelif konularda ihtilâf ve anlaşmazlığa
düşebilirler; ancak bununla, imandan çıkmış olmazlar.
. 2- Âyet-i kerîme'de: 'Herhangi bir şeyde çekişmeye düşerseniz...'
şeklindeki şartın, umumîlik ifade eden bir kelime ile zikredilmesi,
küçük-büyük, açık-gizli, mü'minlerin anlaşmazlığa düştüğü herşeyi içine
almaktadır. Şayet anlaşmazlığa düşülen şeylerin hükmü, Al¬lah'ın
Kitabı'nda ve Rasûlü'nün sünnetinde açıklanmasaydı veya bunlar kâfi
gelmeseydi Allah, onlara götürme emrini vermezdi. Çün¬kü Allah
Teâlâ'nın, bir anlaşmazlık olunca, onu bu çekişmeyi halle¬demeyecek bir
mercie götürmeyi emretmesi mümkün değildir.
3- Ümmet, dâvayı Allah'a götürmenin, O'nun Kitabı'na arzet-mek,
Rasûlullah (s.a.v)'a götürmenin ise hayatta iken kendisine, ve¬fatından
sonra da sünnetine arzetmek olduğuna icmâ etmişlerdir.
4- Allah Teâlâ, herhangi bir anlaşmazlık hâlinde, meseleyi Allah ve
Rasûlü'ne götürmeyi, imanın bir gereği ve zarureti yapmıştır. Öyle ki,
bu arz yapılmayınca iman da ortadan kalkacaktır. Bir şeyi gerektiren
sebebin yok olmasıyla, ona bağlı olanın da yok olması gibi. Özellikle bu
iki şey arasındaki mülâzemet ve gereklilik daha kuv¬vetlidir. Çünkü bu,
iki taraflıdır. Onlardan birisi yok olursa, diğeri de ortadan kalkacak
durumdadır.

Sonra Allah Teâlâ, meseleyi, Allah ve Rasûlü'ne arzetmenin, kendileri
için daha hayırlı ve sonuç olarak da daha güzel olduğunu bildirmiştir."
[117]

Allah, kendisine rahmet etsin; müellif, kitabında çok güzel pit ve çok
doğru izahlarda bulunmuştur. Rasûlullah (s.a.v)'a itaati emreden
âyetleri sunmaya devam edelim:
Allah Teâlâ, buyurmuştur ki: "Ey iman edenler! Sizi hayat ve¬ren şeye
çağırdıklarında, Allah'a ve Rasûlü'ne icabet edin. Biliniz ki, muhakkak
Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Şüphesiz O'nun huzu¬runda
hasredileceksiniz." [118]
"Biz, her peygamberi, -Allah'ın izniyle- ancak kendisine itaat edilmesi
için gönderdik. Eğer onlar, kendilerine zulmettikleri zaman sana
gelseler de Allah'tan bağışlanmayı dileseler, Rasûl de onlar için
istiğfar etseydi Allah'ı çok fazla affedici, esirgeyici bulurlardı."
[119]
"Peygamber size neyi verdi ise onu alıp yapın; sizi neden sakın¬dırdı
ise ondan da sakınıp kaçın." [120]
"Kim, Allah'a ve Rasûlü'ne itaat ederse işte onlar, Allah'ın
ken¬dilerine lütûflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehidler ve
sâlih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır." [121]
"Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve doğru söz söyleyin ki Al¬lah,
işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim, Allah ve
Rasûlü'ne itaat ederse, büyük bir kurtuluşa ermiş olur." [122]
"Muhakkak ki sana bîat edenler, ancak Allah'a biat etmektedir¬ler.
Allah'ın eli, onların ellerinin üzerindedir. Artık kim ahdini bo¬zarsa,
kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah ile olan ahdine vefa gösterirse
Allah, ona büyük bir mükâfat verecektir." [123]
"Biz, seni insanlara Peygamber olarak gönderdik, şahid olarak Allah
yeter. Kim, Peygambere itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Yüz
çevirene gelince, seni onların başına koruyucu ve gözetici
gönder¬medik." [124]
İmam Şafiî (204/819), demiştir ki: "Allah Teâlâ, yukarıdaki son iki
âyette, onların Hz. Peygamber (s.a.v)'e bey'atlarının kendine yapılan
bey'at, ona itaatlerinin de kendine yapılan itaat olduğunu
bildirmiştir." [125]
Yine Allah Teâlâ, buyurmuştur ki: "Kim, Allah'a ve Peygambe-ri'ne itaat
ederse, Allah onu, altından ırmaklar akan cennetlere koya¬caktır. Onlar,
orada devamlı kalacaklardır. İşte en büyük kurtuluş budur. Kim de Allah
ve Peygamberi'ne isyan eder ve Allah'ın koydu¬ğu sınırları aşarsa,
Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir
azap vardır." [126]
"(Ey müzminleri) Peygamberi, kendi aranızda birbirinizi çağırır gibi
çağırmayın. İçinizden, birini siper edinerek (savaştan veya baş¬ka bir
işten) sıvışıp gidenleri, muhakkak ki Allah bilmektedir. Bu se¬beple,
O'nun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir belâ gelmesin¬den veya
kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsın¬lar." [127]
"Kendisine doğru yol belli olduktan sonra, kim, Peygambere karşı çıkar
ve mü'minlerin yolundan başka bir yola girerse, onu, gir¬diği yolda ve
sapıklıkta bırakırız; âhirette de Cehenneme sokarız. O, ne kötü bir
yerdir." [128]
"Kim, Allah'a ve Peygamberi'ne karşı gelirse, bilsin ki Allah, azabı
şiddetli olandır." [129]
"Şu muhakkak ki Allah, kâfirleri rahmetinden kovmuş ve onla¬ra çılgın
bir azap hazırlamıştır. Onlar, orada ebedî olarak kalacak¬lar,
kendilerini koruyacak ne bir dost ne de bir yardımcı bulacaklar¬dır.
Yüzleri ateşte eurilip çevrildiği gün, 'Eyvah bize! Keşke, Allah'a itaat
etseydik. Peygambere de itaat etseydik,' derler." [130]
"inkâr edenler, Allah yolundan alıkoyanlar ve kendilerine doğ ru yol
belli olduktan sonra Peygambere karşı gelenler, Allah'a hiçbir zarar
veremezler. Allah, onların yaptıklarını boşa çıkaracaktır. Ey iman
edenler, Allah'a itaat edin. Peygambere itaat edin. (İnkâr ve is¬yanla)
amellerinizi boşa çıkarmayın." [131]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://kain.beep.com
кa¡η
Admin
кa¡η


Mesaj Sayısı : 850
Puan : 1941
Itibar : 6
Kayıt tarihi : 23/10/09
Yaş : 32
Nerden : Sakarya

Sünnetin Delil Oluşunun Delilleri Empty
MesajKonu: Geri: Sünnetin Delil Oluşunun Delilleri   Sünnetin Delil Oluşunun Delilleri Icon_minitimePaz Mayıs 02, 2010 12:50 am

Dördüncü Grup Ayetler:
Burada vereceğimiz âyetler, Hz. Peygamber'den sâdır olan bütün söz ve
fiillerde Ö'na tâbi olmanın ve kendisini örnek almanın vâcib olduğunu,
Allah'ın muhabbetinin tah¬sili için O'na uymanın gerekli bulunduğunu
gösteren âyet-i kerîmelerdir.
Allah Teâlâ, buyurmuştur ki: "Rasûlüm, onlara de ki: Eğer siz, Allah'ı
seviyor (ve sevdiğinizi iddia ediyor)sanız; derhal bana uyun ki, Allah
da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah, çok affedi¬ci ve çok
merhametlidir." [132]

Kâd-ı Iyâz (554/1149), Şifâ'da, Hasan el-Basrî'nin (110/728), şöyle

dediğini nakletmiştir: Bazıları Hz. Peygamber (s.a.v)'e gelerek, "Ya
Rasûlallah! Biz, gerçekten Allah'ı seviyoruz," dediler. Bunun üzerine:
"De ki: Eğer siz Allah'ı seviyor (ve sevdiğinizi iddia edi¬yorsanız;
hemen bana uyun ki, Allah da sizi sevsin." [133] âyeti nazil oldu.
Lâlckâî, es-Sünnet adlı eserinde, Hasan el-Basrî'nin şöyle de¬diğini
rivayet etmektedir: "Onların Allah'ı sevmelerinin alâmeti, Rasûlullah
(s.a.v)'ın sünnetine uymaları oldu."
Allah Teâlâ, buyurdu ki: "Andolsun ki, sizden Allah'a ve âhiret gününe
kavuşmayı arzulayanlar ve Allah'ı çok zikredenler için Rasûlullah'ta
(takip edeceğiniz) pek güzel bir örnek vardır." [134]
Muhammed b. Ali Hâkim et-Tirmizî (285/898), demiştir ki: "Peygamber
(s.a.v)'i örnek almak, O'na uymak, sünnetine tâbi olmak ve sözde veya
fiilde kendisine muhalefet etmemektir."
Kâd-ı Iyâz da müfessirlerden pek çoğunun, âyetteki "üsve"ye (örneğe) bu
mânâyı verdiğini nakletmektedir. [135]
Yine aynı konuyla ilgili olarak Cenâb-ı Hakk, şöyle buyurmuş¬tur: "(Mûsâ
duasına devamla): 'Rabbim, bize bu dünyada ve âhirette iyilik ver.
Şüphesiz biz sana döndük.' Allah, buyurdu ki: Dilediğime azabımı isabet
ettiririm. Rahmetim ise herşeyi kuşatmıştır (Dünyada mü'mine de kâfire
de şâmildir). Fakat âhirette onu, küfürden sakı¬nanlara, zekâtı
verenlere ve âyetlerimizi iman etmiş olanlara has kı¬lacağım."

"Onlar ki, yanlarında bulunan Tevrat ve incil'de ismini yazılı

buldukları ümmî peygambere ve Rasûle tâbi olurlar. O (Rasûl),
ken¬dilerine iyiliği emrediyor, onları fenalıklardan alıkoyuyor; onlara,
(nefislerine) haram ettikleri temiz şeyleri helâl kılıyor, murdar
şeyleri de haram kılıyor, onların ağır yüklerini, üzerlerindeki bağları
indiri¬yor. Onlar, O'na iman ederler, kendisine ta'zim ve yardım
ederler, onunla gönderilen nûr'a (Kur'ân'a) uyarlar. İşte bunlar,
kurtuluşa eren kimselerdir."m)
Örnek almakla ilgili başka bir âyet: "(Rasûlüm), Hani, Allah'ın nimet
verdiği, senin de kendisine iyilik ettiğin kimseye: 'Eşini yanın¬da tut,
Allah'tan kork!' diyordun. Allah'ın açığa vuracağı şeyi, insan¬lardan
çekinerek içinde gizliyordun. Halbuki asıl korkmana lâyık olan
Allah'tır. Zeyd, o kadından ilişiğini kesince, biz onu sana nikahladık
ki, evlâtlıkları, kanlarıyla ilişkilerini kestiklerinde (o ka¬dınlarla
evlenmek isterlerse) mü'minlere bir güçlük olmasın. Allah'ın emri yerine
getirilmiştir." [136]

Beşinci Grup Âyetler:

Burada zikredeceğimiz âyetler, Allah Teâlâ'mn, Hz. Peygamber (s.a.v)'i
kendisine vahy-i metlûv yoluyla veya vahy-i metlûv dışındaki vahyettiği
şeylere uymakla ve kendisi¬ne indirilen bütün şeyleri tebliğ etmekle
mükellef tuttuğunu, kendi¬sine indirilen şeyleri değiştirmek, bozmak
veya herhangi bir şeyi noksanlaştırmaktan nehyettiğini ifade eden âyet-i
kerîmelerdir.

Vereceğimiz bu âyetler, aynı zamanda Allah Teâlâ'mn, Rasûlü'nü,

kendisine indirilen bazı şeyleri gizlemesini veya değiştir¬mesini
isteyen kimselerden koruduğunu, Hz. Peygamber (s.a.v)'in, tebliğ emrine
tamamen uyduğunu, peygamberlik vazifesini hakkıyla yerine getirdiğini,
onu en mükemmel şekilde îfâ ettiğini ve insanları sırat-ı müstakime
götürdüğünü ifade etmektedir. Bu âyetler, ayrıca Allah Teâlâ'mn, Hz.
Peygamber (s.a.v)'in kendisine indirilen bütün şeyleri tebliği
vasıtasıyla, ümmet için İslâm dinini tamamladığını, Hz. Peygamber
(s.a.v)'in büyük bir ahlâk üzere olduğunu göstermek¬tedir. Ahlâk, bütün
ihtiyarî söz ve fiillerin kaynağıdır. Hz. Peygam¬ber (s.a.v), büyüklük
ve güzellikte Allah katında en son noktada olunca, kendisinden meydana
gelen söz ve fiiller de aynı şekilde en güzel hâlde olmaktadır.
Şayet Hz. Peygamber (s.a.v), Allah Teâlâ'mn emrettiklerinin hilâfına bir
hüküm bildirseydi ve fiilî uygulamada bulunsaydı yahut yasak olan bir
şeyi emredip, helâl ve hayır olandan nehyetseydi; teb¬liğ emrine uymuş
ve sırat-ı müstakime sevketmiş olmaz, bilakis üm¬metini sapıtmış ve
yukarıda zikrettiğimiz bütün sıfatlarda, Allah Teâlâ'mn hüsn-i
şehâdetini kaybetmiş olurdu.

Bütün bunlar, sünnetin gerçek bir delil ve ona yapışmanın vâcib olduğunu

göstermektedir.
İşte ilâhî emir ve şahidleri:
Allah Teâîâ, buyurmuştur ki: "Ey Peygamber! Allah'tan kork, kâfirlere ve
münafıklara itaat etme. Şüphesiz Allah, herşeyi bilici ve her hükümde
hikmet sahibidir. Rabbinden sana vahyedilene uy. Mu¬hakkak Allah, bütün
yaptıklarınızdan haberdardır." [137]
"Sana Rabbin tarafından vahdeyilene tâbi ol. Ondan başka ilâh yoktur.
Müşriklerden yüz çevir." [138]
"Sonra, (ey Rasûlüm) seni dinden bir yol (şeriat) üzere görevli kıldık.
Onun için sen, o şeriata uy da ilmi olmayanların arzu ve is¬teklerine
uyma." Câsiye, 18.
"Ey Rasûlüm, sana da bu hak Kitab'ı (Kur'ân'ı), kendisinden önceki
kitabları hem tasdikçi, hem onların üzerine bir şahid olarak indirdik. O
halde sen, ehl-i kitab arasında Allah'ın gönderdiği hü¬kümlerle hüküm
ver. Sana gelen bu haktan ayrılıp da onların arzu¬ları arkasından gitme.
Ey insanlar! Sizden her bir peygamber için bir şeriat ve bir yol tayin
ettik. Eğer Allah dileseydi hepinizi tek şeri¬ata bağlı bir ümmet
yapardı. Fakat sizi, size verdiği dinle imtihan edip iyiyi kötüden
seçmek için sizi serbest bıraktı. O halde siz, hayırlı işler yapmakta
birbirinizle yarışın. Sonunda hepinizin dönüşü Al¬lah'adır. O gün, din
hakkında düştüğünüz ihtilâfları, Allah size ha¬ber verecektir."
"Ve şu emri de indirdik; Aralarında, Allah'ın indirdiği hüküm¬lerle
hüküm ver. Onların arzularına uyma ve Allah'ın sana indirdiği hükümlerin
bir kısmından, seni şaşırtırlar diye, kendilerinden sakın. Eğer onlar,
hükümleri kabulden yüz çevirirlerse, bil ki Allah, onların bazı
günahları sebebiyle, başlarına mutlaka bir musibet getirmek di¬liyor.
Şüphesiz insanların çoğu fâşıktırlar." [139]
"Ey şanlı Peygamber! Rabbin tarafından sana indirilen şeyleri tamamen
tebliğ et. Eğer tebliği tam yapmazsan, Allah'ın peygamber¬lik görevini
yerine getirmiş olmazsın. Allah, seni insanların zararla¬rından
koruyacaktır. Şüphe yok ki Allah, kâfirler topluluğuna mu¬vaffakiyet
vermeyecektir." [140]
Bir başka ilâhî mesaj:
"Ey Rasûlüm! İşte sana, böylece emrimizden bir ruh (Kur'ân) vahyettik.
(Halbuki daha önce) Sen kitab nedir, iman nedir bilmiyor-dun. Fakat biz,
o Kitab'ı bir nûr yaptık. Onunla kullarımızdan dile¬diğimize hidâyet
vereceğiz ve muhakkak sen, doğru bir yola (islâm'a) çağırıyorsun. O
Allah'ın yoluna ki, göklerde ve yerde ne varsa hep onundur." [141]
"(Ey Rasûlüm!) Eğer senin üzerinde Allah'ın lütfü ve rahmeti olmasaydı,
onlardan bir topluluk, seni haktan kesin şaşırtmaya az¬metmişti. Aslında
onlar, kendilerinden başkalarını saptıramazlar ve sana hiçbir şekilde
zarar da veremezler. Hem nasıl zarar verebilirler ki; Allah, sana
Kitab'ı ve hikmeti indirdi, daha önce bilmediklerini öğretti. Allah'ın
senin üzerindeki lütfü ve ihsanı çok büyüktür." [142]
Bir başka uyarı:
"Artık yemin ederim, gördüklerinize ve görmediklerinize! Şüp¬hesiz o
Kur'ân, şerefli bir Peygamber'in (Allah'tan) getirdiği sözdür. O bir
şâir sözü değildir. Siz, pek az inanıp tasdik ediyorsunuz. Bir kâhin
sözü de değildir. Siz, pek az düşünüyorsunuz. O, âlemlerin Rabbinden
indirilmedir. Eğer o Peygamber, bazı sözler uydurup bize isnad etmeye
kalkışsaydı, elbet onu kuvvetle yakalar ve kendisinden intikam alırdık.
Sonra da onun hayat damarlarını kesip atardık. O vakit, sizden kimse
buna mâni de olamazdı." [143]
Bir başka tasdik:
"Ey Rasûlüm de ki: 'İşte benim yolum (vazifem) budur (Allah'ın dinine
davettir). Ben, bir görüş ve anlayış üzere, insanları, Allah'a davet
ediyorum. Ben ve bana tâbi olanlar, böyleyiz. Allah'ı bütün
noksanlıklardan tenzih ederim. Ben, müşriklerden değilim." [144] Diğer
ilâhî tasdik ve şahidlikler:
"Rasûl, kendilerine iyiliği emrediyor, kötülükten nehyediyor; on¬lara
(nefislerine) haram ettikleri şeyleri helâl kılıyor, murdar şeyleri de
haram kılıyor, onların ağır yüklerini, üzerlerindeki bağlarını
in-diriyor.” [145]
"Şüphesiz sen, onları, sırât-ı müstakime çağırıyorsun." Mü'minûn, 73.
"Yasin! Kur'an-ı Hakîm'e yemin olsun ki, şüphesiz sen, dosdoğ¬ru bir yol
üzerinde (tarafımızca) gönderilmiş peygamberlerdensin. O Kur'ân, Azız
ve Rahim olan Allah tarafından indirilmiştir." [146]
"Sen, Allah'a tevekkül et. Şüphesiz sen, apaçık bir hak üzeresın. [147]
"Bugün size, dininizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım.
Size din olarak İslâm'ı seçtim ve razı oldum." [148]
"Nün! Kaleme ve yazdıklarına yemin olsun ki, muhakkak sen, Rabbinin
nimet ve himayesiyle, mecnun değilsin. Ve sana hiç bitme¬yen bir sevap
var. Gerçekten sen, pek büyük bir ahlâk üzerindesin." [149]
Sonra Allah Teâlâ, kıyamet gününde ümmetine karşı O'nun şehâdetini kabul
edeceğim haber vermiş ve şöyle buyurmuştur: "Ey müslümanlar, böylece
sizi seçkin ve şerefli bir ümmet kıldık ki, bütün insanlar üzerine
adalet örneği ve hak şahidleri olasınız. Peygamber de sizin üzerinize
şahid olsun." [150]
Şüphesiz Allah Teâlâ, ancak içi ve dışıyla adalet ve hak üzere olan,
kendisinden tebliğ veya başka konularda adaleti ortadan kaldı¬ran söz ve
fiiller çıkmayan kimsenin şahidliğini kabul eder. Çünkü Allah (c.c),
O'nun (s.a.v) gizli, açık, bütün hâllerini bilmektedir.
Bu bahsi, Allah Teâlâ'nm, Hz. Peygamber (s.a.v) hakkındaki şu övgüsüyle
bitiriyoruz:
"Rasûlüm! Biz, seni ancak âlemlere bir rahmet olasın diye gön¬derdik."
[151]
"Ey Peygamber! Şüphesiz biz, seni (ümmetinden tasdik edip et¬meyenler
üzerine) bir şahid, (iman edenlere Cenneti) bir müjdeleyici, (kâfirleri
Cehennemle) bir korkutucu olarak, hem Allah'a, O'nun iz¬niyle bir
davetçi ve insanlara nûr saçan bir kandil olarak gönder¬dik." [152]
Aslında düşünen ve anlayanlar için şu iki âyette anlatılanlar, bu
konunun halledilmesi için yeterlidir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://kain.beep.com
кa¡η
Admin
кa¡η


Mesaj Sayısı : 850
Puan : 1941
Itibar : 6
Kayıt tarihi : 23/10/09
Yaş : 32
Nerden : Sakarya

Sünnetin Delil Oluşunun Delilleri Empty
MesajKonu: Geri: Sünnetin Delil Oluşunun Delilleri   Sünnetin Delil Oluşunun Delilleri Icon_minitimePaz Mayıs 02, 2010 12:53 am

[44] Ebû Dâvud, Sünnet, had. no: 4605, Tirmizi.ffim, lO;Müsned, VI, 8.
[45] İbn Mâce, Ticâret, 2; Beyhakî, Sünen. VII. 76.
[46] Buhârî, Talak, 11; Müslim, İmaret, 155; Ebû Dâvud, Talak, 11.
[47] Buhârî, Şehâdet, 1; Müslim, Ekdiyye, 1.
[48] Buhârî, îman, 1; Müslim, İman, 19; Tirmizî, İman, 3.
[49] İbn Abdilberr, Beyâni'l-İlm, II, 190.
[50] Buhârî, Ezan, 18.
[51] Nesâî, Menâsik, 220; Müsned, III. 318. 366.
[52] Ebû Dâvud, Sünnet, 5; İbn Mâce, Mukaddime, 6; Hâkim, Müstedrek, I.
96.
[53] Ebû Dâvud, Sünnet, 5; İbn Mâce, Mukaddime, 6; Dârimî, Mukaddime,
16.
[54] Buhârî, Sulh, 5; Müslim, Ekdiyye, 17; İbn Mâce, Mukaddime, 2.
[55] Buharı, Cenâiz, 6; Müslim, Birr, 152; Tirmizî, Birr, 13.
[56] Ebû Dâvud, Ekdiyye, 11; Tirmizî, Sünen, Ahkâm, 3; Müsned, 230-236;
İbn Abdilberr, Câmiu Bey&ni'l-İlm, II, 56; Zeylaî, Nasbu'r-Raye, I,
23; İbn Sa'd, Tabâkât, III, 164.
[57] Ali Nasif, et-Tac, IV, 123; İbn Kesir, Tefsir, II, 297.
[58] Beyhakî, Medhal, had. no: 218. Ayrıca bkz. Buhârî, Cizye, 18;
Tefsir, 48; Müslim, Cikad, 93-94.
[59] Buhârî, Tefsir, 48; Müslim, Cihad, 93-94. Ayrıca bkz : Şevkânî,
Neylü'l-Evtar, VIII, 29-30.
[60] Buhârî, Saum, 49; Müslim, Savm, 57-59.
[61] İbn Mace, Siyam, 19; Muvatta, Siyam, 13; Mümed, VI, 465.
[62] Buhârî, Um, 51; Müslim, Hayz, 17; Ebû Dâvud, Taharet, 82.
[63] Buhârî, Talak, 1; Müslim, Rıda, 66; Ebû Dâvud, Talak, 4.
[64] Nisa, 101.
[65] Müslim, Müsâfırûn, 4; Tirmizi, Tefsir, 4; Nesâî, Taksir, l\ Ahmed,
Müsned, I. 25.
[66] Suyûtî, Miftâhu'l-Cenne, 30.
[67] Buhârî, Havf, 5.
[68] Ebû Dâvud, Taharet, 126.
[69] Nisa, 43.
[70] Nesâî, Taharet, 196.
[71] Nisa, 136.
[72] Teğâbün, 8.
[73] A'raf, 158.
[74] Kâd-ı ly&7.,Şifâ, II. 1.
[75] Fetih, 13.
[76] Fetih, 8-9.
[77] Hucurât, 15.
[78] Nûr, 62.
[79] Şafiî, flisâZe, 75.
[80] İbn Kayyım, İ'l&mu'l-Muvakkiîn, I, 58.
[81] Tevbe, 91.
[82] Bu rivayetler için bkz.Şifu, tahkikli baskı, II. 71 vd.
[83] Nisa, 61.
[84] Nûr, 47-54.
[85] Şafiî, Risale, 84.
[86] Ahzab, 36.
[87] İbn Kayyım, Î'lâmu'l-Muvakkiîn, I. 57.
[88] Nisa, 65.
[89] İbn Kayyım, a.g.e., I. 57.
[90] Şafiî, Risale, 83.
[91] Nahl, 44.
[92] Nahl,64.
[93] Bakara, 151.
[94] Âl-i İmrân, 164.
[95] Cura'a, 2.
[96] Bakara, 231.
[97] Nisa, 113.
[98] Ahzâb, 34.
[99] İmam Şafiî, Risale, 78.
[100] Âl-iİmran, 132.
[101] Âl-iİmran, 32.
[102] Enfal, 20-21.
[103] Mâide, 92.
[104] Enfal, 46.
[105] Muhammed, 33.
[106] Nisa, 58.
[107] Ahzâb, 36.
[108] Şafiî, Risale, 78-81.
[109] Nisa, 58.
[110] Nisa, 59.
[111] Keşşaf, I, 535 (Bahsedilen Tâbiî'nin Ebû Hazim, idarecinin de
Mesieme b. Abdilmelik olduğu zikredilmektedir. Müt.)
[112] Bu zat, Keşşafa yazdığı Fütûhu'l-Gayb fi'l-Keşfi an Gınâî'r-Rayb
adlı altı ciltlik haşiyesi ile meşhur bir ehl-i sünnet âlimidir. (Bkz.
Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, II, 549. Müt.)
[113] Müslim, îmâret, 39; Ebû Dâvud, Cihad, 87; Nesâî, Bey'ât, 34.
[114] Buhârî, Ahkâm, 4; Müslim, İmaret, 40.
[115] Buhârî, Ahkâm, 4;SEbû Dâvud, 87.
[116] Nesâî,Bey'âf:,34.
[117] İbn Kayyım, İ'lâmu'l-Muvakkiîn, I. 54.
[118] Enfal, 24.
[119] Nisa, 64.
[120] Haşr, 7.
[121] Nisa, 69.
[122] Ahzâb, 70-71.
[123] Fetih, 10.
[124] Nisa, 79-80.
[125] Şâm, Risale, 82.
[126] Nisa, 13, 14.
[127] Nûr, 63.
[128] Nisa, 115.
[129] Enfal, 13.
[130] Ahzab, 64-65.
[131] Muhammed, 32-33.
[132] Âli İmran, 31.
[133] ÂI-İ İmran, 31.
[134] Ahzâb, 21.
[135] Kâd-ı Iyâz, Şi/a, II. 7.
[136] A'raf, 156-157. (98)Ahzâb, 137.
[137] Ahzâb, 1-2.
[138] En'âm, 106.
[139] Mâide, 48-49.
[140] Mâide, 67.
[141] Şûra, 52-53.
[142] Nisa, 113.
[143] Hakka, 38-47.
[144] Yusuf, 108.
[145] A'raf, 157.
[146] Yasin, 1-5. (11-1)
[147] Nemi, 79.
[148] Mâide, 3.
[149] Kalem, 1-4.
[150] Bakara, 143.
[151] Enbiya, 107.
[152] Ahzâb, 45-46.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://kain.beep.com
 
Sünnetin Delil Oluşunun Delilleri
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
54Forum :: .°•. °•. °•. °•. DİNİMİZ İSLAM .•° .•° .•° .•° :: Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) :: Sünnet-i Seniyye-
Buraya geçin: