Bir devlet başkanının küçük bir hatırasını nakledeyim önce.
"Annem her sabah kahvaltıdan önce gazeteleri okur, önemli ve güzel haberleri panoya kesip asardı. Sonra gelip bizi kaldırırdı. Yüzümüzü yıkadıktan sonra panodaki yazıları okur sonra kahvaltı yapardık. Üniversiteyi bitirinceye kadar bu böyle devam etti."
Anne sabah erken kalkıp önce gazeteleri okuyor. Kendini sürekli geliştiriyor. Sonra evlatlarına faydalı olacak bilgileri işaretliyor. O bilgileri gazetelerden kesip panoya yapıştırıyor. Ondan sonrada çocukların kahvaltısını hazırlayıp onları kaldırıyor.
Önce beyinlerini sonra karınlarını doyuruyor.
Zaman zaman yaptığı bir şey değil bu. Birkaç gün, birkaç hafta, birkaç ay yada sadece birkaç yıl da değil. Okula başladıkları günden üniversiteyi bitirdikleri güne kadar devam ediyor anne bu "kahvaltılık bilgi" eğitimine.
Bu annenin oğullarından biri devlet başkanı oluyor yıllar sonra.
Bu devlet başkanının kim olduğunu merak etmiş olabilirsiniz.
Adını buraya yazmaya gerek duymadım.
Çünkü bu devlet başkanının kim olduğu önemli değil.
Önemli olan sizin çocuklarınızı sabahları nasıl doyurduğunuzdur.
Kahvaltı sofranıza neler koyduğunuzdur.
Daha da önemlisi kendini doyurmadan başkalarını doyurmayacağımız gerçeğini anlamak zorundayız.
Kendisi okumayan başkasına okuma emrini verirken ne kadar etkili olur.
Kendini eğitmeyen başkasını eğitirken zorlanmaz mı?
Hani hep biz büyükler gençlerden ve çocuklardan şikayetçi oluruz ya! Adamın biri iş güç sahibi olamamış olan oğluna "Sultan Fatih senin yaşındayken İstanbul'u fethetti!" deyince, hazır cevap delikanlı "Fatihin babası senin yaşındayken Devlet yönetiyordu!" demiş.
"Anne babalar çocuklarınızı televizyonun esaretinden kurtarın!" demiyorum. Önce kendinizi televizyonun esaretinden kurtarın!
"Anne babalar çocuklarınıza mutlaka okuma alışkanlığı kazandırın!" demiyorum. Önce kendiniz okuma alışkanlığı edinmeye başlayın.
Anne babalar çocuklarınızı ellerinizle zehirlemeyin!
Yarınlarımızı genç beyinlerini yani çocuklarımızı doğru zamanda ve doğru yerde nasıl eğitmeliyiz......